İyi, kötü ve çocuk
Stephen King’in aynı adlı roman serisinden sinemaya uyarlanan ‘Kara Kule’ (The Dark Tower), spagetti western’lere selam gönderen bir aksiyon fantezi... Film kahraman Silahşor, Evren’i yok etmek isteyen Siyahlı Adam ve genç Jake’in öyküsünü anlatıyor
STEPHEN King, eserleri en çok sinemaya uyarlanan yazarların başında gelir. Bunun en önemli nedeni, anlattığı hikâyelerin çekiciliğidir hiç kuşkusuz. Sinemasal denilebilecek bir üslup kullandığını da unutmamak gerek. King bazen bir kameranın gördüklerini anlatırcasına yazar. Bazen filmlerdeki gibi geçişler yaparak okurun bakış açısını değiştirir. Eserlerinin sinema uyarlamalarını seyrederken, okuduğumuz metinle film arasında büyük uçurumlar olmaz genelde. Ama ‘Kara Kule’ye bunları unutarak gitmenizi öneririm. Çünkü ‘Kara Kule’ King’in 1998 ile 2004 arasında yayımlanan 8 kitaplık roman serisini temel alan hayli serbest bir uyarlama. Hatta yönetmen Nikolaj Arcel’in söylediği gibi romanların devamı niteliğinde yeni bir öykü...
ORTA HALLİ BİR AKSİYON-FANTEZİ
King’in de onayından geçen senaryo, günümüzde New York’ta yaşayan 14-15 yaşlarındaki Jake Chambers’in (Tom Taylor) rüyalarıyla başlıyor. Film ilerledikçe bunların rüya değil, gerçekleri yansıtan ‘psişik vizyon’lar olduğu ortaya çıkıyor. Sonra Evren’in merkezinde duran Kara Kule’yi yok etmek isteyen Siyahlı Adam (Matthew McConaughey) ile ondan intikam almak isteyen Silahşor Roland Deschain’i (Idris Elba) tanıyoruz. Kötü insanların elinden son dakikada kurtulan Jake, gizli bir geçitten Orta Dünya’ya gidiyor ve Silahşor’la bir araya gelip Siyahlı Adam’ı engellemeye, Evren’i kurtarmaya çalışıyor... ‘Kara Kule’ özellikle hayranlar nezdinde ciddi hayal kırıklığına yol açabilir. Sadık King takipçilerinin toz kondurmadığı ve filmini merakla bekledikleri roman, kendi halinde orta halli bir aksiyon- fanteziye dönüşmüş durumda. Okurların çok sevdiği ‘dünyayı başka birinin gözünden görme’ fikri filmde yok mesela.
‘Kara Kule’ bu haliyle, fantezi-macera türü ile spagetti western’in birleşmesi dışında yeni bir şey vaat etmiyor. Açılış sahnesinde esir kampındaki çocukların görüntüsüyle seyirciyi yakalayan film, bir yerden sonra vasat bir ‘iyiler kötüye karşı’ öyküsüne dönüşüyor.
Siyahlı Adam çok düz bir kötü. Evren’i neden yok etmek istediği belli değil. Jake ve Silahşor bir yana, diğer karakterlerin iyi işlendiğini öne sürmek zor. Kaldı ki Jake’in annesi (Katherine Winnick) ya da medyum Arra (Claudia Kim) gibi kadın karakterler çok pasif kalıyorlar.
DİŞE DOKUNUR BİR TEMA YOK
Stephen King’in eserleri, sağlam simgeleri ve ana fikirleriyle öne çıkarlar. Burada ise çocukların sahip olduğu enerji ve zihin gücünün önemi dışında dişe dokunur bir tema yok. Öfke ve intikam hissinin kişide zayıflığa yol açtığı da vurgulanıyor. Ama bunlar dışında, kayda değer temalardan söz edilemez.
‘Kara Kule’den geriye, Silahşor’un bazen makineli tüfek gibi kullandığı ‘klasik altıpatlar kovboy tabancası’nın fevkalade marifetleri kalıyor bir tek... Yönetmen Arcel’in spagetti western’i fantezi ve bilimkurguyla birleştirdiği bu sahneler dışında filmin eğlenceli olabildiği yegâne anlar Silahşor ile Jake’in New York’taki halleri... Sadece aksiyon ve macera sevenlere önerilir.
- Üç film, tek hikâye22 saat önce
- 'Yurt': Baskıyla büyümek…4 gün önce
- Bir rekabet komedisi: 'Çılgın Kahvaltılık'1 hafta önce
- 'Maymunlar Cehennemi' efsanesi sürüyor1 hafta önce
- Yasaları umursamayan ataerkil düzen2 hafta önce
- Aşk ve özyıkım2 hafta önce
- Manastırda gerilim ve dehşet: 'Arınma'3 hafta önce
- Dublörlere yazılmış aşk mektubu3 hafta önce
- 'Gün eksilmesin penceremden'4 hafta önce
- Amerikan 'İç Savaş'ını hayal etmek1 ay önce