Fransız aşk filmlerini sevenlere...
Louis Garrel, son dönem Fransız sinemasının popüler aktörlerinden biri... Yönetmen Philippe Garrel'in oğlu olan Louis Garrel'i, “Saint Laurent” (2014), “Godard ve Ben” (Le redoutable – 2017) gibi Türkiye'de de gösterilen filmlerden hatırlıyoruz. Garrel'in ilk uzun filmi “Les deux amis” (İki Arkadaş), dünya prömiyerini 2015 Cannes Film Festivali'nde yapmıştı. Bir aşk üçgenini anlatan duygusal bir komediydi ve başrolünde o zamanlar birlikte olduğu eşi İranlı aktris Gülşifte Farahani oynuyordu.
Yeni filmi “Sadık Bir Adam” (L'homme fidèle), yine aşk üçgenleri üzerine kurulu duygusal bir komedi... Başrolünde ise ikinci eşi Laetitia Casta var.
Filmin hikâyesine geçmeden önce Garrel'in “Sadık Bir Adam”ın senaryosunu gerçek bir sinema duayeni olan Jean-Claude Carrière ile birlikte yazdığının altını çizmek istiyorum.
2015'te Onur Oscar'ı kazanan Jean-Claude Carrière, şu an 88 yaşında... Mesleğe 1960'lı yıllarda başladı. Luis Bunuel'in “Gündüz Güzeli” ve “Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği” gibi başyapıtlarının yanı sıra “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”, “Valmont” gibi kalburüstü edebiyat uyarlamalarına imzasını attı
Garrel ve Carrière'in ortak ürünü olan “Sadık Bir Adam”, her haliyle vasatın üstüne çıkan Fransız usulü bir romantik komedi...
Giderseniz, tuhaf ve komik bir açılış sahnesi bekliyor sizi. Aslında çekim tekniği açısından sade bir sahne... Garrel, Abel (Louis Garrel) ile Marianne'in (Laetitia Casta) apartman dairesinin girişinde konuştukları sahneyi klasik bir açı / karşı-açı tekniğiyle çekmiş. Sahne, Marianne'in birlikte yaşadığı sevgilisi Abel'e “Hamileyim” demesiyle başlıyor. Bir an baba olacağını düşünerek heyecanlanan Abel, daha sonra çocuğun babasının en yakın arkadaşı Paul olduğunu, ilişkileri 1 yıldır süren Marianne ile Paul'ün 10 gün sonra evleneceklerini öğreniyor.
Yaşadığı çok büyük bir şok ama sakinliğini koruyor... Sahnedeki ince mizah duygusu, tümüyle bu sakinlikle ilgili... Hem anlatımın hem de karakterin sakinliğiyle...
Hemen peşinden gelen domuz çiftliğindeki röportaj sahnesindeki mizah ise dış dünya ile iç dünya arasındaki tezattan geliyor. Sonuçta, hayat her koşulda devam ediyor ve terk edilen Abel, işi gereği kendini bir anda domuz üreticilerinin problemlerini dinlerken bulabiliyor...
Unutulmaz bir terk edilme sahnesiyle açılan “Sadık Bir Adam”, bir “terk edilme hikâyesi” anlatmıyor. Tam aksine, öykü çok farklı şekilde gelişiyor: Bir anda 9 yıl sonrasına, Paul'ün cenaze törenine geçiyoruz. Marianne, artık tek çocuklu dul bir kadın ve mezarlıkta taziyeleri kabul ediyor. Abel de orada... İç sesinden Marianne'i hâlâ unutamadığını ve onunla kaldığı yerden devam etmek istediğini öğreniyoruz.
Peki, 9 yıl önce yaşadıkları? Öylesine bir olaydan sonra hiçbir şey olmamış gibi Marianne'e dönmesi gerçekten mümkün mü?
Diyelim ki, Marianne'e güvendi. Peki, Marianne ona güvenip kabul edebilir mi? Abel'in intikam amacıyla birlikte olmak istemediğini nereden bilebilir ki?
Her şey bir yana Abel, 9 yıl önce yaşadıklarını hesabını sormadan Marianne ile yeni bir ilişki kurabilir mi?
Tüm bu belirsizliklerin, yanıtlanması zor soruların üzerine tüy diken iki önemli “mesele” daha var filmde...
Paul'ün kız kardeşi Eve (Lily-Rose Depp), yıllardır âşık olduğu Abel'le birlikte olmak için yanıp tutuşuyor... Ve Marianne'in oğlu Joseph (Joseph Engel) annesinin babasını zehirleyerek öldürdüğünü düşünüyor...
Genç ve tutkulu Eve, filme Woody Allen usulü bir romantik komedi havası getirirken küçük Joseph öyküyü “kara komedi suları”na doğru sürüklüyor...
“Sadık Bir Adam”, yer yer karakterlerin iç sesleriyle ilerleyen bir film.. Böylelikle eylemler ile düşünceler arasındaki uyum ya da çelişkileri görmek mümkün. Abel ve Marianne, kendilerini içgüdülerine, duygularına bırakmış karakterler...
Genç Eve'in tutkusu ve yaşadığı zihinsel karmaşa olmasa, “Sadık Bir Adam”ın her şeyi sakince, telaşsızca yaşayan insanlar üzerine bir film olduğu söylenebilir. Çünkü Marianne, Abel ve hatta küçük Joseph serinkanlı karakterler. Eve ise tam tersine..
Marianne'e gelip duygularını açıkladığı ve Abel'i açık açık istediği sahnenin bir benzerini daha önce seyrettiğimi hatırlamıyorum. Sahnenin çekimini değil, olayın kendisini kast ediyorum.
Öte yandan, Eve'in Abel'in iş yerine gelip aşk ilan ettiği sahne de görmeye değer.
Eve, sadece Abel ile Marianne'in arasına giren bir kız değil. Filmin üç ana karakterinden biri... Hatta arzuları, düşünceleri ve eylemleri arasındaki çelişkiler itibarıyla Eve, filmin bence en ilgiye değer karakteri... Ayrıca dürüst biri. Günler sonra iş gezisinden dönen Abel'e romantik bir şekilde sarılıp “Bir süre yalnız olmaktan çok mutluydum. Yalnızlık bana iyi geldi” demesi mesela... Öyle ki Abel, ne diyeceğini bilemiyor.
Eve, bize bir insanı istemekle sevmek arasındaki farkı gösteren bir karakter... Aşk bazen sadece sahip olma isteğiyle ilgili olabilir... Eve için de Abel tam bir takıntı.
Öte yandan, Marianne'in Abel'e sahip olmak gibi bir derdi yok...
Marianne'in dürüstlüğü olmasa Abel belki bilinçdışındaki intikam hissiyle hiç yüzleşemeyecek ve bu durum, bütün hayatını zehirleyecek...
Açılış sahnesinde “ihanet eden, aldatan kadın” statüsüne koyduğumuz Marianne, aslında filmin “bilge kişisi” dahi sayılabilir. Yıllar önce neden Abel'i değil de, Paul'ü tercih ettiğini gayet iyi anlatıyor aslında. Annelik, bazen en güçlü duygu değil midir?
Garrel ve Carrière, son sözü seyirciye bırakan bir senaryoda karar kılmışlar.
Film, son derece hafif bir hikâye akışı içinde derinleşebiliyor.
Baştan sona varlığını hissettiren mizah duygusu, karakterlerin aşırı dürüstlüğünden de kaynaklanıyor. Eve ve küçük Joseph hariç Marianne ile Abel'in başladıkları noktaya göre değiştikleri söylenemez... Marianne iki erkeği aynı anda sevebiliyor. Abel aklının bir köşesinde Marianne'e hak veriyor... Filmin altını çizdiği nokta, gerçek sevgi ve dürüstlüğün her şeye iyi geldiği...
Oyuncular iyi ama ben en çok Lily-Rose Depp'in performansını sevdim. Depp'in Vanessa Paradis ile Johnny Depp'in kızı olduğunu hatırlatalım.
Yönetmen Garrel, Eyfel Kulesi ve çatılarının görüntüsüyle açtığı filminde, mekân olarak çoğunlukla tenha Paris sokaklarını kullanmış, eski Paris apartmanları, gerek iç gerekse dış görünümleriyle filme tanıdık bir görsel doku getiriyor... Görüntü yönetmeni Irina Lubtchansky, 35mm olarak çektiği filmde pastel tonlarda bir renk paleti yakalamış. Garrel'in son derece ölçülü kullandığı müzik ise Paris'te geçen aşk filmlerini hatırlatan nostaljik tonlar taşıyor.
“Sadık Bir Adam”, iddiasız ve hoş bir film. Hoşluğu, anlatımın sakinliği ve karakterlerinin dürüstlüğü kadar klişelere bulaşmamasından geliyor.
Fransız aşk filmlerini ve romantik komedi sevenlere gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.
6.5/10