Terör, anti-terör ve ötesi...
“Suikastçı” (American Assassin), bir terör kurbanının CIA’daki bir anti-terör timine katılmasını anlatıyor. Terörizme karşı kişiselliği değil vatanseverliği öne çıkaran film, özellikle Türkiye sahnelerinde ayrımcı tavrını gizleyemiyor
Geçen hafta seyrettiğimiz “Barry Seal”, CIA’ya sıkı eleştiriler getiriyordu. “Suikastçı” ise CIA’nın terörizme karşı verdiği mücadele üzerinden “Kişisel intikam mı? Vatanseverlik mi?” diye soruyor... Film, plajda sevgilisine evlenme teklif eden Mitch Rapp’in (Dylan O’Brien) cep telefonu kamerasıyla çektiği görüntülerle açılıyor. İki sevgilinin mutluluk anı, terörizm saldırısıyla kâbusa dönüyor... Olaydan sonraki ilk sahnede, Rapp’in intikamı takıntı haline getirdiğini ve saldırıyı yapan terör hücresine köstebek olarak sızmak üzere olduğunu görüyoruz. CIA yöneticisi Irene Kennedy (Sanaa Lathan) ise beklemediği bir anda karşısına çıkıyor ve Rapp’i özel bir anti terör timine çağırıyor.
ÖZENSİZ, SIĞ VE BASİT
Rapp, kuşkusuz intikam duygusuyla giriyor CIA’ya. Şefi Stan Hurley (Michael Keaton) eğitimi sırasında kişiselliği tümüyle bir yana bırakması gerektiği konusunda ısrar ediyor. Bir operasyon sırasında yaptıkları konuşmada ise “Kişisel meselelerimiz yerine vatanseverliği koymamız gerekir” diyor. Hurley burada samimi bir temennide mi bulunuyor, yoksa vatanseverliğin kullanışlı bir maske olduğunu mu ima ediyor, belli değil. Usta aktör Keaton’un yorumu aslında ikinciye yakın; çünkü Hurley sözüne güven duyulmayacak arızalı bir karakter. Terörizme karşı mücadelede kullandığı yöntemlerin onu içten içe yiyip bitirdiği hissediliyor. Öte yandan, filmde nerdeyse bütün sorunlar kişisel meseleleri peşinde koşan saplantılı karakterler nedeniyle çıkıyor ve öykü terörizme karşı intikamın değil vatanseverliğin işe yarayacağı fikri üzerinden gelişiyor.
Tüm insanlığı ilgilendiren terörizm gibi bir sorun söz konusu olduğunda, “Suikastçı”daki gizli Amerikan milliyetçiliği ve CIA övgüsü açıkçası bana çok anlamlı gelmiyor. Müslüman ülkelerle terör arasında kurulan bağın da ayrımcı bir tavrın yansıması olduğunu düşünüyorum. Üstelik Türkiye de bu yaklaşımdan payını alıyor. İstanbul, filmde hafif koyu, puslu görüntüleriyle kaotik, huzursuz ve tekinsiz bir Ortadoğu ülkesi olarak resmediliyor. Kötü aksanlı Türkçe konuşan oyuncular, garip otomobil plakaları bir yana, teröristlere silah satan işadamının üniformalı askerler tarafından korunduğu sahne gerçekten abartılı... Bunları milliyetçi refleksle yazmıyorum. Sorun, filmin hassas konulara getirdiği özensiz, sığ ve basit yaklaşımda... Ayrıca öykünün çok da inandırıcı olmadığını ve “nükleer terörizm paranoyası”- nın son yıllarda gerçekten çok fazla işlendiğini düşünüyorum.
ANLATIM TEKNİĞİ BAŞARILI
Tüm bunlara rağmen özellikle anlatım tekniği açısından kötü bir film olduğunu söylemem zor. Yönetmen Michael Cuesta, işini hakkıyla yapıyor. Sözgelimi açılış sahnesi... Son yıllarda Avrupa’da gerçekleşen ve sivil halkı hedef alan terörist eylemleri hatırlatan bu plaj sahnesi, tam bir şok yaşatıyor ve çaresizliği iliklerinize kadar hissettiriyor. Finale doğru “denizde geçen sahne” de iyi. Ama yönetmenlikteki bu başarının filmin bütününe yansıdığını söylemek imkânsız.
Filmin notu: 5
- Üç film, tek hikâye7 saat önce
- 'Yurt': Baskıyla büyümek…4 gün önce
- Bir rekabet komedisi: 'Çılgın Kahvaltılık'1 hafta önce
- 'Maymunlar Cehennemi' efsanesi sürüyor1 hafta önce
- Yasaları umursamayan ataerkil düzen2 hafta önce
- Aşk ve özyıkım2 hafta önce
- Manastırda gerilim ve dehşet: 'Arınma'3 hafta önce
- Dublörlere yazılmış aşk mektubu3 hafta önce
- 'Gün eksilmesin penceremden'4 hafta önce
- Amerikan 'İç Savaş'ını hayal etmek1 ay önce