Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir insanın milliyetini tümüyle reddetmesi mümkün olabilir mi?

        İsrailli yönetmen Nadav Lapid, senaryosunu da yazdığı “Eşanlamlılar”da (Synonyms) bu sorunun yanıtını arıyor...

        İsrail vatandaşı Yoav (Tom Mercier) sadece milliyetini, dinini, dilini değil geçmişini ve ailesini de geride bırakmak istiyor.

        Genç Yoav, geçmişine tümüyle sünger çekmeyi, Fransa'da her şeye yeniden başlamayı ve kendine sıfırdan yeni bir hayat kurmayı amaçlıyor...

        Gerçek hayatta benzerine az rastlanır, çok kapsamlı ve derin bir reddetme isteği bu...

        Ülkesinden kaçmak zorunda kalan biri değil. Ama ülkesini sevmiyor ve İsrail'i önce zihninde yok etmek istiyor.

        Askerliği sırasında yaşadıklarının onda derin izler bıraktığını hissetmek mümkün. Travmatik bir olay veya yapmak zorunda kaldıklarından ötürü kendinden nefret etmiş olması geliyor akla... Ama kendini değil, ülkesini suçluyor.

        Tek sorun askerlik gibi görünmüyor zaten... İsrail'in temsil ettiklerine karşı çıkıyor. Ailenin, özellikle babanın militer geçmişinin üzerinde bir yük olduğunu hissediyoruz. Babasıyla konuşmak, yüzleşmek istemiyor.

        Filmin, travmaların üzerindeki sis perdesini kaldırmak bir derdi yok. Diyaloglar hariç hiçbir anında flash back sahneler üzerinden geçmişi deşmiyor.

        “Eşanlamlılar”, tümüyle Yoav'un Paris'teki deneyimleri üzerinden ilerliyor, “yaşanılan zaman”a odaklanıyor... Geçmişin acılarını şimdiki zaman üzerinden sezdiriyor...

        “Eşanlamlılar” ilk anlarından itibaren gerçeklik hissi veren bir film değil.

        Açılış sahnesinde Yoav, Paris sokaklarında dolaşırken şehir merkezindeki bir apartmana dalıyor. Hemen peşinden de kilimin altında bulduğu anahtarı kullanarak boş ve büyük bir daireye...

        Yoav, soyunuyor ve yıkanmak için küvete giriyor. Sonra eşyalarının çalındığını anlayınca, soğukta hastalanmamak için apartmanda bulunan dairelerin kapılarını yumrukluyor. Hiç kimse kapısını açmıyor...

        Paris'in güzel semtlerinden birinde bomboş bir daire... Yardım isteyen çıplak yabancıya kapılarını açmayan Fransızlar... Tüm bu sahne, rahatsız edici bir rüyayı andırıyor...

        İnsanlardan yardım görmeyen çırılçıplak yabancının kaderine razı şekilde küvetin içinde ölmeye yatması ve sonra iki genç ya da “iki melek” tarafından kurtarılması, “asıl hikâye”nin başladığı hissini verse de sahicilik hissi artmıyor. Her şeyin imgesel olduğunu hissediyorsunuz.

        Nadav Lapid, “Eşanlamlılar”da, hikâyeyi bir tür düşünce egzersizi gibi kullanıyor.

        Yoav'u kurtaran “iki melek”ten birisi yazar olmak isteyen Emile (Quentin Dolmaire)... Diğeri ise müzisyen Caroline (Louise Chevillotte)...

        Küvette yatan Yoav'u sokakta buldukları bir bebek gibi sahiplenip dairelerine götürüyor, sarıp sarmalıyor, hayatta kalmasını sağlıyor ve ona şefkat gösteriyorlar...

        Özellikle Emile, Yoav'a evinin kapılarını açıyor ve her tür maddi yardımı yapıyor...

        Yoav, genç, sağlıklı, güçlü bir erkek... Hikâyesini anlattıkça Emile ve Caroline, ona yakınlaşıyorlar.

        Yoav her gün domates soslu makarna yiyerek, minimal koşullarda, açlık sınırında yaşayan bir göçmen... Tümüyle vicdani nedenlerle her şeyi geride bırakmış olması onları etkiliyor...

        Emile ve Caroline konforlu, rahat hayat sürdüren Parisli iki genç. Kendi rahatlarından duydukları utanç duygusu nedeniyle ilgi gösteriyorlar Yoav'a...

        Emile, Yoav'un hikâyelerini alıyor. Caroline ise bedenini...

        Emile, onun bir Fransız vatandaşı olması için elinden geleni yapıyor. Ama bu “üçlü ilişki” elbette yürümüyor.

        Yoav ikisine bedensel ve ruhsal olarak yakınlaşsa da kendini bir türlü onlarla eşit hissedemiyor. Caroline'in çalıştığı klasik müzik orkestrasının konserine katıldığı sahnede, uyumsuzluğu doruğa çıkıyor... Yoav'un bir Fransız ya da Avrupalı olamayacağını anlamasının verdiği nefretle zıvanadan çıktığı sahne de diyebiliriz buna...

        Yoav'un, Emile ve Caroline ile ilişkisi dışında Paris'te başka deneyimleri de oluyor.

        Kendi başına geçinmek, para kazanmak istiyor. İsrail Konsolosluğu olduğunu düşündüğümüz bir yerde güvenlikçi olarak iş buluyor. İlk iş görüşmesi sırasında, konsolosluğa iş için gelen Tolga adlı -muhtemelen Türk kökenli- teknisyen ve oğluna nasıl davranması gerektiğini uygulamalı olarak gösteriyorlar ona... Ama Yoav, insanlara soğuk, buyurgan ve kötü davranmak yerine hizmet etmeye kalkınca hemen kovuluyor.

        Nadav Lapid, film boyunca ırkçılığın nefretle büyüdüğünün altını özellikle çiziyor.

        Filmdeki Yahudiler, kendilerinden nefret edenlerden nefret etmeyi görev biliyorlar. Mesela, Yoav'un Yahudi arkadaşının metrodaki tavırları bunun tipik bir göstergesi... Bakışlarıyla “Yahudi'yim, biliyorum beni sevmiyorsunuz ama ben de sizi sevmiyorum. İsterseniz kavga edebiliriz” demeye getiriyor...

        Ülkesinden nefret eden Yoav'un Paris'te yine kendi ülkesine ait bir yerde çalışmak istemesi kuşkusuz çok tutarsız bir davranış.

        Arkadaşının Paris metrosundaki ırkçı nefret gösterisini dakikalarca sürdürmesi ve başının hiç belaya girmemesi de pek inandırıcı değil. Ama biliyoruz ki Nadav Lapid'in derdi inandırıcılık değil. Kendi tezini savunmak...

        Varmaya çalıştığı nokta, Yoav'un Paris'te ya da başka bir yerde İsrail'den asla kopamayacağı...

        Nadav Lapid, “siz ne kadar kaçmaya çalışırsanız çalışın, vatanınız, devletiniz, dininiz, diliniz gelir sizi bulur” demeye getiriyor... Yeni bir kimlik ya da vatandaşlık hakkıyla başka bir milliyete geçmenin sadece kağıt üstünde mümkün olabileceğini ima ediyor... Bütün filmin bu fikirler etrafında kurulduğu kesin...

        Yoav, Fransa vatandaşı olmak için elinden geleni yapıyor. Özel kursa katılıyor, Fransızların milli marşı “Marseillaise”i söylüyor, geçmişiyle bağlarını koparması için laiklik eğitimi alıyor... Ama tüm bunlar işin “resmi” yanı... İş para kazanmaya gelince, “istismar filmleri” çeken biriyle irtibat kuruyor ve açılış sahnesinde olduğu gibi yine çırılçıplak, savunmasız kalıyor.

        Dili ve diniyle tam da o porno çekimi sırasında yeniden karşılaşması filmin en çarpıcı ve üzücü anı belki...

        Yoav, bütün film boyunca İbranice konuşmayı reddediyor. Hatta İsraillilerle bile ana diliyle değil, İngilizce konuşuyor. Daha iyi Fransızca öğrenmek için yanında sürekli sözlük taşıyor ve yeni sözcükler öğrenmeye çalışıyor. Filmin adı da oradan geliyor zaten...

        Dili tümüyle reddetmesi kuşkusuz çok anlamlı. Çünkü birçok açıdan insanın asıl vatanı dil değil midir?

        Babasıyla dahi İbranice konuşmuyor... Ama dili gelip onu buluyor, hem de hiç beklemediği bir yerde...

        Final, tıpkı açılış sahnesi gibi tümüyle simgesel aslında... Yoav'un kapıları çalarak başladığı film, kapılara yumrukla vurması ve yüklenmesiyle sona eriyor...

        Nadav Lapid, “Eşanlamlılar”ın özyaşamsal nitelikler taşıdığını söylemiş.

        Dünyada birçok insan, Yoav'un aksine dilinden, dininden hiç vazgeçmeden, ülkesini hep içinde taşıyarak göçmenliği tercih ediyor... Amaçları çoğunlukla iş ve ekmek oluyor. Bazen de özgürlük... Son derece gerçekçi nedenleri var.

        Yoav ise tümüyle bir hayalin peşinde... İmkânsız bir hayalin...

        Finalde geleceği noktayı, kendi ana dilini konuşmayı reddettiği andan anlamak mümkün. Dolayısıyla, “Eşanlamlılar”ı çok zihin açıcı bulduğumu söyleyemem.

        Nadav Lapid, hareketli kamerası, uzun çekimleri, oyuncu yönetimi ve mizansenleriyle kendine özgü bir dünya kurmayı başarıyor. Paris'e biraz da Yoav'ın gözünden bir yabancı gibi bakmış. Özellikle Seine Nehri'ni ve üstünde köprülerini kullanmış mekân olarak... Seine Nehri ve Emile'in oturduğu apartman dairesi Paris'i simgeleyen mekânlar...

        Özellikle politik içeriği, İsrail'i eleştirme konusundaki cesareti ve kendi ülkesine meydan okuyan ana kahramanı itibarıyla birçok eleştirmenin çok sevdiği bir filme imza attığı kesin. Berlin'de Altın Ayı kazanmayı da başarması da önemli...

        Ama kendi adıma filmi sevdiğimi söylemem mümkün değil. Özellikle “hissedilen süresi” itibarıyla bence hayli uzun bir film “Eşanlamlılar”... Sahneler çok uzuyor, benzer imgeler çok fazla tekrar ediliyor... Filmin en başından nereye varacağını tahmin edebiliyorsunuz.

        Öte yandan oyuncuların hakkını yemek istemem. Başroldeki Tom Mercier dahil olmak üzere filmin üç genç oyuncusu da gerçekten iyi iş çıkarıyor.

        6/10

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar