Bir soygunun anatomisi
Bart Layton, belgeselleriyle tanınan bir yönetmen. “Amerikan Soygunu” (American Animals) onun ilk konulu filmi... Ne var ki, Bart Layton'ın belgeselci geçmişinden tümüyle koptuğu söylenemez. Tam aksine, kurmaca ile belgesel arasındaki sınırları esnetmek, iki tür arasındaki ilişkileri araştırmak ve “ortak alanlar” bulmak istediği kesin...
Belgesel türünün temel karakteristiğini, gerçekliğe sadakat olarak kabul edersek “Amerikan Soygunu”, kurmacayla gerçeği yan yana getirmeyi deneyen bir film...
Son yıllarda, gerçek hikâyeler üzerine kurulu olan filmlerin finalinde, özellikle de arka jeneriklerinde, belgesel çekimler ya da fotoğraflar kullanılmasına alıştık... Film boyunca bir oyuncunun canlandırdığı gerçek kişiyle finalde karşılaşıyoruz genelde.
“Amerikan Soygunu” ise bu yaklaşımın ötesine geçiyor; kurmacayla belgeseli birleştiriyor.
Bart Layton, hikâyesini anlattığı gerçek kişilerle yaptığı röportajları filmin sadece finaline değil her tarafına yerleştiriyor. Bu yaklaşımın ortaya çıkardığı sonuçları ele almadan önce “hikâye”ye ya da filmde konu edilen olaylara bakmakta yarar var.
“Amerikan Soygunu”, 2004 yılında Kentucky eyaletinin Lexington şehrinde bulunan Transylvania Üniversitesi'nde yaşanan bir soygunu anlatıyor. Hiçbir sabıkaları olmayan, iyi aile çocuğu dört öğrenci, üniversite kütüphanesinin özel bölümünde tutulan nadir kitapları çalmak için bir soygun planı yapıyorlar...
Her şey, sanat öğrencisi Spencer'ın nadir kitapların sergilendiği salonu ziyaret etmesiyle başlıyor. Spencer kafasında filizlenen soygun fikrini arkadaşı Warren'a anlatıyor. Warren bir şeyi kafaya taktı mı peşini asla bırakmayan biri... Soygun fikri onda öylesine sabit fikir haline geliyor ki, hiçbir şey onu durduramıyor; plan gereği “çete”ye Eric ve Chas'i de dahil etmekten çekinmiyor.
Dört gencin yaşadıklarını senaryo haline getirseniz ve “gerçek olaylardan yola çıktığınızı” kendinize saklayarak yapımcılara sunsanız, “inandırıcı olmamakla” suçlanmanız mümkün...
“Üst orta sınıftan gelen, ciddi anlamda maddi sorunları olmayan dört genç üniversite öğrencisinin, bütün hayatlarını riske atma pahasına böylesine aptalca bir soyguna kalkışacağına gerçekten kim inanır ki?” sorusuyla karşılaşabilirsiniz. “Filmi komedi olarak çeksek dahi gençlerin böylesi çılgın bir soygun fikrine bağlanmaları için çok daha güçlü nedenler olmadığı sürece seyirciyi ikna etmek mümkün olmaz” denmesi de mümkün... Kuşkusuz, haksız değiller... Ama hayat, bazen senaryo ve dram teorilerine uymayacak kadar acaip olabilir. Tıpkı 2004 yılında Lexington Üniversite'sinde yaşananlar gibi...
Evet, dördünde de bir soygun yapma arzusu var ama nedenleri belirsiz...
Her şeyden önce “can sıkıntısı” diyebiliriz. Özellikle Spencer ve Warren için... Bart Layton, Spencer'in Warren'a soygun fikrinden ilk söz ettiği sahneyi yasa dışı bir şeyler yapma arzusunun zihinde belirdiği an olarak çekmiş. Spencer akşam vakti dükkânların önünde taşkınlık yaparak eğlenen gençlere bakıyor bu sahnede. Gençler alevler içindeki bir market arabasını caddeye doğru fırlatıyorlar... Spencer tam da bu anda farklı bir şeyin parçası olmaktan söz ediyor Warren'a...
Spencer'ın özellikle kuş çizimleriyle dolu nadir kitaba karşı duyduğu ilgiyi unutmayalım. O çizimlerde tam olarak tanımlayamadığı, kendisini aşan bir güzellik görüyor... Daha önemlisi, bir sanatçı olarak orta sınıf konformizminden kurtulmak, topluma ve kurallarına meydan okumak istiyor. Spencer'ın zihninde beliren soygun fikrinin bir yanında can sıkıntısı, bir yanında tanımlayamadığı bir arzu var. Soygundan vazgeçtiği gece uzakta bir kuş görmesi, atlanmaması gereken bir ayrıntı. Kuş, orada duruyor ve Spencer adeta büyüleniyor.
Warren'ı ise özellikle soygun fikrinin kendisi çekiyor... Bu noktada, Warren'ın sinema meraklısı olduğunu unutmamak gerekiyor. Stanley Kubrick'in “The Killing”i başta olmak üzere "Rezervuar Köpekleri" dahil peş peşe birçok soygun filmi izlediği belli. Warren, üniversiteden umudunu kesmiş biri. Annesi ve babasının bilmediğimiz bir nedenden ayrılmaya karar vermeleri, Warren'ı soygun fikrine daha da bağlıyor. Bu arada, duygusal ve gözü yaşlı biri olan babasını rol model olarak kabul edemediğinin altını çizelim. Warren'ın, soygun filmlerinde seyrettiği o sert erkeklerden biri olmak istediği çok belli... Kendi gerçekliğinden kaçmayı, “bir soygun filminin içinde olmayı” arzuluyor.
Warren, aslında soygunun ona sağlayacağı maddi imkânlar kadar soygun sürecinin verdiği zevki de önemsiyor. New York'ta gizemli bir adamla buluşmak, Amsterdam'da alıcılarla irtibata geçmek, suç dünyasının karanlığına girmek, onun için keyifli olaylar...
Eric'in motivasyonu ise öncelikle Warren'la yeniden arkadaş olmak... Onu Spencer ve Warren'ın tutkusu sürüklüyor. Ekibe en son giren ve içlerinde en az paraya ihtiyacı olan Chas ise belli ki “basit soygun, kolay para” özlemine kapılıyor. Çünkü Warren ona her şeyi gayet iyi planladıklarını söylüyor...
Dördünü de soygun planına çeken en önemli ortak motivasyonun gençlik çılgınlığı olduğunu söylemek mümkün; çünkü gençler bazen sıra dışı büyük bir olayın parçası olmak isterler... Spencer, Warren, Eric ve Chas'i çeken fikir galiba bu... Soygunun getirisi kadar o süreci yaşamanın zevki...
Öte yandan, “kolay para” özlemini pas geçmemek gerekiyor... ABD'de işlerin çok da yolunda gitmediği bir dönemdeler.
Yine de yakalanma korkusunun kolay para özlemine baskın çıktığı anlar var. Warren, saplantılı bir şekilde ısrar etmese soygunun planlanma aşamasından fiiliyata geçmeme ihtimali yüksek... Bir noktadan sonra, sadece Warren'ı “yarı yolda bırakmamak” adına devam ettikleri dahi söylenebilir. Filmin belgesel bölümlerinde neden vazgeçmediklerine dair tatmin edici açıklamalar getirememeleri dikkat çekici...
“Amerikan Soygunu”, “kötü son”a doğru giden yolu kesin bir neden – sonuç ilişkisi içinde sunmak istemiyor.... Bart Payton'ın kurmaca sahnelerin arasında gerçek Spencer Reinhard, Warren Lipka, Eric Borsuk ve Chas Allen ile yaptığı röportajları koymasının amacı tam da bu değil mi? Bize kolay açıklamalar sunmak yerine olayların akışında rol oynayan anlık kararların önemini göstermek istiyor.
Bart Layton, röportaj sahneleriyle öncelikle kurmaca olanla aramıza bir mesafe koyuyor. Seyrettiklerimizin gerçekliğini sorgulamamızı sağlıyor...
Kurmaca görüntülerle gerçek kişilerin anlattıkları yan yana geldiğinde ise seyirci olarak zihnimizde üçüncü bir anlatı katmanı oluşuyor...
Filmin belgesel bölümlerinde karşımıza çıkan Spencer, Warren, Eric ve Chas'i kurmaca bölümlerde Barry Keoghan, Evan Peters, Jared Abrahamson ve Blake Jenner canlandırıyor. Karakterler arasında bariz bir fiziksel benzerlik olmaması filmin avantajı... Biz de böylelikle, oyuncuların karakterin ruhunu yakalayıp yakalamadığına odaklanıyoruz ve dört aktörün de iyi iş çıkardığını görüyoruz.
Filmin büyük bölümünü oluşturan kurmaca sahnelerde, soygun filmi klasiklerinden esinlenerek çekilen, stilize sahneler ve kurgu oyunlarıyla dolu güzel bir soygun filmi seyrediyoruz...
Belgesel sahnelerde ise bu soygun filminin aralarında kameraya doğru konuşan ve bize yaşadıkları olaylar sırasındaki duygularını, düşüncelerini anlatan gerçek kişilikler var.
Kurmaca bölümde, birbirinden iyi gerilim sahneleri, ince bir mizah duygusu, başka filmlere yapılan göndermeler ve çok sağlam bir sinema duygusu bekliyor bizi. Bart Layton, bu bölümde hızlı kurgu ve hareketli kamera tekniklerini kullanıyor, şarkılara yer veriyor.
Belgesel bölümlerde, Layton kamerasını hareket ettirmiyor. Karakterler tam karşı cepheden bize doğru bakıyorlar. Dördünü de genellikle kesintisiz çekimlerde konuşurlarken görüyoruz. Bu sahnelerin sakin ve gerçekçi tarzı ile kurmaca bölümün hızlı kurgusu, hareketli kamerası, ses miksi ve zengin renk paletleri arasında zıtlık var.
Kurmaca bölüm, tümüyle sinemasal haz yaratmaya yönelik. Soygun sırasında ortaya çıkan terslikler, beceriksizlikler nedeniyle bazen gülmeden edemiyoruz... Belgesel bölüm ise gerçekliğin basitliğini yansıtıyor ve orada gülünecek çok şey yok.
“Üçüncü anlatı katmanı” ise tümüyle bizim zihnimizde oluşuyor. Bir sahnede gerçek Warren'ın gözyaşlarının gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyoruz mesela... Kurmaca ile gerçeklik arasındaki fark üzerine düşünüyor, kendi yargılarımızı vermeye çalışıyoruz.
Bart Layton'ın filmin başına koyduğu Charles Darwin alıntısını da unutmamak gerekiyor. Layton'ın bu alıntıyla evrim teorisini Amerikan suç geleneğine uygulamaya çalıştığını düşünebiliriz... Dört genç, kaba kuvvetin ve suçun hüküm sürdüğü Vahşi Batı geleneğinin yıllar sonra ortaya çıkan temsilcileri gibiler. İyi aile çocukları olarak “kaba kuvvete başvurmak” istemiyorlar ama bir şekilde kendilerini “kırmızı çizgi”nin öteki yanında buluyorlar.
Gençlerin çalmaya çalıştıkları değerli kitap, Amerikan kuşları üzerine... Yönetmen Layton, özellikle yırtıcı Amerikan kuşlarının resimlerini filmin görselliğinin parçası haline getirmek istemiş. Tavşanları parçalayan yırtıcı kuşların resimlerini gösterdiği bu ara planlarla Amerikan toplumunun geçmişindeki vahşi hayatı akla getirmek istediği söylenebilir.
“Amerikan Soygunu” net fikirlerle karşımıza gelmeyen, bunun yerine bizi düşündürmek isteyen filmlerden biri. Belgeselle kurmaca arasında gidip gelen yapısıyla yenilikçi bir yanı var. Her şey bir yana, içerdiği sinemasal haz duygusuyla dahi gönül rahatlığıyla önerebileceğim bir film...
7/10
- Çöl tozu, motor sesi ve Furiosa1 gün önce
- Üç film, tek hikâye3 gün önce
- 'Yurt': Baskıyla büyümek…1 hafta önce
- Bir rekabet komedisi: 'Çılgın Kahvaltılık'1 hafta önce
- 'Maymunlar Cehennemi' efsanesi sürüyor2 hafta önce
- Yasaları umursamayan ataerkil düzen2 hafta önce
- Aşk ve özyıkım3 hafta önce
- Manastırda gerilim ve dehşet: 'Arınma'3 hafta önce
- Dublörlere yazılmış aşk mektubu3 hafta önce
- 'Gün eksilmesin penceremden'1 ay önce