Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

John Wick filmlerinin en ironik yanı, evinde huzur içinde matem tutmaktan başka amacı kalmamış bir adamın yüzlerce insanı öldürmek zorunda kalmasıdır...

Gerçekten de ilk iki filmde John Wick'in arzusu hep aynıdır. Evinde tek başına oturup çok sevdiği eşinin matemini tutmak ister. Ama “kötü adamlar” bir türlü buna izin vermez, yerli yersiz John Wick'e bulaşırlar.

John Wick de çarnaçar gereğini yapmak zorunda kalır, kendisine bulaşan herkesin hakkından gelir...

Read more!

İlk filmde Rus mafyası, ikincisinde ise İtalyan mafyası vardı karşısında...

“John Wick 3”te (John Wick: Chapter 3 – Parabellum) ise karşısında belirli bir kişiden ziyade görünmez bir güç var: Suç dünyasının “Yüksek Şûra”sı...

John Wick (Keanu Reeves) bu kez evine gidemiyor bile. Çünkü üçüncü film, ikinci filmin bittiği yerden; yani, John Wick'in Santini'yi öldürdüğü Continental Oteli'nden kaçmasıyla başlıyor.

Malum, John Wick filmlerinde yasa, hukuk, polis ve benzeri unsurlar pek yoktur. Bunların yerini, suç dünyasının kendi hiyerarşisi ve kuralları almıştır... Continental Oteli de “suç dünyasının İsviçre'si” gibi bir yerdir...

Öyle bir yerde Santini gibi birini öldürmek, Yüksek Şûra'nın asla affedebileceği bir şey değil. İşte bu yüzden, John Wick sahip olduğu tüm imtiyazlardan mahrum bırakılıyor; hakkında 14 milyon dolar ödüllü ölüm emri çıkarılıyor ve aksiyon anında başlıyor.

İlk başlarda, sadece ödül peşindeki katillerle savaşıyor John Wick... Ama kendine aşırı güvenli, mankenleri andıran “Hakem”in (Asia Kate Dillon) devreye girmesiyle Yüksek Şûra, filme giderek ağırlığını koyuyor... Bu arada, John Wick'e kaçması için 1 saat veren Winston (Ian McShane) ile lojistik yardım sağlayan Bowery King (Laurence Fishburne) de Şûra'nın hedefi haline geliyorlar.

İlk iki filmde suç dünyası, kendine özgü para birimi ve esrarengiz bürokratik yapısıyla kusursuzca işleyen mükemmel bir düzeneği andırıyordu. Mühürler, parmak damgaları, imzalar, kalın dosyalar, eski usul daktilolar, çevirmeli telefonlar, tebeşirli tahtalar, üniformalı görevliler ve 1980’lerden kalma bilgisayarlarla yürütülen bir bürokrasiydi bu... Tüm bunlar John Wick'in lehine işleyen gelenekçi, katı, hiyerarşik bir yapının göstergeleriydi. Burada ise aynı bürokrasi John Wick'in karşısına geçiyor..

John Wick'in böylesi güçlü bir iktidarla karşı karşıya gelmesi, üçüncü filme kuşkusuz daha farklı bir hava veriyor. İlk iki filmde kötü adamların ortak günahı “açgözlülük”tü... Burada ise kötü adamlardan ziyade iktidarın kibri ve katı bürokrasi çıkıyor karşısına... Dördüncü filmde ne olur bilmiyorum ama John Wick'in bu filmdeki amacı aslında isyan etmek ya da sistemi değiştirmek değil. Yegâne arzusu eşini hatırlayarak yaşamak...

İşin ironik yanı, böylesi ruhanî bir amaç için yaşamak isteyen John Wick'in, film boyunca yine bir sürü insanı öldürmek zorunda kalması... Aşağı yukarı bir mezarlığı dolduracak kadar insan ölüyor filmde. Çoğunun yüzünü bile görmüyoruz. Zaten video oyunlardaki grafik figürlerden farksızlar... John Wick çoğunu yakından silahla öldürüyor. Özellikle çatışma ve öldürme sahneleri video oyunları estetiğinin bire bir yansıması. Dövüş sahneleri ise Uzakdoğu dövüş filmleri geleneğini takip ediyor.

John Wick hayranı Uzakdoğu çetesini, özellikle de Marc Dacascos'un oynadığı liderleri Zero'nun filme getirdiği mizah duygusunu bir yana bırakırsak “John Wick 3” genel olarak ciddi ve karanlık bir film...

Zaten serinin asıl numarası, inandırıcılık dozu düşük bir öyküyü son derece ağırbaşlı, ciddi bir tavır ve şık bir sinema diliyle anlatmak değil mi? Hikâye değil, sadece biçim önemli.

Aksiyon, dövüş ve şiddet konusunda önceki filmleri aratmayan yönetmen Chad Stahelski, görsel atmosferi itibarıyla yine stilize bir film çekmiş... Stahelski, dövüş sahnelerinde göze hoş gelen bale benzeri bir koreografiden ziyade sertlik ve şiddet dozunu yüksek tutan bir mizansen tercih etmiş. Dövüş seyretmeyi sevmeseniz dahi sahnelerin tasarımı, düzenlenmesi, aydınlatması ve renk paletleri damakta bir sinema tadı bırakıyor.

“John Wick 3”, daha çok dışavurumcu kara filmleri hatırlattı bana... Mekân seçimleri ilgiye değer. Besketbol oyuncusu Boban Marjanovic'in oynadığı kiralık katille John Wick arasında ölümcül bir ikili dövüşe sahne olan New York Halk Kütüphanesi mesela.... Antikacının koridorlarındaki kılıçlı, bıçaklı, baltalı dövüşü; at ahırında at tekmelerinin silah gibi kullanıldığı ve Keanu Reeves'in bir atın sırtında New York caddelerinde iki motosikletliden kaçtığı sahneleri de unutmayalım... Gerçekçilik duygusu diye bir dert olmayınca bu tür filmlerin senaryosundaki yaratıcılık unsurlarından biri aksiyon sahnelerinin arka fonu ya da dekoru oluyor...

Tam da burada, Rus mafyasıyla Rus bale geleneğini birleştiren Tarkovsky Tiyatrosu sahnesinden söz etmem gerek. Chad Stahelski, bu sahneyle bir anda bambaşka bir tat ve doku getiriyor filme. Anjelica Huston'un canlandırdığı otoriter dans hocası ve onun baskısıyla bedenlerini zorlayan bale öğrencileri aklımıza Edward Degas resimlerini, hatta “Siyah Kuğu” (Black Swan) filmini dahi getiriyor. Tıpkı Halle Berry'nin yer aldığı Casablanca bölümü ve peşinden gelen çöl sahnelerinde olduğu gibi, kendimizi başka bir filmin içine düşmüş gibi hissediyoruz.

“John Wick 3”e damgasını vuran mekân ise Continental Oteli... Otel genel olarak loş ve karanlık. Ama aynalarla, camların birbirine karıştığı, sergi salonlarını andıran ve finale doğru Zero ile John Wick'in hesaplaşmasına sahne olan mekân daha farklı.. Burada ilk bakışta her şey şeffaf, aydınlık gibi görünüyor ama bir süre sonra yanılsamalar ve yansımalarla dolu bir yerde olduğumuz anlaşılıyor...

6.5/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar