40 yıl sonra aynı hesaplaşma: Laurie, Michael'a karşı
John Carpenter'ın yönettiği ilk Halloween'i 1981 yılının sonbaharında, İstanbul'da Emek Sineması'nda seyretmiştim. Yarattığı gerilim duygusu ve görsel atmosferinden etkilendiğimi hatırlıyorum. O yıllarda gördüğüm en iyi korku filmlerinden biriydi.
1990'larda yeniden seyrettiğimde, özellikle geniş perde (2.39:1) formatını ve hareketli kamerayı kullanma biçiminin ilham verici olduğunu fark etmiştim. Ama bugün yeniden gösterime girse, günümüzün genç seyircilerine hitap edeceğini pek sanmıyorum.
Bir korku gerilim filminin zamana direnmesi açıkçası pek kolay değil. Eleştirmenler ve sinema tarihçileri bir filmi kendi dönemi içinde değerlendirseler de seyircilerin böyle bir derdi yoktur. Korkutmayan filme gülüp geçerler. İşte bu yüzden korku-gerilim, özel efekt teknolojilerine göbekten bağımlı bir türdür... Teknoloji geliştikçe türün şekli de değişir.
İlk filmden 40 yıl sonra çekilen 2018 yapımı “Halloween”in de yeni kuşak korku-gerilim seyircisini yakalamak üzere çekildiği belli... Yeni nesil seyircinin çoğu, ilkini değil bu filmi tercih eder. Çünkü her şeyiyle daha kanlı, daha sert ve hızlı bir film. Zaten çağdaş korku sineması, başta şiddet olmak üzere her şeyin “fazla fazla” kullanıldığı bir tür değil mi? Yeni “Halloween” de seyircinin beklentilerine ihanet etmiyor, ne gerekiyorsa yapıyor.
Hikâye, 40 yıl önce başlayan “Laurie Strode ve Michael Myers hesaplaşması”nın yeni raundu üzerine kurulu... Laurie Strode (Jamie Lee Curtis), insanlardan uzaklaşmış yarı meczup bir paranoyak olarak, kale haline dönüştürdüğü evinde Myers'in dönüşünü bekliyor. Myers de onu fazla bekletmiyor. Yolculuk ettiği cezaevi nakil otobüsünden firar ediyor ve doğduğu kasaba Haddonfield'e doğru ilerliyor.
İlk filmde Myers, Amerikan toplumunun geleneksel değerlerine uymayan gençleri öldürürdü. Elinde bıçağıyla püriten Amerika'nın içindeki erkek şiddetini temsil eder ve özgür ruhlu genç kızları cezalandırırdı. Bu filmde öyle özel dertleri yok. Karşısına çıkan herkesi kadın, erkek, çocuk demeden vahşice öldürüyor. İlk cinayetlerindeki bu rastgelelik ya da hedefsizlik, finalde Laurie ve ailesiyle girdiği mücadeleden daha rahatsız edici aslında.
Myers'ın en korkutucu yanı ve serinin başarısının sırlarından biri, taktığı maskedeki donuk ifadenin giderek daha da ürpertici bir hale gelmesidir. Yüzündeki ifadeyi göremediğimiz için hangi amaçla ve neden öldürdüğünü kestiremeyiz.
Myers koşmaz, acele etmez. Sinsice, sessizce hareket ederek evlere sızar; köşeye bucağa siner ve tek bir ses ya da hırıltı çıkarmadan cinayet işlemeyi sürdürür. Sadece öldürmek için vardır. Arada başka nesneler tercih etse de favori cinayet aleti keskin ve büyük bir mutfak bıçağıdır... Özetle, en vasat senaryoda bile Michael Myers korkutucudur. David Gordon Green'in yönettiği “Halloween”in de en büyük kozu yine Myers...
Ciddiye alınır alt metinler olduğunu söylemek zor ama her an savaşmaya hazır ve istekli Laurie'nin haklı çıktığını düşünürsek, filmin saldırgan ve paranoyak bir tutuma sempati duyduğu söylenebilir. Ayrıca Myers'ın, Halloween kutlamalarını, kaçamak sevgili buluşmalarını, libidosu yüksek gençleri cezalandırdığını unutmayalım. Yani, belirli ölçülerde yine muhafazakâr alt metinler var ama hikâyenin, Myers'in cinayetlerini birbirine bağlamaktan başka kayda değer bir işlevi olduğunu öne sürmek zor. Haluk Bilginer, Jamie Lee Curtis, Will Patton ve Judy Greer gibi tanıdık oyuncular ellerinden geleni yapsalar da karakterler tek boyutlu ve sığ kalmaktan kurtulamıyor. İlk bölümde karşımıza çıkan iki gazeteci mesela... Bazı sahnelerdeki dramatik işlevleri dışında filmin bütününde nerdeyse hiçbir şey ifade etmiyorlar.
Özetle, “Halloween”i korku gerilim meraklıları ve Michael Myers'ı tanımayan yeni nesil dışında açıkçası kimseye öneremem... Ayrıca, ürperdiğimi veya gerildiğimi söylemem de pek mümkün değil. Son olarak, film boyunca ilk "Halloween"e bazı göndermeler yapıldığını ve benim için filmin en eğlenceli kısmının bu olduğunu söyleyebilirim.
Filmin notu: 5