CHP, Cumhurbaşkanı'na teşekkür etsin
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, son zamanlarda bir siyasetçinin en içtenlikle katıldığım cümlesini kurdu: “Türban tartışmalarından sıkıldım.”
Hay ağzına sağlık Cumhurbaşkanım. Ben de aynen.
O kadar sıkıldım ki, anlatamam.
Bitmeyen ve bitmeyecek olan türban tartışması. Üniversite bitecek, kamuda serbestliği tartışılacak. Tam o bitti derken ilköğretimde olsun mu olmasın mı diye yine gündemin başköşesine oturacak. Yarın Habertürk’ün Konsensus’la yaptığı aylık geleneksel anketin sonuçlarını yayınlamaya başlayacağız.
Kim ne durumda? Kim kaç puanda? Bunların yanı sıra biliyorsunuz bu ankette bir de “Size göre gündemdeki en önemli mesele ne?” diye bir sorumuz var.
İlk kez bu ay, bu soruya verilen yanıtlar arasında “türban sorunu” ilk üçe girdi.
Yakın zamana kadar terör, işsizlik, hayat pahalılığı gündemin en önemli meselesi olarak tepelerde yer alırken, bu ay ilk kez “türban”, Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olarak tepeye çıktı. Burada CHP’nin “politika üretiminde” ne kadar hatalı davrandığının altını çizmek lazım.
Türbanı bu denli gündeme oturtan kim?
Cumhuriyet Halk Partisi.
Peki türban sorunundan oy sağlayan kim?
Adalet ve Kalkınma Partisi.
Memleketin, halkın önüne bir sorun koyuyorsunuz, bu sorun siyasi rakibinizin değirmenine su taşıyor, böyle bir politika üretimi olur mu?
Yine anketimizde göreceksiniz, “Bu sorunları hangi parti çözer?” sorusuna verilen yanıtlarda özellikle “din özgürlüğü” konu olunca “AKP çözer” yanıtı ezici bir üstünlük kuruyor. (Pek çoğunda “AKP çözer” önde olduğu için ezici üstünlüğü vurguladım.)
CHP’nin yaptığı şu: Halkın gündeminde olmayan bir sorun yaratıp halkın gözüne sokuyor ve bunun bir sorun olarak algılanmasını sağlıyor. Ama bu öyle bir sorun ki, siyasi rakibinizin çözme ihtimali daha fazla gibi görünüyor.
Siz olsanız böyle bir şey yapar mısınız?
Bu yüzden CHP, yatıp kalkıp Cumhurbaşkanı Gül’e teşekkür etmeli. Onların söylemesi gerekeni söylediği için.
İlköğretim ve türban
GEÇEN gün Kutluğ Ataman'ın evinde Nihal Bengisu Karaca ile sohbet ediyorduk. (Aynı gazetenin yazarları nedense orada sohbet ettik.) Haliyle konu türban, daha doğrusu ilköğretimde türban.
Nihal, "Böyle saçmalık olmaz" dedi. "Niye? Madem örtünmek buyruk. Ne zaman örtünüleceği de buyruk. Nasıl tartışılacak ki. Ha üniversite, ha ilköğretim" dedim.
"Olur mu canım" dedi Nihal, "Eğer o açıdan bakacaksak, o zaman ergen olan kıza tanınan bütün hakları da tanımamız lazım ilköğretim çağındaki kızlara. Çünkü din öyle diyor. Ne bileyim, mesela ilköğretim çağındaki kızın canının istediğiyle evlenmesine de izin vermek lazım. Bütün ergen haklarından faydalanması lazım. Şimdi ilköğretimde türban takacak kızın ailesi bunu dinin gereği olarak görüyorsa, o kızın gelip evlenme isteğine de karşı çıkmaması lazım. İlköğretimde türban diye çocuğuna ve okula baskı yapacak baba. Buna da hazır mı?"
Bence Nihal Bengisu'nun sorusu önemli.
Hazırlar mı?
Zaman ve marka
LOUIS Vuitton'un CEO'su Yves Carcelle'in röportaj yaptığı iki gazeteciden biri olan ekonomi muhabirimiz Ayşegül Akyarlı yazdı. Carcelle, "Türk markaları 150 yıl beklesin. Deneyim kazanmak zaman alır" demiş Ayşegül'e.
Doğrudur, deneyim kazanmak zaman alır ama o kadar da zaman almaz. Bugünkü iletişim koşullarında markalaşmak çok daha çabuk, çok daha hızlı bir süreç. Üstelik de "zaman" her zaman markalaşmayı ve büyümeyi sağlamıyor.
Önceki gün Carcelle'e bir soru sordum. Belki de bu soruyu röportajdan önce sorsaydım, bu tavsiyede bulunmazdı.
Carcelle'e sorduğum soru şu: "Sizinle aynı zamanda kurulmuş, aynı dalda üretim yapan Goyard hâlâ küçük, sınırlı bir marka olarak kaldı. Siz ise LV imparatorluğu oldunuz. Goyard niye olamadı da siz oldunuz?"
Carcelle bu soruma şu yanıtı verdi: "Çünkü onlar bir aile şirketi olarak kalmayı tercih ettiler. Profesyonelleşemediler. Kendilerini tanıtmak için uğraşmadılar. Büyümek için sermaye arayışına girmediler. Halka açılmadılar."
Carcelle'in dediği doğru olsa, Goyard'ın da LV kadar meşhur, popüler, büyük olması gerekirdi.
Goyard'ın kuruluş tarihi 1853, Louis Vuitton'un kuruluş tarihi 1854. Hemen hemen aynı süre.
Bu sürede ikisi de hayatta kalmış. Ama biri dünya markası olmuş, diğeri onun onda biri kadar bile olamamış. Oysa yaptıkları iş başlangıçta aynı. İkisi de "monogram" dedikleri baskıyla çanta yaparak işe başlamışlar.
Demek ki, marka olmak için sadece zaman yetmiyor. Ya da zaman o kadar da şart değil.
Yok hükmündeki konsey
BASIN Konseyi denilen anlamsız kuruluş, bize yine "kınama" mı ne göndermiş. Bakın hanımlar beyler... Basın Konseyi denen şey, her kimseniz, biz sizi tanımıyoruz.
Hiçbir yasal dayanağınız yok. Hiçbir yetkiniz yok. Kendi kendinize gelin güvey olmuş bir durumdasınız.
Bizi kınama yetkinizi nereden, kimden alıyorsunuz?
Biliyorum zamanınız bol. Aylak bakkal gibisiniz ama bu zamanı bizimle değerlendirmeyin.
Çünkü bizim için de, yasalar karşısında da "yok" hükmündesiniz.
Bir daha bana o anlamsız kâğıt parçalarını yollamayın. Okumadan atıyorum.
Çevreye zarar oluyor.
Ne zaman adam oluruz?
Kerametimiz kendimizden menkul olmayınca.