Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Dünyayla aynı anda Türkiye’de de gösterime giren “Orman Çocuğu” (The Jungle Book), kurtlar tarafından büyütülen bir çocuğun öyküsünü anlatıyor. Film çağdaş aksiyon sinemasının gereklerini yerine getirirken sinema teknolojisinin gelişmiş olanaklarını da kullanıyor

İngiliz yazar Rudyard Kipling’in 1894 yılında yayımlanan “The Jungle Book” (Orman Kitabı) adlı eseri, dergilerde çıkan öyküleri bir araya getirir. Kitap, hayvanların konuştuğu ve çocuklara ahlaki mesajların verildiği eski masallar geleneğinde yazılmıştır. Öykülerin ana kahramanı, kurtlar tarafından büyütülen Mowgli’dir... Daha önce defalarca sinemaya aktarılan kitabın Disney tarafından gerçekleştirilen yeni sinema uyarlaması, hem Kipling’in ilk öyküsüne odaklanıyor hem de 1967 yapımı Disney animasyonundan esinleniyor.

MOWGLİ DOĞAYLA UYUM İÇİNDE

“Orman Çocuğu” masalsı filmlerin naif havasından ziyade fantezi aksiyon sinemasının hızlı kurgusu ve görkemli görselliğine sahip. Bir kovalamaca sahnesiyle açılıyor ve finale kadar temposunu hiç yitirmeden çağdaş aksiyon türünün klişelerinden vazgeçmiyor. Film, daha çok arkadaşlık ve takım duygusu gibi değerler üstünde yükselirken altan alta doğa – insan ilişkilerini de ele alıyor. Mowgli (Neel Sethi), insan düşmanı zalim kaplan Shere Khan’dan kaçmaya çalışırken maymunların kralı Louie ile karşılaşıyor. Louie ondan “kırmızı çiçeği”, yani ateşi istiyor. Ateş, insanları hayvanlara karşı üstün kılan ve onları ayıran bir tür silahtan farksız. Mogwli’nin ormanda yaşarken ve Shere Khan’a karşı savaşırken insan olmanın avantajlarını nereye kadar ve nasıl kullanması gerektiğini sorgulayan bir öykü seyrediyoruz aslında... Mogwli küçük ve çelimsiz olmasına rağmen el becerisi ve zekâsıyla ormanda kendine üstünlük sağlayabiliyor. Dolayısıyla, hikâyenin bir yanıyla insanın neden doğadaki besin zincirinin en üstünde yer aldığını anlattığı da söylenebilir. Ama film, insanın üstünlüğünden ziyade canlıların doğadaki uyumlu birlikteliğine vurgu yapıyor. Mowgli en büyük desteği bağlı bulunduğu kurt sürüsü ile akıl hocası kara panter ve ayı Baloo’dan alıyor.

JOHANSSON’DAN FİNAL ŞARKISI

“Orman Çocuğu”, bilgisayar teknolojisinin geldiği noktayı temsil eden bir film. Yönetmen Jon Favreau, her şeyin kamerayla bire bir canlı çekildiği izlenimini veren gerçekçi bir dünya getiriyor önümüze. Favreau bu gerçekçiliğe bilgisayar kökenli grafik görüntülerle canlı çekimleri bir araya getirdiği karma bir teknikle ulaşıyor. Filmin hayvanlar dışındaki yegâne insan karakterini, 2003 doğumlu Neel Sethi canlandırıyor. Hayvan karakterlerde ya da orman, bitki örtüsü ve arka plan görüntülerinde animasyon ya da dijital efekt kokusu almanız mümkün değil. Özetle birçok sahnede neyin gerçek neyin bilgisayar görüntüsü olduğunu anlayamıyorsunuz. “Orman Çocuğu”, çocuklarınızla birlikte seyredip iyi vakit geçirebileceğiniz bir film. Finalde biraz sabrederseniz hem çok iyi bir arka jenerik izleyeceğinizi hem de filmde yılanı seslendiren Scarlett Johansson’dan güzel bir şarkı dinleyeceğinizi belirtelim.

Filmin notu: 7

‘Travma’nın peşinde

“Ölüm Treni” (Backtrack) bir gerilim filmine yakışan karanlık, tedirgin edici bir atmosferle açılıyor. İlk bölümde Peter’ın (Adrien Brody) trenle işe gidiş gelişlerini, yağmur altındaki caddeleri, terapi seanslarını ya da gizemli Elizabeth’in ziyaretlerini izlerken kendimizi neredeyse “öbür dünyada” gibi hissediyoruz. Bu bölümün en etkili anlarından biri, Peter’ın Hollandalı ressam Brueghel’in bir kış manzarasını resmeden tablosundaki ayrıntılara dalıp gittiği sahne. O noktada hem ön jenerikteki animasyonun tabloyla ilişkisi hem de filmin bir Brueghel resmi gibi tasarlandığı anlaşılıyor. Sam Neill’in oynadığı doktor “Brueghel tablolarında şeytani ayrıntılar vardır” diyor. “Ölüm Treni” de kendini büyük resmin içinde gizlemiş bir sırla ilişkili aslında...

FİLM SÜRPRİZLERLE İLERLİYOR

İlk bölümde gizemli hastalarının sırrını çözen Peter daha sonra çocukluğunu geçirdiği kasabaya gidip daha karanlık ve derin sırlarla yüzleşiyor. Ne var ki, film öyküsünü geliştirdikçe başlangıçtaki etkisini kaybediyor. Avustralyalı yönetmen Michael Petroni, senaryosunu da yazdığı filmin her bölümünde seyirciyi farklı olay, kaza, travma ve sürprizlerle etkilemeye, şaşırtmaya çalışıyor ama galiba hiçbir konuda ve temada derinleşemiyor. Finale doğru olayların çok hızlı gelişmesi ve tanıdık klişelerin devreye girmesi filmi hafifletiyor. Daha çok senaryolarıyla tanınan Petroni’nin yönetmenlikten ziyade öykülemedeki sorunlar nedeniyle tökezlemesi ilginç. Yine de gerilim sevenlerin ilgisini çekebilecek bir film. Adrien Brody’nin de filme katkıda bulunan duygusal bir performans çıkardığını belirtelim.

Filmin notu: 6

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar