Anayasa Mahkemesi'nde kim kendine oy vermedi?
ÖNCEKİ gün Anayasa Mahkemesi’ne Haşim Kılıç’ın yeniden başkan seçilmesiyle ilgili bir haber vardı Habertürk’te.
Kılıç’ın 13 oy alarak yeniden başkan seçilmesini haberleştiren Ankara büromuz, Kılıç’a kimlerin oy verdiğini de yazmıştı. Kılıç’a oy verdiğini söyleyen Anayasa Mahkemesi üyelerinden Fulya Kantarcıoğlu ve Mehmet Erten sabah erken saatlerde aradılar. Haberde her iki ismin de Haşim Kılıç’a oy verdiği yazılıydı.
Her ikisi de benzer cümlelerle, “Bu haber bizim kullandığımız iradeyi yansıtmıyor” diye hem sitem, hem itiraz ettiler. Kantarcıoğlu da, Ertem de kibarca “Biz oyumuzu Haşim Kılıç’a vermedik” demek istiyorlardı. Bu haberin düzeltilmesini rica ettiler. Ben de kendilerine, “Elbette. Bizzat yazarım” diyerek güvence verdim.
Her ikisi de, Fulya Hanım da, Mehmet Bey de oylarını “HAŞİM KILIÇ’A VERMEMİŞLER”. Ancak bu açıklamalar ortaya oldukça garip bir durum çıkardı. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı seçimi için 17 üye oy kullandı.
Üyelerden 5’i adaydı. 5 adaydan 4’ü birer oy aldı. Haşim Kılıç ise 13 oy aldı. Diğer dört adayın oylarını kendilerine verdiği düşünülürse, aday olmayanların tamamının Haşim Kılıç’a oy verdikleri varsayılabilirdi. Zaten Ankara büromuz da haberi buna dayandırarak yapmıştı.
Kantarcıoğlu ve Ertem’in itirazlarından sonra anlıyorum ki, Anayasa Mahkemesi başkan adaylarından en az ikisi kendilerine oy vermemişler. Hem aday olup hem de oyunu Haşim Kılıç’a vermek ilginç bir tutum olsa gerek.
Saman altından su yürütene bak
ORTAM öylesine pis, öylesine ayıplı ki, meslek yapılmaz hale geldi. Herkesi kendi gibi bilenler “çamur” hatta “bok” atmadan duramıyor. “Satılmışlar” herkesi satılmış, “şerefsizler” herkesi şerefsiz, “devletten talimatla iş yapanlar” herkesi kendi gibi zannediyor.
Hatırlarsanız, bir süre önce Başbakan’ın BDP ve PKK ile ilgili olarak “sabrının taştığını” ve bir süre sonra KCK bağlantılı tutuklamalar olacağını yazdım. Bunun da bölgede bilindiğini ve panik havası oluştuğunu ekledim. Birkaç gün önce KCK bağlantılı birkaç kişi tutuklanınca Ertuğrul Kürkçü demiş ki, “Fatih Altaylı’ya verilen liste doğruymuş. Tutuklamalar başladı”. Güler misin, ağlar mısın! Bunu diyen Ertuğrul Kürkçü kim? Şimdi BDP saflarında siyaset yapan eski bir “devrimci”.
Gençler bilmez, hatırlatalım. Deniz Gezmiş’leri idamdan kurtarmak isteyen bir grup dava arkadaşı 1972 yılında Kızıldere Köyü’nde güvenlik güçlerince kıstırılmıştı. Daha doğrusu öldürülmüştü. Toplam 11 genç bir köy evinde ateş altına alındı. Yaralı kurtulanlar, başlarına tabancayla ateş edilmek suretiyle öldürüldüler. Bu katliamdan bir kişi kurtuldu. Tek 1 kişi. Onun adı da Ertuğrul Kürkçü’ydü. “Samanlığa saklanmıştım” dedi. Yıllarca hapis yattı.
1980’lerin ortasıydı galiba. Çıktı. Bir süre lanetli gibi dolaştı. Kimse selam bile vermedi. Şimdi BDP milletvekili. Ve kendince bana, devletin liste verdiğini ima ediyor. Bana devletin liste falan vermesine gerek yok.
Gazeteci olarak o listeyi bulsam basarım da, verilen bir liste yok. Böyle bir liste olduğunu siz de benim kadar biliyorsunuz; ben bunu yazdığımda pek çoğunuz “yusuf yusuf” diye sesler çıkarıyordunuz. Başta da daha önce “saman altına” saklanan sen belki de. Bana bu tutuklamaların KCK ve BDP’de panik yarattığını söyleyen de senin ne olduğun belli değilken, Kürt hareketinin içinde yer alan ama asla terörün içinde yer almayan, senin de büyük ihtimalle yakından tanıdığın bir Kürt. Yani devlete öyle liste miste alacak verecek kadar yakın değilim.
Sen geçmişte ne aldın, ne verdin bilemem. 1972’nin o gününde ne yaşandı, öncesinde ne oldu onu da bilemem. Ama sana tavsiyem, herkesi kendin gibi sanma. Biz saman altında değil, açık açık gazetede yazıyoruz ne yazacaksak. Tamam mı koçum.
İstihbarat dili
EMEKLİ bir istihbaratçı dünkü yazım üzerine bir mail yollamış. PKK’lılarla yapılan Oslo görüşmelerinde kullanılan dille ilgili yazıma. Aktarıyorum: “Sayın Altaylı, Oslo’da devlet adına PKK temsilcileri ile görüşen birini şahsen de tanıdığım iki kişinin kullandığı dille ilgili kamuoyunda oluşan infiali izliyorum. Açıkçası bu anlamsız bir infialdir. Orada bulunan görevliler bilerek ve yaptıkları işin bir parçası olarak Öcalan’dan ‘Sayın’ ve ‘Önderlik’ diye bahsetmişlerdir. Çünkü Öcalan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin elinde hükümlü olarak bulunmaktadır ve yüzde yüz kontrol altındadır.
Kontrol altındaki bu kişinin örgüt üzerinde hâlâ gücü olması ve örgütü yönlendirme kapasitesine sahip olması Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin lehine bir durumdur. Bu yüzden de Öcalan’ın devlet tarafından kabul görmüş ve saygın bir kişilik olarak gösterilmesi, örgüt üzerindeki gücünü korumasına neden olacaktır. Bu da terörle mücadelede ve daha da önemlisi Kürt sorununun çözümünde devletin elini güçlendiren bir koz olabilecektir. Bu nedenle bu dil bilinçli olarak kullanılmış ve Öcalan’ın örgüt üyelerine ‘Önemli’ biri olarak gösterilmiş olması bir taktiktir.
Unutmayınız ki, bu dil kamuya açık olarak değil, örgüt mensupları ile yapılan gizli bir toplantıda kullanılan dildir. Bunu da dikkate almanızı öneririm.”
Ne zaman adam oluruz?
Hastayı öldürerek ateşi düşürmeyi tedavi zannetmediğimiz zaman.