Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        14 EKİM FİLMLERİ

        Marc Webb’in 2009’da çektiği, aşkın belli anlarını kara kalem estetiğiyle perdeye aktaran ve lineer akışı yok eden bir hikaye kurgusuyla yürüyen “Aşkın (500) Günü”, kanımca zamanla daha da üzerine koyacak bir modern klasik. “Bir Gün” ise bu durumun ortaya çıkış süresinin kısalacağını ispatlamış. Bir aşk hikayesinin ‘tanışma yıldönümü’nün tarihini alan ve 23 yılından 23 güne odaklanan eser; sahici, entelektüel, çok yönlü ve etkileyici bir portre çiziyor. Bu noktada romantizmin; mizahıyla, dramıyla, pişmanlıklarıyla ve sevinçleriyle her türlü detayına uzanması, Hathaway-Sturgess ikilisinin arkadaşlıktan başlayan gerçekliğinden güç alıp yükselirken, Danimarka çıkışlı Lone Sherfig’in ekibin her bireyinden güç alan uyarlama yetisi ve David Nicholls’un bu konuda kendi romanından kaynaklanan ‘iç saha’ hakimiyetiyle dikkat çekmiş. Kuşkusuz “Bir Gün”, belli bir kitleyi etkisi altına alabilecek etrafta çok görmediğimiz kaliteli aşk filmlerinden biri. Bunun ötesinde Marc Webb gerçeğiyle yüzleşip onun değerini öne çıkarmasıyla önemsenmesi gereken bir iş.

        Kostüm, müzik, aksesuar, set, görüntü ve oyunculuk ile metnin uyumunu yüzde yüz anlamda tamamlayan, Amerikalıların deyimiyle ‘well-done’ bir film karşımızdaki. “Bir Gün” (“One Day”, 2011) yola çıkarken böylesi bir hedef koydu mu, yoksa ‘aşk filmi’ kalıbında kalıcı mı olmak istedi orasını bilemeyeceğiz. Ancak 23 senelik sürece yayılan zaman dilimindeki dokuları o kadar katmanlı hale getirmiş ki filmin görsel yapısının özenine hayran olmamak mümkün değil.

        Kendi sahasının kurallarını biliyor

        Dogma dürtülü “Yeni Başlayanlar için İtalyanca” (“Italiensk for begyndere”, 2000) ile çıkış yapan, ancak zamanla düşüşe geçen Lone Scherfig’in “Aşk Dersi”nden (“An Education”, 2009) sonra yine böylesi bir sınavdan alnının akıyla çıkmasıysa hem şaşırtıcı, hem de sevindirici. Zira ele alınan zaman dilimleri çok eski olmasa da o kadar sahici, akılda kalıcı ve yaşayan hale getiriliyor ki kapılmamanız zor. Ancak esasen filmin kalıpsal olarak yapmak istediklerine geçmek lazım derim.

        Karşımızdaki eser, bildiğimiz bir aşk filmi formülünün peşine takılmış. David Nicholls’ın yakın zamanda yayınlanmış romanından üreyen yapıtın, onun kalemiyle bir yerlere geldiği kesin. Zira sinemadaki ‘iç saha-deplasman’ çarpışmasında bunların ilkinin etkisini gözlemleyebiliyoruz metne bakınca. Temele hakim olmak da işte böyle bir şey. İngiltere, Fransa, ABD farketmeden, karakterleriyle, arka planıyla ve hemen hemen her şeyiyle ‘gerçeklik’ kokan bir dünyayla yüzleşiyoruz sanki.

        “Aşkın (500) Günü”nün etkileri erken başladı

        Ama esas bizi ilgilendiren, “Bir Gün”ün böylesi dopdolu bir omurgayı arkasına aldıktan sonra ulaştığı yerler olmalı. Zira bu çerçevede bir ‘övüntü’yle ancak belli ölçülerde saygı görebilir film. Hemen belirtelim, karşımızdaki “Zor Tercih” (“The End of the Affair”, 1999), “Büyük Umutlar” (“Great Expectations”, 1998) gibi hikaye kurgusuyla oynayan aşk filmlerinden değil. Aksine aşkın belli dönemlerini istediği sıraya göre yerleştiren bir tür filmi ile yüz yüzeyiz. Yani söz konusu olan üç-dört zaman dilimine odaklanan bir yapıdan ziyade böylesi bir görüş ışığında ilerlemek.

        2009’da Marc Webb’in “Aşkın (500) Günü” (“(500) Days of Summer”) ile yakaladığı bu doku belli ki kısa zamanda etkisini hissettirmiş. Zira orada açılışta bir bank üzerinde tatsız gördüğümüz çiftin, ileriye ve geriye doğru sayımlarla aşkın farklı anlarını bize göstermeye yaradıklarına tanıklık etmiştik. Webb, bunu oya gibi örüp kara kalem estetiği yaratırken, erkek ana karakterin gözünden de böylesi bir yaklaşım salgılamıştı. Uzun lafın kısası türün içinde kendi yerini zaman geçtikçe belli edecek bir model oluşturmuştu.

        İlişkinin en iz bırakan günlerinden bir tutam

        David Nicholls’ın romanının projeleştirilme aşaması da belli ki bu sürecin peşinden gerçekleşmiş. Zira burada 2006’nın 15 Temmuz’undan başlayıp 1988’in 15 Temmuz’una ‘küçük punto’lar yoluyla giden bir akış var. Onun devamında da o 19 senedeki her yılın aynı gününde olan biteni izliyoruz. Belli edebiyat uyarlamalarının zaman atlama sıkıntılarının aksine burada her yıl için bilinçli bir 11 ay 29 günlük boşluk bırakılmış.

        “Bir Gün” de zaten esas dayanağını bu noktaya bağlamış. Birbiriyle 15 Temmuz’da tanışan, ama kısa sürede ilişkilerini arkadaşlık boyutuna kaydıran ABD’li kadın ile İngiliz erkeğin oluşturduğu çiftin çevresinde dolaşmış. Buna paralel olarak da onların pişmanlık, ölüm, hüzün, sevgi ve kararsızlık dolu dünyasına uzanmış. Emma-Dexter ikilisinin izinde aşkın bütün gerçeklerini ve duygularını fetheden soğukkanlı yönetmenlik becerisi de kolay kolay yakalanabilecek bir şey değil.

        Kategorisinde “Aşk ve Küller” ve “İmkansızın Şarkısı”ndan aşağı kalmamış

        Zira Sherfig’in genelde kaydırmalı bir vinç veya dolly uzun planıyla başlayan sekanslardan oluşturduğu filmin bunun izinde kolay izlenen bir şekilde ilerlediği gözüküyor. Buna istinaden de özellikle Hathaway ile Sturgess’ın dönemsel makyaj-kostüm-fizik değişimleri ya da hayatsal düzlemleri çok sahici hale getirilmiş. Belli bir noktaya kadar mizah öne çıkarken, sonlarda hüzün devreye girip filmi gerçek bir aşk filmi kategorisi gönüllüsü yapmış.

        Bu noktada geçen senenin övülen aşk filmleri “İmkansızın Şarkısı” (“Noruwei No Mori”, 2010) ile “Aşk ve Küller”den (“Blue Valentine”, 2010) çok da aşağıda kalır tarafı olmayan bir eser izliyoruz. 23 günde bir aşkın tanımının nasıl yapılabileceğini, yan karakter müdahaleleri ve diyalog girişlerinin keskinliğiyle de iyi etüd etmiş. Rachel Portman’ın hüzün ile mizahı dengeleyen besteleri bu durumun en büyük destekçisi.

        Aşkın gerçeklerine girmemizde ve kalbimizi buna kaptırmamızda onun rolü büyük. Tabii nihayetinde ‘hayatta fazla zaman kaybetmeden aşkı yaşamalısınız. Gerçek duygular elinizden kayıp giderse pişmanlıklar olabilir. Bu durumun da en önemli dayanağı tesadüflerin yön verdiği yaşamlardır’ gibi bir mesajsal bütüne de odaklanmış Sherfig. Yönetmenin çok orijinal olmasa da bir düşünsel izlenim salgıladığı kesin.

        Tepeden tırnağa zekice kurulmuş, ama kendi başına iz bırakamayacak

        Son kalemde özet geçmek gerekirse “Bir Gün”, hikaye kurgusunu yerle bir eden anlatısıyla dikkat çeken bir tür denemesi. Aynı zamanda seyirci ile kurduğu bağla da buna destek olmuş. Gerçek anlamda her kitleyi memnun edecek bir bütüne bürünmüş. Ancak daha çok “Aşkın (500) Günü”nün izinde yürüyen bir aşk filmi olarak görülebilir. Açılışındaki bisikletli sahneden zamansal açılıştaki tanışma sahnesine kadar aşkın münferit gün ya da anlarının nasıl dönüştürücü bir görev üstlenebileceğiyle ilgili oyalayıcı incelemeleriyle de dikkat çekici metinler yakalamış.

        Ancak “Sil Baştan” (“Eternal Sunshine of the Spotless Mind”, 2004), “Bir Konuşabilse…” (“Lost in Translation”, 2003), “Aşk Zamanı” (“In the Mood for Love”, 2000), “Yeniden Sev Beni” (“Reconstruction”, 2005) gibi 2000’lerin iz bırakan aşk filmi başyapıtların biriyle yüzleşmediğimiz kesin. Sadece Webb’in bunlar arasına sokulacak yukarıda sözünü ettiğimiz eserinin değerini idrak etmemiz açısından önem arz ediyor “Bir Gün”.

        FİLMİN NOTU: 6.3

        Künye:

        Bir Gün (One Day)

        Yönetmen: Lone Sherfig

        Oyuncular: Anne Hathaway, Jim Sturgess, Romola Garai, Patricia Clarkson, Jodie Whittaker, Rafe Spall

        Süre: 107 dk.

        Yapım Yılı: 2011

        ALLAHIN SOPASI YOK!

        Fantastik komedilerde ‘yukarı’ ile kurulan ilişkiyi tutucu, Tanrıcı veya ahlakçı bir çerçeveye oturtmamak için önceden önlem almak şarttır. “Hayat Sana Güzel” de bu alanın vücut değiştirme komedisi temsili olarak ‘mizah’ tarafını iyi halletmiş halletmesine. Ancak konu bu olunca göstere göstere ‘çapkınlık yaparsan, gecelik ilişki yaşarsan, porno filmde oynarsan veya yalan söylersen dersini veririm (ler)!’ ahlakçılığını yapmaktan geri durmamış. Bunu Tanrı bakışlı hınzır sinemasal yollarla gerçekleştirmesi ise filmin Bateman-Reynolds uyumu ile gelen diyalog komedisi zekasını heba etmesine yol açmış.

        Vücut değiştirme komedilerinin formüllerini saymaya kalksak herhalde iki sayfayı doldururuz. Kadının içine giren erkekler mi dersiniz, yeniden dünyaya gelen adamlar mı, yoksa bir anda gözünü açıp kendini çocukluğunda/gençliğinde bulan insanlar mı? Bunların listesini uzatabiliriz. “Hayat Sana Güzel” (“The Change-up”, 2011) de bu duruma eklenecek eserlerden biri. Hatta ‘Felekten Bir Gece’ (‘The Hangover’) serisinde payı olan Jon Lucas-Scott Moore senarist ikilisi ile “Davetsiz Çapkınlar”ın (“Wedding Crashers”, 2005) yönetmeni David Dobkin’in imzasıyla ucundan bir ‘umut’ salgıladığı da kesin filmin.

        “Şahane Bir Hayat”ın türevi diyebilir miyiz?

        Bu alandaki eserlerin en uç noktasına “Şahane Bir Hayat”taki (“It’s a Wonderful Life”, 1946) ‘hayat değiştirme’ odaklı Frank Capra esprisini koymak mümkün. Kılık değiştime komedisiyle de akraba bu alan aslında fantastik-komedinin alt-alt türlerine anılası bir şablon armağan etmiştir. Bunu harekete geçirirken ise iki kural göz önünde bulundurulmalı. Birincisi kurulan omurganın kalıbına özgün bir şekilde uydurulması, ikincisi Tanrı ile ister istemez oluşan elektriğin ‘mantıklı’ bir çerçeveye geçirilmesi.

        Ancak işin doğrusu Lucas-Moore ikilisi diyalog ve karakter yaratımı konusunda bu alana ya da durum komedisine hakim olsalar da “Hayalet Sevgililerim”de (“Ghosts of Gilfriends Past”, 2009) verdikleri modern ‘A Christmas Carol’ uyarlamasındaki ahlakçı tutum burada tamamına ermiş adeta. Bu sebeple de “Hayat Sana Güzel”, Bateman ile Reynolds’ın birbirine uyumu ya da karaktersel mizaç denemelerinden güç alsa da ‘Allahın sopası yok!’ demek için üretilmiş bir tür denemesine dönüşüyor zamanla.

        Alttan alta seyirciyi ele geçirmek isteyen Tanrıcı bir bakış

        Yani iki saati bulan süresini böylesi bir mesaj için kullanırken bunu yapmak için gece geçen sahneyi gündüze, gündüz geçen sahneyi geceye yerleştirme gibi Hollywood’da en basit üründe bile rastlanmayacak ‘devamlılık hatası’ndan da bir tane bulunduruyor içinde. Amaç nedir peki?: ‘Allah baba, yukarıdan bakışıyla Bateman’ı şirketin ortağı haline getirecek toplantıya el attı’ demek. Bunu özel hayata bağlayınca da ‘ne önemi var evlilik her zaman yürür, gecelik çapkınlara dersini vermek lazım’ güdüsünü seyircinin zihnine yerleştirme hedefi ortaya çıkıyor.

        Bu sebeple de diyalogla espri yaratma konusundaki beceri; mesajsal tutarlılık ve doğruluk deyince rafa kalkmış gibi. Zira açılış sekansından itibaren ‘üst açı’ ile yeri geldiğinde Tanrısal müdahale yapan, ancak buna fantastik dayanak göstermeyip ‘alttan alta seyirciyi ele geçirmek’ isteyen yapıtın gittiği yön yön değil.

        Lekeyi silmek kolay değil

        “Hayat Sana Güzel” de son yıllarda “Aman Tanrım” (“Bruce Almighty”, 2003) gibi fantastik komedilerin düştüğü bu açmaza takılıp yakışıklı çapkın karakterin aslında hiç de öyle olmadığını ve bir süre evli kalınca ‘dersini aldığı’nı üst açı ile gösterip sadede ulaşmış gibi. Bunu Universal mı istemiş onu bilemeyiz. Bildiğimiz tek gerçek birilerine ders aldırtma amacıyla Reynolds’ın ‘çapkın prototipi’nin etrafındaki kadınların dahi ‘yokmuş gibi’ gösterilmesi.

        Zaten Lucas-Moore ikilisinin geçmişine bakınca böylesi bir leke görüyoruz. Belli ki David Dobkin de “Fred Claus” (2007) ile alternatif bakışını kanıtlamasına karşın burada kendini komediye kaptırarak bu duruma engel olamamış. Zaten “Davetsiz Çapkınlar” da tutucu değil midir?

        FİLMİN NOTU: 3.8

        Künye:

        Hayat Sana Güzel (The Change-up)

        Yönetmen: David Dobkin

        Oyuncular: Jason Bateman, Ryan Reynolds, Leslie Mann, Olivia Wilde, Alan Arkin, Mircea Monroe

        Süre: 112 dk.

        Yapım Yılı: 2011

        KÜRT BABA, KİMLİKSİZ OĞUL

        Kürt alt kültürün arasında filizlenen sosyopolitik bir baba-oğul ilişkisi filmi diyebiliriz. Ancak “Oğul”, temelindeki çarpıcı hikayeyi yanlış bir üslupla perdeye aktarmaya kalkınca bilinçsiz bir ilk filme dönüşmüş. Ancak yine de ülkemizde yığınla kötü Türk filmi üretilirken Cengiz’in ilerleyen bölümde başarılı eserler vereceğine dair ümitlerimizi sürdürebiliriz. Zira burada Kürt kimlik ve sıkışma meselesi konusunda çıkış noktası bir hayli sağlam.

        Atilla Cengiz, bu ilk yönetmenlik denemesinde son yıllarda artan Kürt alt kültür odaklı filmlerin bir yenisini daha veriyor. Bu noktada da cesareti, fikri ve oluşturduğu çerçeve konusunda takdir etmeliyiz kendisini. Zira biri Karadenizli diğeri Kürt iki babanın, ölen oğullarını karıştırmasıyla birlikte oluşan hazin tablo, burada bir hayli sosyopolitik ve içtenlikli bir dramatik yapıyla servis ediliyor.

        Açılış ve kapanış sekanslarının sinema görüşü bütüne yayılamamış

        Ancak gelin görün ki yönetmen Kürt köyünde yaşayan babanın yalnızlığını anlatma konusunda başarılı olsa da, onun oğlunun yolculuğu için nasıl bir portre çizeceğini tam olarak bilememiş. Bu sebeple açılış ve kapanış bölümü bir minimalist sinema zekası içerse de orta bölümde ‘omurga’dan sorumlu dakikalar buna ayak uyduramamış.

        Zira ‘yol filmi’ epizodu diyebileceğimiz bu kısım, Enes Atış’ın rolüne adapte olamayıp geniş planlarda yeteneğini ortaya koyamamasıyla sarsılmış. Buna asker ve polis karakterlerin yapaylığı ve olayın ‘nasıl olsa yakalanıp ölecek’ durumuna koşullanması da eklenince ‘yapma sular’ daha da berrak hale gelmiş.

        Hikaye anlatıcısı bir yönetmene uygun dramatik yapı

        Böylelikle öldüğünü bildiğimiz ‘oğul’un Kürt olduğu için mi, kimliksiz olduğu için mi, yoksa başka bir sebeple mi cinayete kurban gittiğini tam olarak öğrenemiyoruz. Belli ki yönetmen kendini sinemanın ‘minimalist’ ve ‘sosyopolitik’ güzelliklerine kaptırınca bu kısımları es geçmiş. Bu noktada oğlanın çaresizliğini anlatma konusunda da sınıf atlayamadığı ortada Cengiz’in.

        Bu sebeple gerçek anlamda bir tempo sorunu yaşıyor “Oğul”. Hikaye anlatıcısı bir yönetmenin elinde oyuncuların yakın-orta plan ağırlıklı bir şekilde perdede belirmesi gerekirken, malzemenin Kürt köyünün sıkışmışlığından başka bir şey anlatamaz hale gelmesi sağlanmış.

        İyi fikir yeterli mi?

        Rıza Akın’ın Kürtçe konuşarak verdiği ölçülü tablonun, baba karakterinin hüznünü derinden hissettirdiği kesinken hikayenin diğer kolları bir türlü işlemiyor. Böylece sadece ‘iyi fikir varsa her şey bitmiştir. Filmi minimalist çekerim sanat olur arkadaş’ güdüsü aşılanıyor. Ama her zaman söylüyoruz, ne yazık ki sinema böyle bir şey değil.

        Buna istinaden burada oyunculuk ve özen dar bir alana sıkıştırılınca, Kürt ve Karadeniz halkının meselelerinin ortak bilinci konusunda da herhangi bir şey söylenememiş. Bu durum belli ki Cengiz’in minimalizm inadından kaynaklanmış. Geniş planlar, geniş ölçekli objektifler ve süresi uzun sahneler de aslında buradaki yapıya, söylemlere ve derinlikli alt metinlere destekten çok köstek olmuş diyebiliriz.

        FİLMİN NOTU: 4.2

        Künye:

        Oğul

        Yönetmen: Atilla Cengiz

        Oyuncular: Rıza Akın, Enes Atış, Gökhan Atalay, Kuvvet Yurdakul

        Süre: 105 dk.

        Yapım Yılı: 2011

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Akılalmaz (Unthinkable): 2.1

        Anneler Günü (Mother’s Day): 2.6

        Arabalar 2 (Cars 2): 5.5

        Aşırıcılar (Kari-gurashi no Arietti / The Borrowers): 5

        Babamın Penguenleri (Mr. Popper’s Penguins): 4.8

        Bir Tutam Cennet (A Little Bit of Heaven). 3.3

        Bir Zamanlar Anadolu’da: 7.7

        Çatı Katı (Loft): 4.5

        Çelik Yumruklar (Real Steel): 2.8

        Çılgın Aptal Aşk (Crazy, Stupid, Love.): 6.1

        Dehşetin Gözleri (Zwart Water / Two Eyes Staring): 3.5

        Goethe’nin İlk Aşkı (Goethe!): 3.4

        Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 2 (Harry Potter and the Deathly Hallows: Part II): 5.8

        Her Yerde Aşk (Manuela d’Amore): 2.2

        İlk Yenilmez: Kaptan Amerika (Captain America: The First Avenger): 2.1

        İmkansızın Şarkısı (Noruwei no mori / Norwegian Wood): 6.5

        Kanıma Gir (Let Me In): 4.2

        Karadedeler Olayı: 5.4

        Kara Büyü (Needle): 3

        Killer Elite: 3.9

        Kolombiana: İntikam Meleği (Colombiana): 4.9

        Korku Evi (Dream House): 2.3

        Korku Gecesi (Fright Night): 3.5

        Kovboylar ve Uzaylılar (Cowboys and Aliens): 4

        Kötü Öğretmen (Bad Teacher): 5.2

        Kral Henry (Henri 4): 2.2

        Maymunlar Cehennemi: Başlangıç (Rise of the Planet of the Apes): 3.9

        Mühürlü Köşk: 0.7

        Nedimeler (Bridesmaids): 1.6

        Paris’te Gece Yarısı (Midnight in Paris): 5.8

        Patrondan Kurtulma Sanatı (Horrible Bosses): 4.9

        Saç: 7.8

        Saklı Ruh (Hidden 3D): 2.9

        Son Durak 5 (Final Destination 5): 4.8

        Suikast (The Conspirator): 6

        Şangay (Shanghai): 5.5

        Şeytanın İni (Red State): 5.5

        Şirinler (The Smurfs): 4.1

        Uzaylıların Şafağı (Attack the Block): 4.8

        Vampir Cehennemi (Stake Land): 5.3

        Yeryüzündeki Son Aşk (Perfect Sense): 8.3

        Yeşil Fener (Green Lantern): 5.7

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        keremakca@haberturk.com

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar