Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

12 dalda Oscar adayı olan “Diriliş” (The Revenant) Türkiye’de gösterime girdi. Alejandro G. Inarritu’nun müthiş bir sahicilik hissi yakalayan yönetmenliğiyle öne çıkan film, sadece vahşi doğayı değil Batı medeniyetinin Kızılderili topraklarına getirdiği vahşeti de anlatıyor

Inarritu, “Diriliş” te bir intikam hikâyesiyle geliyor karşımıza ama 156 dakika boyunca filmi ayakta tutan yegâne unsurun intikam olduğunu söylemek mümkün değil. İntikam, bir noktadan sonra filmi sürüklese de asıl meseleler ilk anlardan itibaren kendini açık etmeye başlıyor. Sadece filme asıl ruhunu veren vahşi doğada yaşam mücadelesinden söz etmiyorum. Film insanın vahşi doğada sarsılan ya da ayakta kalan değerler sistemini sorguluyor. Yüzbaşı Andrew Henry (Domhnall Gleeson) Batı’nın medeni yüzünü yansıtan, vahşi doğada dahi bildiği inandığı insani değerlerden vazgeçmeyen biri. John Fitzgerald (Tom Hardy) ise ırkçılığı, bencilliği, kötücüllüğü ve fırsatçılığıyla beyaz adamın karanlık yüzünü temsil ediyor. Vahşi doğa onun içindeki kötülüğü daha da ortaya çıkarıyor. Ana karakterimiz Glass (Leonardo DiCaprio) ise açılıştaki av sahnesinde vurgulandığı gibi doğayla uyum içinde, artık onun bir parçasına dönüşmüş durumda. Filmdeki diğer beyazlara oranla çok sessiz bir karakter ama kendi ırkının açgözlülüğünden duyduğu rahatsızlığı hissetmemek mümkün değil. Onu bölgenin yerlilerine yaklaştıran tek şey, ölmüş Kızılderili eşiyle arasındaki ruhani bağ ya da oğlu değil. O, beyazların “dışarı”dan getirdiği değerlerden ziyade içgüdüleriyle hareket ediyor. Inarritu açılıştaki o müthiş saldırı sahnesini beyazların bakış açısından çekse de, ilerleyen bölümlerde yerlilere uygulanan orantısız şiddeti kısa ama vurucu sahnelerle göstermeyi ihmal etmiyor. Filmde Batılılar sözleşmelerden, sözlerden, ahlaki ve dini değerlerden söz edip duruyor ama yalandan, ikiyüzlülükten vazgeçemiyorlar. Az konuşan yerliler ise dolaysız ve dürüstler. Film, Batı’nın Kızılderili topraklarına medeniyet adı altında şiddet ve riyakârlık getirdiğini açıkça gösteriyor.

HAREKETLİ KAMERAYLA UZUN PLANLAR

“Diriliş”, “insanın doğal vahşetini” beyazperdede somutlaştırmayı da hedefliyor. Ayı ile Glass’ın mücadelesi başta olmak üzere Inraritu, kan revan içinde geçen dövüşlere ve hayatta kalma mücadelelerine önemli bir yer ayırıyor. Kuşkusuz tüm bunlar yeni ya da ilk kez anlatılan meseleler değil. Zaten “Diriliş”i çarpıcı ve etkileyici kılan asıl özelliği anlatımı. Inarritu, Kızılderililerin ani baskın sahnesinden başlayarak nefes kesici sahnelere imza atıyor. Ayının saldırısı, sinema tarihine şimdiden geçmiş durumda. Glass’ın uyurken yerlilerin saldırısıyla uyanıp atına atlayıp kaçtığı ve sonra bir uçurumdan düştüğü sahne de mükemmel. Yabani hayvan gibi çiğ et yediği ya da soğuktan korunmak için atın içine girdiği sahneler çarpıcı. Inarritu’nun başarısının sırrı; savaş, takip, dövüş gibi sahneleri, olayların göbeğindeki hareketli bir kamerayla uzun planlar halinde çekmek. Hızlı kurgunun ritmini boşveriyor ve mizansenle oyuncunun enerjisini kamera hareketiyle birleştiriyor. Şık kadrajlar ya da sakin manzara çekimlerine ise arada sadece filme nefes aldırmak için yer veriyor. Bunun dışında kamera, karakterlerin yanından pek ayrılmıyor; hatta bazı kritik sahnelerde burunlarının dibine giriyor. Öyle ki birkaç çekimde objektifin camı oyuncuların nefesiyle buğulanıyor ve bu durum, tuhaf biçimde her şeyi daha da gerçekçi kılıyor. Inarritu finalde, DiCaprio kameraya bakarken o buğulanma anlarını hatırlatarak film boyunca yakalamaya çalıştığı “orada olma hissi”nin altını çiziyor. Emmanuel Lubezki’nin görüntülerinin filme katkısı yine çok büyük. Prodüksiyon tasarımı ve makyajı unutmayalım. Son olarak, Oscar adayı DiCaprio ve Hardy’nin mükemmel oyunculuklar sergilediğini belirtelim.

Filmin notu: 7.5

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar