Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "DENİZ Baykal'ın CHP Genel Başkanlığı'ndan istifasına yol açan kaseti 'ilk kim' yayınladı" diye sordum dün.

        Aslında birkaç hafta önce, "Kim yayınladı dikkat edin" demiştim, ama dün "Hatırlıyor musunuz?" diye sordum.

        Epey bir hatırlayan olmuş.

        Ama yanlış hatırlayanlar çoğunluktaydı.

        Hatırlayanlardan birisi ise çok önemli bilgiler yolladı.

        Buyurun beraber öğrenelim:

        "Sayın Altaylı,

        'Baykal'ın kasetini ilk kim yayınladı?' diye sormuşsunuz.

        Sanırım bu sorunun 1. dereceden muhataplarından biriyim.

        Adım Hakan N.

        Şu anda aktif olarak hizmet vermeyen TEKLAN internet erişiminin eski sahibiyim.

        O günü çok net hatırlıyorum.

        Şirketteki 'helpdesk' çocuklar, 5-6 sivil polis geldiğini ve habervaktim.com makinelerini soruyorlar diye haber verdiler.

        O günlerde, habervaktim.com'u host eden makineler bizim şirketteydi.

        500-600 civarında müşterimiz olduğundan, hangisi kimdir, nedir ve ne değildir bilmezdim.

        'Hayrola, dertleri neymiş?' diye sorduğumda net bilgi alamadım, ama mahkeme kararları varsa yardımcı olunması talimatını verdim.

        O zaman mahkeme kararlarının anlam ifade ettiğini bilmenizi isterim, özellikle altını çizerim.

        Yer sağlayıcı olarak içeriğin ne olduğunu bilmediğimden, çok fazla tepki de göstermedim.

        Sayın Altaylı,

        Emin olabileceğiniz nokta, bu karar ne Başbakanlık'tan ne de TİB'den geliyordu.

        Bildiğiniz kişisel başvuru sonucu alınmış 'savcılık' kararıydı.

        Ben ise konunun ne olduğundan dahi habersiz, illegal bir oyun sitesi gibi bir şeyle ilgili olduğunu düşünüyordum.

        Öğleden sonra polis baskını ciddi bir soruna dönüşmüştü.

        Gelen polisler makineye el koymuş, ama makine Raid 5 olduğundan ve/veya bilgiler silinmeye kalkışıldığından ilgili makine toparlanmıyordu.

        Şirket içi kameralarla bu durumu görüntüledik.

        Müşterinin makinesine bir şey olursa sorumluluk bizim başımıza kalmasın diye.

        ...Konunun Baykal ile ilgili olduğunu, daha sonra internet sitelerine düşen haberler ve kapıya gelen naklen yayın arabaları sayesinde öğrendik.

        Bu olaydan sonra habervaktim.com internet sitesi hosting hizmetini bizden almayı bıraktı.

        Her ay bize binlerce TL ödemekten kurtuldular; çünkü Türk Telekom tarafından 'bedava hizmetle' ödüllendirildiler.

        O olaydan bu yana, yani Sayın Baykal'ın o görüntülerini yayınladıkları o günden bu yana Türk Telekom'dan 'bedava hizmet' almayı sürdürüyorlar.

        Bu yazdıklarımı kimse yalanlayamaz.

        Çünkü bu siteler, haberleri silseler bile aslında internette hiçbir şey silinemez.

        Bilginiz olsun istedim.

        Saygı ve sevgilerimle."

        Basiretsizliğin bu kadarı

        CILKI çıktı denir ya.

        Çıkmış.

        Dinlemenin değil, onu zaten biliyorduk.

        Devletin cılkı çıkmış.

        Bakın tüm bu dinlemelerin içeriğinden söz etmiyorum.

        İçerikte suç olabilir, yolsuzluk olabilir, her şey olabilir.

        Onlar her biri ayrı mesele.

        Ama bana göre asıl mesele, Türkiye Cumhuriyeti'nin "güvenlik meselesi"dir.

        Türkiye Devleti'nin kalbi dinlenmiştir.

        Son olarak dün gördük ki, Türkiye'nin "savaş kabinesi" denebilecek bir kabinesinin çok önemli ve çok gizli bir toplantısı dinlenmiştir.

        Bunun dışarıya servis edilip edilmemesi ayrı bir mevzudur.

        Asıl mevzu dinlenebilmiş olmasıdır.

        Türkiye Cumhuriyeti Devleti delik deşiktir.

        Asıl sorumluluk, büyük suç "bunu engelleyememek"tir.

        Asıl zaaf budur.

        Dinlemelerin içeriği, ulusal veya uluslararası yargının meselesi olabilir.

        Ama bir devleti basiretsizce, bu kadar kötü yönetmek başlı başına bir sorundur.

        Hepsinden daha önemlidir.

        Bu konuşmalar çok normal, çok sıradan, hiçbir suç unsuru içermiyor bile olsa bunların dinlenmesini, ele geçirilmesini engelleyemeyecek bir zafiyet içinde olmak, "ihmalin" ötesinde bir suçtur.

        Asıl bu "istifa" sebebidir.

        Not: Dışişleri Bakanlığı'ndaki toplantı dünyanın neresinde yayınlanırsa yayınlansın büyük bir ulusal güvenlik suçu, büyük bir ihanettir. Bu toplantının kaydedilip yayınlanmasını hiçbir şey meşru gösteremez. Failleri en ağır şekilde cezalandırılır.

        Said-i Nursi'nin çilesi Abdülhamid'le başlar

        BAŞBAKAN Erdoğan, Said-i Nursi konusunu gündeme getirerek hem Gülen Cemaati'ni hem de CHP'yi aynı anda hedef tahtasına oturtuyor.

        Gülen Cemaati ile Nur Cemaati'ni birbirinden koparmaya çalışıyor ve Nurcuların CHP'ye kaymasını engellemeye.

        Bu hamle siyaseten doğru olabilir, ama bu hamleyi güçlendirmek için söyledikleri tarihi gerçeklerle çok da örtüşmüyor.

        Belli ki, Başbakan'ın danışmanları bu mevzuyu galiba derinlemesine bilmiyorlar ve yanlış yönlendirme yapıyorlar.

        Doğrudur, Said-i Nursi'nin hayatı sürgünlerde geçmiştir, zor ve çileli bir hayattır, ama bunun faturasını CHP'ye çıkarmak, tek sorumluymuş gibi CHP'yi göstermek tarihi gerçeklerle çelişir.

        Çünkü Said-i Nursi'nin devletle ilk çatışması Cumhuriyet öncesinde başlar.

        Said-i Nursi, 2. Abdülhamid zamanında Toptaşı Tımarhanesi'ne kapatılmış, daha sonra sık sık ya sürülmüş ya da hapsedilmiştir.

        Doğrudur, Cumhuriyet'in ilk yıllarında CHP'nin tek parti olduğu dönemde de Said-i Nursi defalarca sürgüne tabi tutulmuştur, ama Said-i Nursi'nin çilesi Menderes'in başbakanlığında ve Demokrat Parti iktidarı sırasında da sürmüştür.

        Demokrat Parti'nin İçişleri Bakanı Namık Gedik, Said-i Nursi meselesiyle bizzat meşgul olmuş ve "Emniyeti umumiye nezareti" denilen sürgün kararlarının altına imza atmıştır.

        Hatta 1960 İhtilali sonrasında Namık Gedik'in camdan atlayarak veya atılarak ölmesinden sonra Nurcular "Said-i Nursi'nin beddualarından öldü" demişlerdir.

        Demokrat Parti döneminde hükümete yakın gazeteler, sık sık Nurcuların faaliyetlerini eleştiren yazılar yayınlamış ve "Nurcu faaliyet gösteren mürteciler yakalandı" başlıkları atmışlardır.

        1960 İhtilali sonrasında CHP'nin Said-i Nursi'ye eziyet etmesi ise zaten mümkün değildir.

        Çünkü Said-i Nursi, Demokrat Parti iktidarı sırasında, 1960 darbesinden 2 ay önce 1960 Mart'ında ölmüştür.

        Herkesin Said-i Nursi diye bildiği ama asıl adı "Sait Okur" olan bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yaşam süresi boyunca iktidarlarla veya devleti yönetenlerle arası hiçbir zaman iyi olmamıştır.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Youtube'un kapatılmasına şaşırdığımız zaman.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar