Zorlama oyuncu bunalımı
17 NİSAN FİLMLERİ
‘Büyük oyuncular yeterli’ inancıyla başlayıp öyle sona eren bir Barry Levinson filmi. Al Pacino’nun kontrolü altına aldığı proje, doğaçlama sahneler, ders veren diyaloglar, teatral debelenmeler ve konuk oyuncu yağmuruyla süresini uzatınca yorucu bir sürecin habercisi oluyor. Hedefsiz “Dönüm Noktası”, iyi bir yönetmenin çöküşüne dikkat çekiyor.
“Diner” (1982), “The Natural” (1984), “Günaydın Vietnam” (“Good Morning, Vietnam”, 1987), “Yağmur Adam” (“Rain Man”, 1988), “Kardeş Gibiydiler” (“Sleepers”, 1996) gibi filmlerle tanıdığımız Barry Levinson, zamanında Amerikan klasik sinemasının damarında söz sahibi idi. Kendi jenerasyonundan Ron Howard, Taylor Hackford gibileriyle birlikte ‘memur kuşak’a dahil olmuştu. Yönetmenin kısa sürede Oscar ödülü aldığı bir de kariyeri vardı. Ancak sinemacı, 10 sene önce stüdyolardan kesik yedi, o zamandan bu yana bağımsız projelerle bir yerlere gelmeye çalışıyor.
TEKNİK EKİP İLKELLİĞİ BELLİ EDİYOR
Aslında “Ürpertiler” (“Shivers”, 1975) etkili parazit filmi “The Bay” (2012), buluntu film meselesini farklı boyutlara taşıyan özgün bir çalışmaydı. Ama Lions Gate’i batırdı. Levinson’ın bir kez daha şansı yaver gitmedi. Orada ‘gaffer’ (ışıkçı) olarak çalışan İskandinav görüntü yönetmeni Adam Jandrup’un burada sorumluluk alması zaten teknik açıdan önlenemez bir çıkışsızlık getiriyor.
Onun için ülkesindeki TV ve belgesel projelerinin ardından ikinci sinema filmiyle şansını denemek ‘sıfırdan başlangıç’ anlamına geliyor. Bu görselliği umursamayan ilkel kafa yapısına az deneyimi olan bir kurgucu da ekleniyor. Böylece ‘oyunculuk ve diyaloglar yeterli, kamerayı boşver!’ gibi 1950’ler Hollywood’unun anlayışı canlanıyor.
LEVINSON BİLİNÇALTINA GİRİNCE KAYBOLUYOR
Buna paralel olarak Levinson için çöküş önceden başlıyor. Genelde nesnel bir hikaye anlatma sineması onun kalemi… Bu sayede geri çekilip meselelere bakarken özdeşleşecek karakterler yaratmayı sever yönetmen. Robin Williams’la üç, Al Pacino, Dustin Hoffman ve Robert De Niro ile ikişer kez çalışması tesadüf değildir. Ama “Tam Olarak Ne Oldu?”dan (“What Just Happened”, 2008) sonra bir kez daha, halüsinasyonlarla dolu sancılı bir dönemi perdeye taşıyor. Finiş çizgisini bulması hiç kolay olmuyor.
Orada De Niro’nın canlandırdığı bir yapımcının Hollywood çarklarının içinde gideceği yönü şaşırması dağınık bir zihin temsili getirmişti. El-omuz kamerası devreye girmişti. Burada ise Pacino’nun tiyatro oyuncusu karakteri, daha ilk sekanstan itibaren dramatik yapıyı iki çizgiye bölen ezberci bir üslupla donatılıyor. Ama gelin görün ki hayal ile gerçeklik, anlatılan ile yaşanan birbirinden ayrılmıyor, her şey bize olmuş bitmiş gibi gösteriliyor. Bu sayede yorucu bir kargaşayla yüzleşmek kaçınılmaz hale geliyor.
SENARYO YOK, SİNOPSİS VAR
Bu zorlu sinema dilini kaldırmak için alışkanlık sahibi olmak gerekir. Kurgucu-görüntü yönetmeni birlikteliği; deneyimsizlikten beslenip sinopsis halinde kalan senaryoya çarpınca, 2008’den sonra bir kez daha Levinson bir projeyi kaosa sürüklüyor. Ana karakterin öznel dünyasına odaklanmak için “Dövüş Kulübü” (“Fight Club”, 1999) gibi başyapıtlara bakmak gerekebilir. Temelde “Dönüm Noktası” (“The Humbling”, 2014), Pacino’nun kendinden 35 yaş küçük seksi ve lezbiyen bir kadın karşısında küçük duruma düşmesi üzerine…
Yaşlı erkek-genç kadın ilişkisine bakarken, alt seviyeyi çıtır ya da bakire olarak belirlemiyor. “Exotica” (1994), “Venüs” (“Venus”, 2008) gibi eserlerde hayranlık derecesinde kalan ilişkilerden birini inşa ediyor. Ama perdede bu yapıtların samimiyeti bile canlanmıyor. “Aşkın Dansı”nın (“Je Ne Suis Pas là Pour être Aimé”, 2008) ruhsuzluğunu hatırlatıyor daha çok “Dönüm Noktası”. Zira her şeyi Pacino’nun omuzlarına yüklemek hiç mantıklı değil. Eğer bir gizem varsa bunu önce yönetmen çözmeliymiş. Tiyatro oyuncusu bunalımı ile yaşlı erkek-genç kadın ilişkisinin birleştiği noktaya dikkat çekiyor film.
PACINO’NUN İYİ OYNADIĞI DOĞAÇLAMA SAHNELER
Açılış sekansı becerikli. Ayna karşısında konuşan Pacino, gözlemci/röntgenci bir kamerayla donatılıyor. Sıçramalı kurgu tekniği derken soluğu sahnede alıyor. Bunun arkasına içerideki düşme sahnesi yerleşiyor. Hastaneye gidişin yolu bu sayede açılıyor. “Carlito’nun Yolu”ndaki (“Carlito’s Way”, 1993) benzer sahneyi hatırlatan görüntünün devamında ev içindeki kaotik anlar, zorlama sancılar karşımıza çıkıyor.
Bir yerden sonra her şeyin hayal olduğundan şüphelenmemizi isteyen hedefsiz senaryo, Pacino’nun doğaçlama sahnelerinden yeniyetme bir yönetmenin çıkardıklarına bakıyor sanki. Onun kendisi için özel yazdırdığı ısmarlama sekanslardan bir karmaşa çıkıyor. Gerwig dışındakilerin işlevini çözmek zor… Sedgwick’in bir anda dışarıda ortaya çıkması, Weist’in içeri atlamak için debelenmesi derken, Dan Hedaya’nın ne yaptığını biz bile çözemedik! Her biri Pacino’nun ismini duyunca gelip sette çalakalem yazılan hikayeden kopuk sahnelerle içeri girmiş gibiler… Oyuncunun önerisiyle uyarlanan ve Levinson’a verilen Philip Roth eseri, sanki doğaçlama bir temsil buluyor, yalpalıyor. 2001’den bu yana senaryo yazmayan 83 yaşındaki Buck Henry’yi ortak senarist yapmak, ‘nokta atışı diyaloglar yeterli’ gibi bir kolaycılık getiriyor.
EN AZ 40 DAKİKA KISA OLMALIYMIŞ
Pacino, Roth’un romanındaki 67 yaşındaki aktörde kendinden çok şey bulmuş. Hazımsızlık, cinsel çıkışsızlık, umutsuzluk, bunalım ve daha fazlası lezbiyen bir kadınla aynı yatağa girmeye kadar uzanıyor. 110 dakikada 70 dakikada halledilecek süreci deneyimlemek ise yorucu oluyor. Zorlama sahnelerin ardı arkası kesilmiyor.
Levinson, el kamerasıyla arkadaki ışığı belirlemeden hareket ediyor. İlginç bir ‘Cassavetes görse gurur duyardı’ filmine yol açıyor. Ama büyük oyunculuk bu işin ortasında ne yapıyor? Tartışılmaz bile. Bağımsız sinema Levinson’a ağır gelmiş.
Pacino ve Gerwig için olumsuz bir şey söyleyemeyiz. Ama belli ki, sahne, ev ve özel hayat arasındaki hayali ve gerçek öğelerin hiçbir mantıklı açıklaması yok. Pacino’nun senaryosuz halleri filmin atardamarına dönüşüyor. Nereye gittiği belli olmayan süreç, HD’yi idare edemeyen Levinson’ın çağa ayak uydurmasını engelliyor. Rol kese kese iki saati bulmak herhalde ancak ‘teatral debelenme’ olarak anılabilir.
“Dönüm Noktası”, Levinson’ın izlediklerim arasında en kötü filmi… TV filmi “Doktor Ölüm”ü (“You Don’t Know Jack”, 2010) bile sollayamıyor. Pacino’nun ise düşüş dönemine dahil oluyor. Onun kariyerinde kendisi için özel çektirttiği “Danny Collins” (2015) ve “Manglehorn” (2014) gibi yolunu kaybeden yapıtlardan birine dönüşüyor. Kişisel bir haykırışın, teatral bir tatmin aracının ötesine geçemiyor. Film, oyuncu bunalımını ele alırken aynı yıl çekildiği yakın akrabası “Birdman”in (2014) bir hayli altında kalıyor.
FİLMİN NOTU: 2.7
Künye:
Dönüm Noktası (The Humbling)
Yönetmen: Barry Levinson
Oyuncular: Al Pacino, Greta Gerwig, Kyra Sedgwick, Dan Hedaya
Süre: 113 Dk.
Yapım Yılı: 2014
DARBENİN ‘EKSİK’ BIRAKTIKLARI
Oyuncu çıkışlı yönetmen Barış Atay’ın ilk sinema filmi “Eksik”, 12 Eylül 1980 gecesi başlayıp günümüze atlayan travmatik bir hikaye anlatıyor. İki dönem arasında kurulan bağ ve erkek kardeşlik üzerinden darbenin ‘eksik’ bıraktıklarını eleştiriyor. Özellikle yükselişteki oyuncu Özgür Emre Yıldırım zor bir karakterde başarılı bir performans çıkararak akılda kalıyor.
“Babam ve Oğlum” (2005) sonrası 12 Eylül dönemi sinemamıza daha da fazla malzeme olmaya başladı. Açıkçası bu durum karşısında köşeye de sıkıştık. Zira o damardan aman aman işler izlemedik. Fikir aşamasında kalan ve siyasi görüşün esiri olan yapıtlar yoğunluktaydı. İster istemez ya slogan atan ya da melodrama kayan kolaycı çalışmalarla yüzleştik. Sadece geçen yıl “Ayhan Hanım”da (2014) olağandışı denemesiyle dikkat çeken Levent Semerci halen akıllarda…
GİRİŞ İYİ KOTARILMIŞ
“Eksik” (2014) ise o yılları görmüş Barış Atay’ın katkısıyla döneme samimi bir bakış atıyor. Açıkçası filmin 15 dakikalık giriş bölümü çok iyi. 12 Eylül’e bu kadar sinemasal ve gerçekçi yaklaşan bir yönetmen daha bulmak zor. Barış Aygen’in sinematografisi, sanki karanlık dehlizlerde ilerlerken, bir alt kültür, sokak kültürü portresi çıkarıyor.
Bunalımlı dünyanın üzerine çöken atmosfer, karakterleri de zedeliyor. Buna istinaden birkaç kaydırma hareketi özellikle uzun tutuluyor. Sokaklardaki izleme planları fazlasıyla melankolik duruyor. Böylece devrimle kendi köşesine itilmiş, adeta mahkumiyeti tatmış insanların ruh halini doğrudan hissediyoruz. Bir aileyi merceğimize aldığımızda yine dışarıdan kopuk koltuklar, yabancılaştırıcı aksesuarlarla donatılıyoruz. O gece doğan bir bebek elbette bir ‘darbe çocuğu’ getiriyor. “Babam ve Oğlum”la akrabalık böylece daha da netleşiyor.
2014’E ATLAYIŞ NE KADAR BAŞARILI?
Bu konuda sinema tarihinde de örnekler bulabiliriz. Burada Ali Aga’nın, Kenan Evren ile Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemlerini birleştirme özeni yerinde. Bu geçiş sonrasında ise Atay’ın fakir tiplemesinin yalnızlığına odaklanıyoruz. Bu eylem ister istemez bir çaresizlik, siyasi iradeye karşı eli kolu bağlanma getiriyor.
Ama ikinci bölümde gün ışığında sanki inadına genele yerleştirilmiş planlar ve plansız ışık filmi etkisi altına alıyor. “Eksik”, orada Özgür Emre Yıldırım’ın ‘eksik’ tiplemesini işliyor. Onun canlandırıcı bir güç olarak bir ‘erkek kardeşler filmi’ne malzeme olmasına olanak tanıyor. Adeta askeri darbenin ‘eksik’ bıraktığı yaşamlar, bir duygusal bağ ile yüzümüze çarpılıyor. Parçalanan aile ‘kutsal yuva’yı tersine çeviriyor. Devrim adlı bedensel engelli karakter etkileyici…
İKİ OYUNCUSU İYİ PERFORMANSLAR ÇIKARMIŞ
Atay ile Yıldırım’ın uyumu sömürüye fazla kaymadan bizi travmatik finale doğru götürüyor. Özgür Emre Yıldırım’ın bir sene içinde “Bir Gece” (2014) ve “Sarmaşık”tan (2015) sonra buradaki başarısı da takdire şayan. Finalde konulan ‘riskli nokta’, ‘hem sert hem de düşündürücü olmalıyız!’ düşüncesiyle aceleye getirilmiş. Ama genel anlamda ilk bölümün didaktik ve teatral olmaması takdir edilebilir. Hatta tam aksine baskıcı politikalardan bıktıran ve içimize sıkıntı veren bir görüntüsü var.
Barış Atay, ilk yönetmen olarak becerikli bir iş çıkarmış. Birçok politik yapıt gibi slogan atıp kolaya kaçmamış. Dramatik bir öykü oluşturarak hasarları yıllar boyu süren yasakçı zihniyeti eleştirmiş. İşin ucunu günümüz hükümetinin basiretsizliğine kadar götürmüş. Bu yolda ilerlerse sorunlarını çözerek amacına ulaşır, uzun vadede daha derli toplu filmler çekebilir. Senaryoda ‘ana karakterin annesini 30 sene görmeme şansı var mı?’ gibi akılda kalan bir-iki soru işareti var…
FİLMİN NOTU: 4.9
Künye:
Eksik
Yönetmen: Barış Atay
Oyuncular: Barış Atay, Özgür Emre Yıldırım, Nur Sürer, Toprak Sağlam, Uğur Polat, Sarp Akkaya, Caner Erdem
Süre: 105 Dk.
Yapım Yılı: 2015
HOLLYWOOD’A TRANSFERİ YAKIN
Fransa’daki gangster filmi/suç filmi furyasına yaslanan “Kanunun Kuvveti”, iyi çekilmiş bir eser. ABD’ye göz kırpan bir sinemacıyı tanıtması bir yana, 70’lerin dünyasını boyutlu olarak canlandırarak da ‘retro’ bir ambalaj giyiyor. Süresinin iddiasını ise “İkinci Nefes” (2007) gibi radikal ve stilize gangster filmi kadar kaldıramıyor.
William Friedkin’in polisiye görünümlü aksiyon filmi “Kanunun Kuvveti” (“The French Connection”, 1971) sinema tarihinde önemli bir yere sahiptir. Orada ortak polislerin yaptıklarını, çatışma, patlama, yaya takip ve araba kovalamaca sahneleriyle saran yenilikçi bir reji vardır. Bu tempolu yaklaşım, sözü geçen eseri aksiyon filmleri içinde öncü bir konuma oturtur.
HOLLYWOOD USULÜ FRANSIZ GANGSTER FİLMİ
Cédric Jimenez oraya konu olan ‘French Connection’ın vukuatlarına bakıyor. O film gibi Marsilya’da başlıyor, orada devam ediyor. Bu uyuşturucu kartelinin kirli çamaşırlarına dökmek için çabalıyor. Ama ana karakterini hakim-polis arası, muhbirliğe meyilli bir tipten seçiyor. Onun yanına eklenenlerle birlikte kendimizi bir Fransız gangster/suç filminin içinde buluyoruz.
Klasik “Ölümcül İçgüdü” (“L’Instinct du Mort”, 2008) ile retro “36 Adaletin Merkezi” (“Quai des Orfèvres”, 2004) arası yapı dikkat çekici. Amerikan sinemasının tür geleneklerini, hikaye anlatma eğilimini hatırlatıyor. “Kanunun Kuvveti”, net bir yeniden çevrim değil.
‘İKİNCİ NEFES’ GİBİ BİR DEVRİM DEĞİL
Ama ülkenin geleneğindeki bir türü, tempolu sahnelerle, retro bir sanat yönetimiyle sarıp Dujardin, Lellouche, Sallette, Magimel gibi oyunculardan sonuç alıyor. Bize ise bu iyi çekilmiş eseri deneyimlemek düşüyor.
Elbette 70’leri yansıtan “Bir Mafya Hikayesi” (“Les Lyonnais”, 2011) gibi bir Marchal işine de yer yer yanaşıyor. Corneau’nun “İkinci Nefes”inin (“Le Deuxième Souffle”, 2007) stilize retro devriminden özellikle kaçınıyor. Renk filtrelerinin baskınlığıyla siyah-beyaz sinemadaki ‘iki renklilik’ onun kadar net bir şekilde canlanmıyor. Ama klasik hikaye anlatma metotları beceriyle uygulanıyor.
FİLMİN NOTU: 6
Künye:
Kanunun Kuvveti (La French)
Yönetmen: Cédric Jimenez
Oyuncular: Jean Dujardin, Gilles Lellouche, Céline Sallette, Benoit Magimel
Süre: 135 Dk.
Yapım Yılı: 2014
YILIN EN İYİLERİNDEN
Net bir açıklama yapmasa da sanki uzay üssünde geçen ve yaratılma halini öznel olarak planlayan “Tek Aşkım” (“The One I Love”), sinemadaki evlilik terapisi temsillerini radikal bir noktaya taşıyor. “Happy Accidents”tan bu yana Amerikan bağımsız sinemasından çıkmış en çarpıcıbilimkurgu romantik-komedisine dönüşmekte de zorlanmıyor. “Tek Aşkım”, senaryosundan oyuncu kullanımına kadar her şeyiyleçiftgezer (doppelgänger) filmlerine özgün bir armağan!
2014’ün bağımsız mucizesi “Tek Aşkım”ı iki ay önce kaleme almıştım. O yazı için tıklayın:
FİLMİN NOTU: 8.5
Künye:
Tek Aşkım (The One I Love)
Yönetmen: Charlie McDowall
Oyuncular: Mark Duplass, Elizabeth Moss, Ted Danson, Marlee Matlin
Süre: 91 dk.
Yapım yılı: 2014
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU
8 Saniye: 4
Asabiyim Ben (Relatos Salvajes): 5.5
Aşk Olsun: 3.2
Bana Adını Sor: 5.3
Beni Sen Anlat: 1.9
Bir Varmış Bir Yokmuş: 5.2
Birdman: 5.9
Bizim Hikaye: 2
Büyük Gözler (Big Eyes): 5.4
Chappie: 6.5
Çarşı Pazar: 4
Çekmeceler: 6
Çekmeköy Underground: 4
Danny Collins: 3.2
Evim (Home): 4.2
Fokus (Focus): 5.6
Geronimo: 6.7
Grinin Elli Tonu (Fifty Shades of Grey): 5.7
Güvercin Uçuverdi: 2.7
Hayvan Düşü: 5.5
Her Şeyin Teorisi (The Theory of Everything): 3.9
Hızlı ve Öfkeli 7 (Furious 7): 3.8
İçimdeki İnsan: 3.5
İkinci Bir Şans (En Chance Til): 5.3
Kingsman: Gizli Servis (Kingsman: The Secret Service): 7.6
Kocan Kadar Konuş: 5.8
Kuralsız (Insurgent): 5.5
Lazarus Etkisi (Lazarus Effect): 3.8
Mandıra Filozofu: İstanbul: 2.4
Münafık: 3.3
Netekim Karakolu: 1
Ölüm Kampı (Welp): 5.4
Prenses Kaguya Masalı (Kaguya Hime No Monogatari): 7.8
Rosewater: 2.5
Selam: Bahara Yolculuk: 1.9
Sindirella (Cinderella): 2.5
Son Mektup: 3.5
Sonsuz Bir Aşk: 2
Şeytanın Kapısında (At The Devil’s Door): 5.6
Şans Ayağıma Geldi (The Cobbler): 7.7
Teksas Katliamı (The Texas Chain Saw Massacre): 10
The Gunman: 5
The Imitation Game: 5.3
Yeni Dünya: 2.2
Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.