'Uzay'da hayat var mı?
Çöp bilimkurgu animasyonu “Uzay Kuvvetleri 2911”, vizyona girişinin beşinci gününe denk gelen 20 Mayıs’ta tam da ilk hafta sonu seyirci rakamları açıklanacağı tarihte vizyondan çekildi. Bahane ise ‘Soma’da kaybettiklerimize saygı’ idi. Ama adama sormazlar mı ‘Soma faciasından üç gün sonra vizyona girdiniz, bu nasıl bir mantıktır, biraz kamuoyunu kandırmak olmuyor mu?’ diye... Aslında bu soruyu düşününce Şahin Michael Derun’un PR kampanyası boyunca yol açtığı gülünç durumlar da yerli yerine oturuyor. Böylece kendisine ‘‘Uzay’da hayat var mı, dünyadaki gibi nefes alınıyor mu?’ sorusunu yöneltmek durumunda kalıyoruz. Bu kadar insanın ölümüne sebep olmuş Soma faciasında kaybettiğimiz vatandaşlarımızı sömürmek, böylesi bir felaketin can kaybını ciddiye almamak nasıl açıklanabilir peki?
Elbette sinema yazarları olarak daha ziyade filmlerin sanatsal değerini mercek altına alıyoruz. Bu ‘değerlendirme’ için bir analiz kıstası ile yola çıkıyoruz. Bu durum ortaya kaliteyi test etme cümleleri çıkarıyor. Bir eserin en alt seviye ile en üst seviye arasındaki konumunu doğru yorumlamak ise önemli… Öte yandan sektörümüzün gelişmesi, hasılat/seyirci rakamlarının film üretiminin artışına paralel olarak tavan yapması sağlıklı, takdir edilesi bir gelişme. Ama nasıl bilinçsiz yönetmenlerin sayısı artıyorsa, cahil yapımcıların ve yapım şirketlerinin sayısı da neredeyse aynı oranda çoğalıyor. Buna elbette şaşırmıyoruz.
SİNEMA SEKTÖRÜNÜ KÜÇÜMSEMEK YANLIŞ
Zira kaliteli, çağa ayak uydurmuş şirketlerin kendini kanıtlaması, emsal teşkil etmesi için bilinçsiz girişimlerin de afişe olması lazım. Aynen iyi film ile kötü filmi değerlendirmek için her ikisini de görmek gerektiği gibi… Faruk Aksoy, Necati Akpınar, Murat Tokat gibi yapımcılar sektörün akıbetini büyük oranda çözmüş isimler örneğin. Aksoy bu sezon biraz fazla ölü yatırım yapsa da istediği zaman zekasını konuşturabiliyor. Şükrü Avşar gibi bir isim, “Babam ve Oğlum”dan (2005) sonra sinemada ender denemeler yapıp ‘beyaz perde’ye mesafe koymayı tercih etse de, TMC’nin garip yerli film hamleleri gözlerden kaçmıyor.
Ama elbette ‘sektörde yetişmiş şahıslar’ ile ‘tesadüfen bir yere gelmiş şahıslar’ arasında dağlar kadar fark var. Her sektörde başarılı olanlar kendini ispatlayarak o alanda kaldığı süreci fazlalaştırır. Ama bizdeki gibi alakasız bir işle hayatını idame ettirirken, kafalarda bir flaş çakmasıyla ‘sinemada para var aga, bir film üretirsek voliyi vururuz’ gibi bir düşünce hakim hale gelebiliyor. Gelişme, dünyaya ayak uydurma hamlesinde bulunurken, kendi içimizde olup biteni de çözemeyince böylesi sancılar çekiyoruz.
HASILAT RAKAMI DÜŞÜK OLDUĞU İÇİN VİZYONDAN ÇEKİLDİ
2012’de “Ayaz” için ‘Ayaz’da kalmak dedikleri bu olmalı’ başlıklı yazımda (https://www.haberturk.com/yazarlar/kerem-akca/729154-ayazda-kalmak-dedikleri-bu-olmali) Lütfi Kara’nın Mass Media şirketinin bilinçsizliğinden bahsetmiştim. Kitlesi belli bir seviyeye ulaşabilecek bir film için 50 kopyayı az görüp isyan eden kafa yapısı nasıl bir sonuç alabilirdi ki? Şu anda internette aratınca şirket kapanmış gözüküyor. Ki bu ‘hüzünlü final’ zaten çok açıktı. O zamankine benzer bir olay da 20 Mayıs’ta gerçekleşti. Şaşırıyor muyuz? Hayır.
Uyarımızı yapalım, Türkiye’nin “Allah’ın Sadık Kulu: Barla”dan (2011) sonra ikinci hareket yakalama (motion capture) animasyonu “Uzay Kuvvetleri 2911”, benzer bir hamleden sonra Animaj Film’i batıracak. Basında Deep İletişim’in yoğun uğraşlarıyla beş-altı aydır çıkan röportajlara ve haberlere bakınca filmin dördüncü gününde ‘vizyondan çekme kararı aldık’ gibi gülünç bir kararın çıkması normal. Zira Soma faciası sebebiyle olduğu söylenen bu durum, bir anlamda yapımcı Emre Erdöven’in ‘eğlenceli sahneler sebebiyle bu görüşe vardık’ açıklamasına dayanıyor.
Ama ilk başta 300 salonu hedefleyip 90 salonda kaldıktan sonra (zaten potansiyel bu kadardı) gelen, -yazılı belge olmasa da- ‘üç günde aşağı yukarı 2000 kişide kaldık ve battık’ itirafı gibi bir şey bu. Dağıtımcı Pinema’nın benzer bir şekilde “Kızım İçin”i (2013) Aralık 2013 vizyonunun ikinci, üçüncü seansında salonlardan çektiği ve sonrasında 5743 kişi alan bir Mart 2014 geç vizyonu planladığı da biliniyor.
ŞAHİN MICHAEL DERUN YA DALGA GEÇİYOR, YA DA ÇOK CAHİL
Bu sebeple de böylesi bilinçsizliği, kaportacı ya da marangoz kafası olarak görmek doğru olur. Elbette New York’un Quad Cinema gibi sanat filmleri, Avrupa filmleri ve belgeseller gösterilen bir salonunda ‘bir hafta limitli gösterim’ sözü alındı diye elden ele dolaşan ‘Hollywood’a girdik’ haberi de durumun vahametini ortaya koyuyor. Bizde Alkazar, Yeşilçam gibi bir sinema salonunda bir hafta vizyona girip bunu aylar önce ‘zafer’ diye duyuran bir üçüncü dünya ülkesi filmi için nasıl bir yorum yapardık? Amiyane tabirle şöyle: ‘Ne geri kafalı bu herifler’…
Peki ya yönetmenin J.J. Abrams’dan ‘ceycey’ diye bahsedip efekt teknolojisinde geri kaldığını, her şeyi kendi keşfettiğini söylemesine ne demeli? ‘Babylon 5’, ‘Star Trek: Voyager’, “Titanik” (“Titanic”, 1997) ve “Matrix” (“The Matrix”, 1999) çalıştığını reklam olarak kullanan ama bu dizi ve filmlerin jeneriklerinde ismi geçmeyen Şahin Michael Derun’dan ne bekleyebiliriz? Elbette böylesi trajikomik bir vizyondan çekme hamlesi… Bütün detaylar pazılın parçalarını tamamlıyor.
Kısa sürede Animaj Film de bu proje sebebiyle batacaktır. Zaten Türkiye’de bilimkurgu animasyonu, yabancı ve kaliteli olunca kaç kişi izliyor? (“Son Şans”ın rakamlarına bakılabilir) diye sormak geliyor içimizden. Böylesi olgunlara hitap eden bir formatı, üstelik ‘çöp’ kalitesinde ve zayıf diyaloglarla sunmak neye yarar? Kalitenin düşmesine…
ZİHİN AÇMAK İSTEYEN HER YAPIMCIYA ÖNERİRİM
Kim bilir belki animasyonun 90 kopya girmesine şaşıran Derun’u “Karlar Ülkesi” (“Frozen”, 2013) kadar yüksek gişe beklemek de yaralamıştır. Ama ortada senkron sorunu yaşarken şaşı karakterler modellemelerinden güç alan ABD’nin 30-40 yıl gerisinde bir animasyon teknolojisi var. “Allah’ın Sadık Kulu: Barla”nın varlığını yapım aşamasında ya da son bir yılda öğrenen bir yönetmenden de ‘ilk üç boyutlu animasyon’ iddiasını kaldırmasını bekleyemeyiz.
“Ayaz” ve “Uzay Kuvvetleri 2911”ın tuhaf ve sadece üçüncü dünya ülkelerinde olabilecek vizyondan film çekme hamlelerini ‘kötü örnek’ olarak bütün yapımcılara, dağıtım ve yapım şirketlerine göstermek lazım. Bir film nasıl batırılır, nasıl katledilir? Dışarıdan gelen bilinçsiz tüccar mantığı nasıl yerlerde sürünür? Sektörde nasıl darbe yenir? Hepsi bu ‘cahil cesareti’ tabiriyle açıklanabilecek olaylarda gizli…
- New York Film Festivali izlenimleri7 yıl önce
- Antalya'da ödülü 'Albüm' ve 'Tereddüt' hak ediyor7 yıl önce
- Antalya'nın ana yarışmasında 'Yeni Türkiye' sesleri7 yıl önce
- New York ve Toronto'dan Oscar'a bakış7 yıl önce
- Altın Portakal yeniliklerle başlıyor7 yıl önce
- Filmekimi'nden üç film7 yıl önce
- NYFF'den '13th' ve 'The Rehearsal'7 yıl önce
- 'Bugün olsa yine yaparım'7 yıl önce
- James Cagney müzikali parçalı bulutlu7 yıl önce
- NYFF'den ayrıksı ve deneyci filmler7 yıl önce