Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        5 KASIM FİLMLERİ

        Cemaat-polis teşkilatı-terör örgütü-klan dörtgeni içinde insanların dine bakış açılarını masaya yatıran bir terör gerilimi.“New York’ta Beş Minare”nin jenerik yazılarını görmezseniz bir Steven Spielberg, Martin Scorsese veya Francis Ford Coppola filminin içinde olduğunuzu düşünebilirsiniz. Tehlikeli bir meseleye el atan Kırmızıgül, bir kez daha Türkiye’de değinilmeyen konularla ilgili fikir jimnastiği yapmamızı sağlıyor. Bunu uygularken müslümanlıkla ilgili önyargıları ve cehaleti Hollywood’un politik eserlerindeki gibi derinlikli incelemesi, dramatik anlamda Amerikan ana akım sinemasını yakalamasına yol açıyor. “New York’ta Beş Minare”, belli ki bundan sonra Türkiye’nin Spielberg’ü olmayı çoktan hak eden Mahsun Kırmızıgül’ün filmlerinin popüler sinemamızın ‘el kitabı’na dönüşmesini garantileyen eser olarak anılacak. Zira birçok açıdan Türk sinemasının üzerinde bir yapıt bu.

        2007, 2009 derken 2010 da geldi ve Mahsun Kırmızıgül’ün Türk sinemasının çıtasını yükseklere çekme güdüsü artarak devam etmekte. “New York’ta Beş Minare” de bu durumun üzerine yeni bir tuğla koyuyor ve bunun bir tesadüf olmadığı gerçeğiyle tam anlamıyla yüzleşmemizi sağlıyor. Öyle ki yönetmen, Amerikan klasik sinemasının film gramerini Türk sinemasına kazandırma sürecinde rakiplerinin çok önünde işler ortaya koyarken, bu yapıtıyla seyircinin zihnine seslenerek de olgunluk sınavını veriyor.

        Spielberg’ün “Münih”i varsa, Kırmızıgül’ün de “New York’ta Beş Minare”si var

        Elimizdeki yapıt, melodram alanındaki iki eserden sonra Kırmızıgül’ün ‘blockbuster’ yaratma konusundaki sevdasında son durak. Nasıl Steven Spielberg’ün “Münih”i (“Munich”, 2005), Martin Scorsese’nin “Taksi Şoförü” (“The Taxi Driver”, 1976) var ise Mahsun Kırmızıgül’ün de “New York’ta Beş Minare”si var denilecek önümüzdeki yıllarda.

        Zira Kırmızıgül, türler arasındaki yolculuğunu her daim sürdüren Amerikan ana akım sinemasının birinci sınıf yönetmenlerinin yaptığı gibi, bir ‘terör gerilimi’ ile dikiliyor karşımıza bu sefer. Ele aldığı hikayeyi bir türe yerleştirme ve ondan ‘özdeşleşme’ çıkarma konusunda da bir hayli başarılı. Kurmaca film denilen şeyin nasıl sinemalaştırılabileceği konusunda dersine iyi çalıştığı kesin.

        Hikayesine bakış açısı ve söylemiyle Türk sinemasına sınıf atlatan bir film

        Ülkenin gerçekliği ile saklanılanı, düşünüleni ile düşünülmek isteneni, göz ardı edileni ile öne çıkarılanı arasında gidip gelen, zıt kutuplarla ilgili düşünmeye iten bir film bu. Zaten 70’lerde Yeni Hollywood ekolünün (Steven Spielberg, Martin Scorsese ve Francis Ford Coppola’nın ülke sinemasının yönünü değiştirdiği atılım) devreye girmesiyle birlikte keskin politik mesajı olan filmlerin de eğilimi buradaki gibi seyretmiştir.

        Eserlerin belli bir cümleleri vardır tabii. Ancak esas amaç onun üzerine izleyiciyi düşünmeye itmektir. Keskin bir sonuç belirtmemektir. Daha doğrusu o sonuca ulaşırken engebeli yollar izlemektir. Bu da olgun ve üzerinde fazla düşünülmesi gereken alt metinler getirir.

        “New York’ta Beş Minare” de söylem açısından Türk sinemasına sınıf atlatan bir film.

        Genelde siyasi içerikli gerilimlerin rehine gerilimi, terör gerilimi, politik-gerilim, casusluk gerilimi gibi türlerinde faaliyet gösteren eserlerin bir mesajları vardır.

        “Kurtlar Vadisi: Irak”ın demodeliğini rafa kaldıran bir terör gerilimi

        Ancak bunu doğru yoldan, izleyiciyi düşünmeye gark ederek vermeyi tercih ederler. Öyle kökten bir tarafı tutarak konunun üzerine gitmenin sessiz sinema döneminde kaldığını bilirler. Örneğin “Yargısız İnfaz” (“Rendition”, 2007), “Tanrının Vadisinde” (“In the Valley of Elah”, 2007) gibi şu sıralar Irak Savaşı çevresinde politik damarı tartışmalı eserler, öyle filmler.

        Kırmızıgül de daha önce farklı bir kimlikten insan görünce ‘kökten ırkçı’ veya ‘şovenist’ bir darbe vurarak seyirciyi bu yöne çevirmeyi hedefleyen acemi ulusal siyasi gerilimlerin bu tekrarcı anlayışını veya yanlış duruşunu evrensel bir dozaja taşıyor burada. “Kurtlar Vadisi: Irak” (2006), “Pars: Kiraz Operasyonu” (2007) gibi eserler bu kolay yola sapıp demode dramatik yapılar geliştiren eserlerdi.

        Kırmızıgül ise burada ele aldığı hikayeyi bütün etnik grupların görüşleri ışığında değerlendirmeye sunuyor. Böylece taraf tutmaktan uzak durup, gerçek anlamıyla keskin ve kolaycı bir yola sapma fırsatını elinin tersiyle itiyor. Söylemini görüntüler yoluyla ifade etmenin derdine düşüyor.

        Esas hedefi müslümanlığa ve dine bakış açısını incelemek

        Siyahi Amerikalı, cemaat eğitimli Türk, Doğu Anadolulu, has İstanbullu, klan çıkışlı siyahi Amerikalı, müslüman karşıtı beyaz Amerikalı gibi tiplemeler çizerek, bunların ‘İslam’ın veya dinin dünyada açtığı psikolojik hasarlar’ üzerine bir çerçeve oluşturmasını sağlamış. Elde kalan eser, mesajını verirken ve izleyiciyi konuyla ilgili fazlaca düşünmeye iten bir dramatik yapı sunarken, kimi zaman ‘Tam da böyle işte!’ dedirten bir yere gidiyor.

        Esas incelemek istediği konu ise müslümanlığa bakış açısı aslında. Yani basında yer aldığı gibi bu ‘Fetullah Gülen’in kurmaca hayat hikayesi’ veya 11 Eylül saldırılarını ele alan bir terör filmi değil.

        Birincil amacı her müslümanın terörist olmadığı gibi, iyi de olabileceği, aynen yukarıda saydığımız bütün ülkelerden gelen insanlar gibi bir yere oturduğunun üzerine gitmek aslında. Zaten açılışta cemaat ile polis teşkilatının mezuniyet görüntülerini üst üste bindirmesi de manidar. Öyle ki her ikisini de üst açılarla ‘sistemli’ olarak göstermesi, sadece birinin devletin, diğerinin dinin toplu bir şekilde ifade edildiği yer olmasını anlatmaya yarıyor.

        Amerikalının dini Türk’e göre daha bütün olabilir mi?

        Bu durumun devamında Amerikalı polis memurunun, kardeşi ikiz kulelerin altında kaldı diye müslümanlara önyargılı bakması ve bunun ortak bir Amerikan orta sınıf görüşü olarak sunulması filmin konuyla ilgili söylemini geniş çerçeveye yayan bir durum. Buradan başına takke takan her müslümanın ‘kötü adam veya terörist’ olarak damgalanmasının yanlış olduğu gerçeğine uzanması da önemli ve toplumdaki beyin yıkamalarına karşın duran bir söylem getiriyor.

        Ama terörün müslümanlığın yanlış anlaşılmasıyla gelen ve yıkıma yol açan, ‘tükaka bir şey’ olduğunu belirtmekten de geri durmayan, keskin mesajları var. Sadece bunları karton yollarla yapmıyor. Zaten her türlü tehlikeli yöne sapmasına rağmen “New York’ta Beş Minare”nin terörün müslümanlığı yanlış algılayan bir kitlenin veya örgütün geri dönüşü olabileceğini anlatırken takındığı tavır da dikkat çekici.

        Terörizmi incelerken, toplumun cehaletini ve kişisel hırsları sorgulamak lazım

        Kısaca Kırmızıgül, ‘Cemaatlerde eğitilenlerin de art niyetli ve iyi niyetlisi var. Onların hepsine cinayet ve intihar bombacılığı öğütlenmiyor. Bu sebeple de her cemaat çıkışlı kişinin kötü olduğunu düşünmek doğru değil. Esasen müslümanlığa bakış açısını, bu konudaki eğitimsizliği, kişisel hırsları ve cehaleti sorgulamak lazım. Bu sayede dinin, müslümanlığın ya da hıristiyanlığın gerçek yüzünü aydınlatabiliriz.’ demek istiyor. Bu dinleri de birbirinden ayırmıyor elbette.

        Danny Glover’ın zenci klan lideri tiplemesindeki ve Haluk Bilginer’in ‘Deccal’ olarak aranan Hacı Gümüş rolündeki performansları da bu söyleme destek çıkıyor elbette. Öyle ki böylesi rollerde alışık olmadığımız iki oyuncunun farklı lehçe, mizaç ve prototiplere girmeleri, onları tanıyamamamızı dahi sağlıyor zaman zaman.

        “Gölgeler ve Suretler”in devrim dediği, burada sadece bir detay

        Tekrar “New York’ta Beş Minare”nin esas mesajına döndüğümüzde, o noktaya ulaşırken özellikle Amerikan sinemasından “Kuşatma” (“The Siege”, 1998) gibi aynı türe mensup filmleri hatırlamamıza yol açması da önemli. Kırmızıgül’ün Türk sineması standartlarının üzerinde bir filme imza atarken, ilk kez kullandığı 2.35 anamorfik lenslerden bizim sinema salonlarında gerçek görüntü oranını alamaması hayli üzücü bir durum. Bu da zaten sektöre yukarıdan bakmasına yol açıyor “New York’ta Beş Minare”nin.

        Bunun yanında Derviş Zaim’in “Gölgeler ve Suretler”de (2010) “filme bedel estetik” olarak sunduğu tablolardan gerçek mekana yapılan kurgu geçişlerinin burada sadece bir ayrıntı olması da yönetmenin geldiği düzeyi gözler önüne seriyor.

        Steven Soderbergh ve Ridley Scott’ın etkisini görmek mümkün

        Zaten Kırmızıgül’ün esas amacı blockbuster yaratırken aksiyon, polisiye, gerilim, dram gibi türleri de içinde harmanlayan bir yapının ışığında ilerlemek. Bunu yaparken Bitlis’teki çatışma sahnelerinin aktif kamera kullanımıyla Ridley Scott’ın “Kara Şahin Düştü”sünü (“Black Hawk Down”, 2002) hatırlattığı da söylenebilir. Anlayacağınız “New York’ta Beş Minare”, kaynağını Türk sinemasından çok Hollywood’dan alan evrensel bir eser. Yani ana akım sinemasının esas vatanından besleniyor.

        Konu buraya gelmişken, Steven Soderbergh’in “Trafik”i (“Traffic”, 2000) ile ana akım sinema bilincine iyiden iyiye sinen renk filtresi kullanımının filme yansımasını da es geçmemek lazım. Özellikle polis karakolunun içindeki mavi ve bazı kısımlardaki sarı renk paleti dikkat çekici bir şıklık ve özen salgılıyor. Tabii bu tercihlerin görsel yapının bütünlüğünün bir parçasına dönüşmesi, dine daha açık bir mekan olan New York’ta geçen bölümlerde doğal renklerin ve bolca ışık yalıtımının zirve yapmasına yol açıyor.

        70’lerin siyasi gerilimlerine ‘balık gözü’ katkısı

        Bunun yanında Kırmızgül’ün 70’lerin soğukkanlı politik-gerilimlerindeki uzun planlar ya da kaydırmaları yer yer kullanırken (Bkz. Açılış sekansı ve ABD’deki ev içi sekans), bunları filmin temposuna göre zekice yerleştirmesine de dikkat çekmek gerek. Paranoya, komplo ve sistemin dayattığı yalnızlığı anlatmaya yarayan bu estetik, başta Hacı Gümüş karakteri olmak üzere bütün tiplemelerde kullanılmış.

        Bu kullanımın getirisi olarak da Kırmızıgül kimi zaman balık gözü objektifine (daha çok alan göstermek için kullanılan en geniş çaplı mercek) kadar yaslanan geniş ölçekli objektiflerden dar açı objektiflere kadar bütün mercek seçimlerini çok iyi bilen görsel yapısıyla şaşırtmaya devam ediyor.

        Siyasi içerikli gerilimlerimizin içinde zirveye yerleşiyor

        “New York’ta Beş Minare”, teknik anlamda bilgili bir yönetmenin, adeta yıllardır film çekiyormuş izlenimi veren bir sanatçının ürünü. Daha önce “Gecenin Kanatları” (2009), “Büyük Oyun” (2009), “Miras” (2007), “Kelebek” (2009), “Kurtlar Vadisi: Irak”, “Pars: Kiraz Operasyonu” gibi siyasi içerikli gerilimlerin özensizlikleri ve olaylara at gözlükleriyle bakmaları sebebiyle tamamına erdiremedikleri bu türü hayata geçirmek konusunda bir hayli başarılı.

        Film, “Vali” (2009) gibi politik-gerilim ve “Ev” (2010) gibi rehine gerilimi alanına mensup eli yüzü düzgün eserlerin üzerine ‘terör gerilimimiz’ olarak yerleşiyor. Mesajı konusunda bazı tartışmalar yaratacağını düşünsem de, onu da Kırmızıgül’ün cesaretine vermek lazım. Zaten her büyük yönetmen bazı riskler alarak bir yerlere gelir.

        Türk ve Amerikalıların birbirlerine karşı davranışlarındaki detaylardan kaza sahnesinin efektlerine, sorgulama sekansının klostrofobik atmosferinden çoğu yerde tempoyu yükseltmeye yarayan paralel kurgunun kullanımına ve elbette orkestra eşliğindeki ‘büyük müzik’ine kadar tam bir yönetmen başarısı karşımızdaki eser.

        Artık Kırmızıgül’ün izini süren yönetmenler ve filmler türeyecektir

        Prodüksiyonun yüksek kalitesini, görüntü yönetimi, kurgu, müzik ve sanat yönetimini bir çatı altında toplayabilen Mahsun Kırmızıgül’e şapka çıkarmak lazım. Ülkemizde Amerikan klasik sineması gramerini bu ayarda uygulayan bir yönetmen daha yok. Bu konuda sadece Taylan Kardeşler ve Abdullah Oğuz gibi bu kadar uçlara gitmeyen isimler örnek olarak verilebilir. Üstelik Sinan Çetin, Mustafa Altıoklar gibi bu alanla ilgili daha iddialıları olmasına karşın...

        Bundan sonra da etki skalasını oluşturan Kırmızıgül’ün ta kendisi olacaktır zaten. Onun evrensel ve cesur filmlerinin ışığında türeyen filmler izleyeceğiz. Aynen ‘2.35:1’ sinemaskop formatını ülke sinemasına bilinçli bir kullanımla soktuğu gibi. Zira onun etkilendiği şeyler ancak Hollywood’dan çıkabilir.

        FİLMİN NOTU: 6.4

        Künye:

        New York’ta Beş Minare

        Yönetmen: Mahsun Kırmızıgül

        Oyuncular: Haluk Bilginer, Mustafa Sandal, Mahsun Kırmızıgül, Robert Patrick, Danny Glover, Gina Gershon, Engin Altan Düzyatan, Justine Cotsonas,

        Süre: 100 dk.

        Yapım Yılı: 2010

        KARA KOMEDİDE İNECEK VAR

        Ülkemizde popüler sinemanın gün geçtikçe daha fazla ürün vermeye başlaması, hem yetenekli yönetmenlerin sayısının artmasına, hem de tür sinemasının bir yelpaze gibi açılmasına önayaklık ediyor. Bu doğrultuda da Kemal Uzun’un ilk filmi “Vay Arkadaş”, daha önce “Vavien”, “40”, “Gişe Memuru” gibi eserlerde uygulandığını gördüğümüz kara komedilerimizin son ayağı. Daha açılış sekansındaki biçimci yaklaşımdan başlayarak filmin tamamına sinen baskın yönetmenlik stilinin yanında, lakap takılan karakterlerle gelen ‘diyalog komedisi’ odaklı mizah da yer yer çok iyi işliyor. Genel anlamda bakınca “Vay Arkadaş” bileğinin hakkıyla, Türk sinemasında Guy Ritchie ekolünü izleyen kara komedi geleneğinin en keskin temsilcisi olmayı beceriyor. Filmin, popüler sinemamızın kalkınması için şart bir proje olduğuna da şüphe yok.

        Filmin vizyonundan bir gün önce, dün yazdığım eleştirisine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Vay Arkadaş

        Yönetmen: Kemal Uzun

        Oyuncular: Ali Atay, Fırat Tanış, Mete Horozoğlu, Demet Evgar, Rasim Öztekin, Mustafa Üstündağ, Pamela Spence

        Süre: 100 dk.

        Yıl: 2010

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor (Loong Boonmee raleuk chat): 3.8

        Aşka Fırsat Ver (L’Age de Raison): 5.5

        Aşkın İkinci Yarısı: 5.2

        Borsa: Para Asla Uyumuz (Borsa: Money Never Sleeps): 5.5

        Cehennem: 0.8

        Çılgın Hırsız (Despicable Me): 6.8

        Çoğunluk: 6.5

        Ejderha Dövmeli Kız (Girl with a Dragon Tattoo): 4.8

        Harbi Define: 2.1

        Kako Si? (Nasılsın?): 0.7

        Kavşak: 4.2

        Mahpeyker: Kösem Sultan: 1.5

        Nefes Nefese (Inhale): 5

        Nene Hatun: 2

        O Kul: Hayal Bile Etme: 3.4

        Paranormal Activity 2: 7

        Paris’te Son Konser (Le Concert): 4.3

        Red: 4.3

        Resident Evil: Ölümden Sonra (Resident Evil: Afterlife): 4.2

        Sammy’nin Maceraları (Sammy's avonturen: De geheime doorgang): 6

        Satılık Ruh (My Soul to Take): 2

        Seni Uzaktan Sevmek (Going the Distance): 4.9

        Sihirbaz (L’Illusioniste): 6.8

        Son Ayin (The Last Exorcism): 3

        Son Savaşçı (Centurion): 6.1

        Sosyal Ağ (The Social Network): 7

        Şeytan (Devil): 5.5

        Şantaj (Stone): 7.1

        Toprak Altında (Buried): 4

        Ustura (Machete): 6.5

        Üç Harfliler: Marid: 4.6

        Ye Dua Et Sev (Eat Pray Love): 3

        Yedek Polisler (The Other Guys): 5.6

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        keremakca@haberturk.com

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar