Tabutluklar, Sansaryan Han ve iki emniyet müdürü...
KÜRŞAD OĞUZ / koguz@haberturk.com
Kasım 1942'de İstanbul emniyet müdürlüğü görevine getirilen Nihat Halûk Pepeyi, Alman Büyükelçiliği'nin daveti üzerine, Emniyet Umum Müdürlüğü Dördüncü Şube Müdürü Salâhattin Korkud'la birlikte Almanya ve Nazi işgali altındaki ülkelere bir mesleki inceleme gezisi düzenledi.
Gezi hem İstanbullu Yahudiler hem de 1944 yılında tutuklanan milliyetçiler ve Turancılar tarafından çok olumsuz şekilde değerlendirildi. Zira o karanlık II. Dünya Savaşı yıllarında düzenlenen gezinin zamanlaması, mahiyeti konusunda muhtelif iddialar vardı. Bunların en hafifi, yolculuktan bir kaç hafta önce basında yer alan bir "nakil" haberinden kaynaklanıyordu. Basına göre iki üst düzey emniyet mensubu, Ermeni Soghomon Tehlirian'ın düzenlediği suikast sonucunda hayatını kaybeden eski Sadrazam Talât Paşa'nın kemiklerini Türkiye'ye getirmek için Almanya'ya gidiyordu.
II. Dünya Savaşı yıllarında faal olan Türkçülük akımına dahil öğrenci, subay ve yayıncıların tutuklanıp yargılanmaları, Türk siyasi tarihine "3 Mayıs 1944 Turancılar Davası" olarak geçti. Tutuklanan ve işkenceye maruz kalanlar arasında yer alan Bozkurt ve Gökbörü dergilerinin yayıncısı Reha Oğuz Türkkan hatıratında, tutuklu olduğu "tabutluk" adıyla bilinen hücrenin tavanına yerleştirilen, muazzam bir ısı yayan ve baş ağrısı yaratan ampüllerin, Nihat Halûk Pepeyi tarafından Türkiye'ye getirildiğini ileri sürdü. Türkkan'a göre Pepeyi, bu ampulleri Almanya gezisi sırasında Gestapo'nun sorgulamalarda kullandığını görmüştü.
İstanbul'lu Yahudiler içinse, bu gezi çok daha korkunç bir planı amaçlıyordu: Naziler'in Yahudi soykırımı gerçekleştirmek için inşa ettikleri gaz odaları/insan yakma fırınları sistemini yerinde inceleyip benzeri bir tesisi Türkiye'de kurmak. 1930 – 40'lı yıllarda ciddi bir Yahudi nüfusun yaşadığı Balat'ta ekmek fırını olarak inşa edildiği söylenen ancak hiçbir zaman üretime geçmeyen bacalı bir bina (Yahudiler tarafından "Balat Fırınları" olarak anılacaktır); 20 Ocak 1942'de Berlin yakınlarındaki Wannsee Gölü civarında bir villada düzenlenen ve Nazi rejiminin üst düzey sorumlularının katıldığı toplantıda imzalanan protokolde (Wannsee Protokolü) Avrupa'nın değişik ülkelerinde yaşayan 11 milyon Yahudi'nin imhası için her türlü gayretin sarfedileceğinin öğrenilmesi; Nihat Halûk Pepeyi'nin Almanya'da Sachsenhausen Temerküz Kampı'nı da ziyaret ettiğinin öğrenilmesi; ve tabii Pepeyi'nin emniyet müdürlüğüne atanmasından sadece bir hafta sonra, 11 Kasım 1942'de kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu bu endişeleri iyiden iyiye besliyordu.
AŞKALE SÜRGÜNÜ OYUN MUYDU?
Rıfat N. Bali "Tabutluklar, Sansaryan Han ve İki Emniyet Müdürü" adlı kitabında (Libra Kitap), 1940'lı yılların iki ünlü emniyet müdürünün, Nihat Halûk Pepeyi ve Ahmet Demir'in hayat hikâyelerinden yola çıkarak tarihin karanlığında kalmış konuları tekrar günışığına çıkarıyor. Günışığına çıkarmakla kalmıyor, elden geldiğince cevap da buluyor bu tartışmalara.
Elden geldiğince diyorum, çünkü Türkiye'de üst düzey kamu yöneticileriyle ilgili biyografi yazacak belge ve bilgiye ulaşmak son derece sıkıntılı bir süreç. Bali'nin de söylediği gibi Batı'da, özellikle ABD'de olduğu gibi üst düzey kamu görevlilerinin hatıralarını yayınlamaları ve ve şahsi evraklarını bir arşive bağışlamaları geleneği, Türkiye'de yok. Kendi arşivlerini kurmakla yükümlü kurumlar da arşivlerini kamunun kullanımına açmıyor. Buna bir de Türkiye'de polis tarihi konusundaki araştırmaların azlığı ve bürokratik engeller eklenince, Bali'nin bu kitabı hazırlarken çektiği zorluklar daha kolay anlaşılıyor.
Buna rağmen bence, kafamızda bir sonuca varmamızı sağlayacak verilere ulaşmış Bali. Pepeyi'nin ailesinden bir tek yeğeni Tarık Pepeyi konuşmuş. Britanya ve Almanya dışişleri bakanlıkları arşivleri, İstanbullu Yahudiler'in anlattıkları, dönemin gazetelerinde yayınlananlar ona yardımcı olmuş. Çıkan sonuç şu: Gezinin Talat Paşa'nın kemiklerinin getirilmesiyle ilgisi yok; Balat'taki fırın 'insan yakmak için değil' ekmek pişirmek için inşa edilmişti; bu gezi bir denge siyasetinin sonucunda yapılmıştı; Pepeyi'nin Turancılar Davası'nda tutuklananların işkence görmesiyle ilgili bir sorumluluğu yok zira kendisi o tarihte emniyet müdürü değildi.
Buarada bir söylentiyi de aktaralım. Balatlı bazı Yahudiler'e göre cumhurbaşkanı İsmet İnönü Yahudiler'i imha etmek niyetinde değildi; fırınları Nazileri oyalamak maksadıyla inşa etmişti. Hatta bir Yahudi'nin sürgüne giden babasından aktardığına göre Türk hükümetinin Musevi kökenli vatandaşlarını Aşkale'ye göndermesinin amacı da, Hitler'in 'Yahudiler'i yakın' baskısından kurtulmaktı.
SAĞ VE SOLUN ORTAK ÖFKESİ...
Kitapta iki emniyet müdürünün anlatıldığını söylemiştik. Diğer isim, hem İstambul emniyet müdürlüğü, hem de emniyet genel müdürlüğü görevlerinde Pepeyi'nin halefi olan Ahmet Demir.
10 Ağustos 1943'te İstanbul emniyet müdürlüğü görevini Pepeyi'den devralan Ahmet Demir, Şubat 1942'de Almanya'nın Türkiye Büyükelçisi Franz Von Papen'e düzenlenen suikast girişiminin tertipçilerini tespit etme ve yakalamada gösterdiği başarılardan ötürü takdir ve para ödülü almış bir isim. Ancak Kasım 1947'ye kadar bu görevde kalan Demir, bazı kesimler tarafından pek de iyi anılmıyor.
Bali şöyle aktarıyor: "1940'lı yıllarda yaşamış Marksist şair ve yazarlar ile 19 Mayıs 1944 Tevkifatı adıyla tarihe mal olan toplu tutuklamalar sırasında gözaltına alınan milliyetçilerin yayınladıkları hatıratlar okunduğunda, birbirlerine tamamen zıt düşünce ve ideolojilere sahip, birbirlerine hiç sempati beslemeyen bu insanların, bir konuda hemfikir oldukları fark edilebilir: İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir'e karşın duydukları öfke ve nefret."
NAZIM HİKMET DE YAZDI
1944'te tutuklananlar, o tarihte Sirkeci, Sansaryan Han'da faaliyet gösteren; İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürülüp 'tabutluk' adıyla tarihe geçen hücrelere hapsedildi. 1944 ve ierleyen yıllarda da Sansaryan Han'a ve Tabutluklar'a düşenler arasında daha sonra Türk siyaseti ve sanatında yer alacak önemli isimler var. Alparslan Türkeş, Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Orhan Şaik Gökyay, Reha Oğuz Türkkan, Hikmet Tanyu, Ece Ayhan, Aziz Nesin, Rasih Nuri İleri, Hasan izzettin Dinamo...
Tabutluklar" ve "Sansaryan Han" milliyetçi gençler ve solcuların ortak hafızalarında işkence mekânları olarak yer etti. Hatta bu tabutluklar, Nazım Hikmet'in bir şiirine bile konu oldu:
Emniyet Müdürü
Güneş bir yara gibi açılmış gökte
akıyor kanı.
Uçak alanı.
Karşılayıcılar, eller göbekte:
coplar, cipler
hapisane duvarları, karakollar
ve darağaçlarında sallanan ipler
ve siviller göze görünmez
ve bir çocuk işkenceye dayanamadı
attı kendini Emniyet'te üçüncü kattan.
Ve işte Emniyet Müdürü bey
Uçaktan iniyorlar
Amerika'dan dönüyorlar
Mesleki tetkikattan.
İncelediler uyku uyutmamak usullerini
ve memnun kaldılar pek
hayalara bağlanan elektrottan
ve bizdeki tabutlukların üstüne bir de konferans vererek
açıkladılar faydalarını
koltuk altlarına kaynar yumurta koymanın
boyun derisini kibritle ince ince yakıp soymanın.
Emniyet Müdürü bey uçaktan iniyorlar
Amerika'dan dönüyorlar
ve coplar cipler
ve darağaçlarında sallanan ipler
üstat döndü diye seviniyorlar.
Aziz Nesin de, Zekeriya – Sabiha Sertel çiftinin yayınladığı Tan gazetesinin milliyetçi gençler tarafından tahrip edilmesi üzerine, Atatürk'ün 'Ey Türk Gençliği' başlıklı hitabesinden esinlenip 'Ey Türk Faşisti" başlıklı bir hiciv yazmış ve bu hicivde Ahmet Demir'e atıfta bulunmuştu: "...Meydanlarda kitaplarını yaktığın namuslu insanlar, bütün dünyada eşi emsali görülmemiş şekilde işkenceye tabii tutulabilir. Emniyet müdürlüğümüzde dövülebilir. Demir Ahmet tarafından sövülebilir..."
Bali'nin kitabında, Demir'in İstanbul'daki Yahudi cemaatiyle ilişkilerini anlatan bilgiler de mevcut. Kitabı, önemli bir dönemin iki emniyet müdürü hakkında en kapsamlı -ve belki de tek- çalışması olarak kütüphanenizde bulundurun...
"Tabutluklar, Sansaryan Han ve İki Emniyet Müdürü," Rıfat N. Bali, Libra Kitap, 307 sayfa.