Gaspar Noé'den bir kötülük gecesi
“Dönüş Yok” (Irreversible - 2002) ve “Love” (2015), seyirciyi zorlamayı seven bir yönetmenin filmleridir. İlki, şiddetin ve zorbalığın cezasız kaldığı bir dünyada yaşadığımızı, neredeyse bundan zevk alarak, seyirciye acı çektirmek isteyen bir tarzda söyler... “Love”, konulu filmlerin dışına atılmış “hard porno” malzemesini duygusal bir aşk öyküsünün içine koyarak seyirci alışkanlıklarını zorlar.
“Climax”in ise seyirciyi aşırı derecede zorlayan bir yanı yok. Sondaki jenerik yazılarını filmin başında verip açılış jeneriğini geç kullanmasını ve arada Jean-Luc Godard usulü ironik "ekran yazıları"na yer vermesini bir yana bırakırsanız Gaspar Noé'nin “Climax”te yeni, farklı şeyler denediği söylenemez.
Son provalarından sonra parti yapan dansçı gençlerin, içki ve uyuşturucunun etkisiyle yavaş yavaş kontrolden çıkıp sapıtmasını, kendilerine ve birbirlerine zarar vermelerini anlatan “Climax” yönetmenlik açısından bence yaratıcı bir iş... Karanlık, klostrofobik görsel atmosfer kadar, elektronik müziğin ritminin oluşturduğu işitsel atmosfer de başarılı. Ayrıca uzun tek çekimlerin, kısa planlı sahnelerin, üst açıların ve hareketli kameranın çok yerinde kullanıldığını düşünüyorum. Yönetmenlikteki asıl dikkat çekici nokta ise Gaspar Noé'nin karakterlerin zihnini anlatımın bir parçası yapmayı hedeflemesi ve bunu başarması... Dansçıların son provasında herkes ayık ve zinde. Koreografi tıkır tıkır işliyor, aralarında müthiş bir uyum var. Kargaşanın, hızın ve beden dilinin estetiğini seyrediyoruz. Kamera ve mizansen de bu estetiğe uyum sağlıyor. Ama içki ve uyuşturucuyla birlikte karakterlerin dünyayı algılama biçimi bozulunca; kamera kullanımı, mizansen ve kurgu anlayışı da değişiyor. Özetle, filmin anlatımı ya da Gaspar Noé'nin yönetmenliğiyle ilgili bir sorunum yok. Ama hikâyeyi ve filmin meselesini, dertlerini sevdiğimi söyleyemem.
Gaspar Noé benim için insan ruhunun karanlığını inceleyen, sorgulayan ya da anlamaya çalışan bir yönetmen değil. Öyle olsa severdim... Gaspar Noé, insanın doğal olarak kötü, acımasız bir varlık olduğunu düşünüyor ve bize bu fikrini dayatıyor. “Climax”te de aynısını yapıyor... Ayrıca karakterlerini sevdiğini, onlara empatiyle yaklaştığını da sanmıyorum.
Filmin röportaj tekniğiyle çektiği ilk bölümünde, dansçıları hikâyenin hemen öncesinde birer insan olarak görmemizi istiyor belki; ama hiç tanımadığımız kişilerin peş peşe karşımıza gelip konuşması ilgimizi dağıtıyor ve hiçbiriyle empati kuramıyoruz. Provadan hemen sonra, yani henüz hepsi ayıkken olup bitenlere baktığımızda ise çoğunun zaten problemli kişilikler olduğunu ve birbirlerini pek sevmediklerini fark ediyoruz. Özellikle erkeklerin durumu çok vahim. Hepsi kompleksleriyle yaşayan kibirli, benmerkezci, hastalıklı tipler. Kadınlar ise genellikle erkekleri kontrol etmekten aciz, zayıf ve çaresiz olarak gösteriliyor. Kötülüğün karşısına çıkamıyor, tam aksine kurbanı oluyorlar... Biraz daha iyi kalpli olanların ya da iyi olmaya çalışanların neden en aptalca şeyler yaptığını anlamaksa zor... Ayrıca şeytandan farksız karakterler de var. Neden öyle davrandıkları hakkında ipucu yok çünkü Noe, kötülüğü çok normal görüyor, bizden de öyle görmemizi istiyor.
Partinin ilk bölümünde karakterleri tanıyınca olup bitenleri tahmin etmek zor değil. Olayların nereye doğru gideceğini hissedebiliyorsunuz. Hatta finalde kendi adıma, grubun geceyi çok hafif atlattığını bile düşündüm... Sonuç olarak, filmin bizi getirdiği yer şöyle tarif edilebilir: İnsan zaten bencil, saldırgan ve acımasız bir varlıktır. Alkol ve uyuşturucuyla birlikte daha da kötüleşir... Burada beni rahatsız eden, Gaspar Noé'nin bu tür fikirleri, seyirciye acı vermenin zevkini çıkarmak istercesine yansıtması... Noé hayranları buna bayılıyor olabilirler. Ama ben yargılarını, fikirlerini bu kadar kendine güvenli biçimde dayatanları değil; seyirciyle bir çeşit zihinsel diyaloğa giren yönetmenleri tercih ediyorum ve Noé'nin seyirciyle diyalog kurmak istediğini pek sanmıyorum. Onun derdi seyirciye acı çektirmek...
Filmin notu: 5
E-spor da ruhun gıdasıdır: 'İyi Oyun'
Umut Aral'ın yönetmenliği için de kötü bir şey söylemem mümkün değil. Aral, profesyonel anlamda üstüne düşeni yerine getiriyor, temiz, düzgün bir iş koyuyor ortaya. Ancak tüm bunlara rağmen filmin yeterince etkili olduğunu söylemem mümkün değil.
Öncelikle karakterlerin yeterince iyi geliştirildiklerini söylemek zor. Fakat asıl sorun karakterler değil. “İyi Oyun”, bilgisayar oyunları dünyasını bir alt kültür olarak daha renkli, canlı bir atmosfer olarak karşımıza getirse, bize o dünyanın raconu hakkında daha çok bilgi ve ayrıntı verebilseydi keşke... Filmdeki karakterlerin böylesi bir alt kültürün parçası olduğunu biliyoruz ama seyirci olarak o dünyaya giremiyoruz. Sözgelimi, filmin ilk bölümünde Cenk'i (Mert Yazıcıoğlu), bir internet kafede bilgisayar oyunları oynarken, “kapalı kapılar” ardında birilerinden para alırken görüyoruz. Sonra Afra Saraçoğlu'nun oynadığı karakter “başkaları adına” oynadığını söylüyor ama bunun nasıl bir şey olduğunu pek anlayamıyoruz. Karakterlerin bilgisayar oyunlarıyla olan ilişkileri hakkında da neredeyse hiç bilgi yok. Oynamayı niye bu kadar çok seviyorlar? Sıradan oyunculardan farkları ne? Nasıl profesyonel oldular? Oysa bu soruların yanıtları, karakterleri bize daha çok yaklaştırabilirdi.
Filmin çoğu League of Legends turnuvası etrafında dönüyor. 5'er kişilik iki takımın bilgisayar başında savaştığı bir oyun bu... Ancak filmin hiçbir noktasında futbol, boks, tenis, basketbol ya da başka bir spordan aldığımız seyir keyfini bulamıyoruz. Rekabeti hissediyoruz ama çok uzaktan... Turnuvayı izleyen seyircilerin neden hop oturup hop kalktığını ya da oyuncuların oyun sırasında ne yaşadığını anlayamıyoruz. Film birkaç kısa plan haricinde bizi oyuna canlı olarak bağlamıyor...
Sonuç olarak, oyunun ruhuna yabancı kaldığımız bir spor filmi “İyi Oyun”. Çekim ve post prodüksiyon aşamalarına gösterdikleri özeni keşke, senaryo ve hazırlık aşamasına da gösterselerdi...
Filmin notu: 5
- Üç film, tek hikâye1 gün önce
- 'Yurt': Baskıyla büyümek…5 gün önce
- Bir rekabet komedisi: 'Çılgın Kahvaltılık'1 hafta önce
- 'Maymunlar Cehennemi' efsanesi sürüyor1 hafta önce
- Yasaları umursamayan ataerkil düzen2 hafta önce
- Aşk ve özyıkım2 hafta önce
- Manastırda gerilim ve dehşet: 'Arınma'3 hafta önce
- Dublörlere yazılmış aşk mektubu3 hafta önce
- 'Gün eksilmesin penceremden'4 hafta önce
- Amerikan 'İç Savaş'ını hayal etmek1 ay önce