Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        11 Kasım’da yazmışım son olarak. “Bizim işimiz uyandırmak” demişim, sonunda da “Uzun bir tatile çıkacağım” diye noktalamışım yazıyı.

        Ne kadar olmuş?

        4 aya yakın galiba.

        “Uzun bir tatil”den söz ederken de “Gezeceğim ve onları yazacağım” diye söz vermiştim sizlere. Yazmamak karışık bir duygu. Bir yandan iyi geliyor insana, bir yandan da yazmadığı için içi içini yiyor.

        Güzel yanı aküler şarj oluyor, sevdiklerinle zaman geçirmek rahatlatıyor, gezmek, görmek ve olan bitene dışarıdan bakmak ufuk açıyor.

        Bir yandan da “Acaba yazmayı unutur muyum?” diye korkuyor insan. Küçük bir çocukken, her yaz başında, “Acaba yüzmeyi unutmuş muyumdur?” diye korktuğum anlar aklıma geliyor. Aslına bakarsanız bu 3 ayda epey bir şey öğrendim.

        En önemlisi ise hayatın siyasetten ibaret olmadığıydı.

        En azından siyasetin hayatımızı, yaşamak istediğimiz hayatı etkilemesine izin vermememiz gerektiğini daha bir öğrendim.

        Bu 3 ayda pek çok seyahat yaptım. Bazen yalnız, bazen arkadaşlarımla, genelde eşimle ve kızımla.

        Hepsini yazacağım.

        Mesela, önce Küba’yla başlayacağım.

        Küba’yla ilgili izlenimlerim pek çoklarının hayallerini yıkacak belki ama “gerçekleri” anlatacağım.

        Sonra Vietnam’ı... Beni çok etkileyen, muazzam onurlu insanların ülkesini.

        Ezik, başı öne eğik, kendi kendini yok olma noktasına getiren ülkeyi, Kamboçya’yı...

        Kendimi biraz Hikmet Feridun Es gibi hissetsem de, bunları sizlerle paylaşmak keyifli olacak...

        NİYE?

        Niye Küba, niye Vietnam, niye Kamboçya diye soracaksınız büyük ihtimalle.

        Küba, çünkü herkesin dilinde Küba var.

        Amerika’nın Küba ile yumuşamaya gitmesi, “Küba artık bozulacak, bozulmadan görmek lazım” diyenlerin sayısını çoğalttı.

        Ben de “bozulmadan” Küba’yı görüp anlatmak istedim. Amerika’sız Küba nasıl, Amerikalı Küba ile ilgili Küba halkının beklentileri ne diye...

        Ve Vietnam... Vietnam’ın Küba ile çok benzer yönleri var...

        İkisi de ABD’ye kafa tutmuş, ikisi de ABD’yi söküp atmış ülkelerdi. Vietnam, ABD’yi def edeli tam 40 yıl olmuştu ve “Amerika’sız” iki ülke bugün ne durumdaydı. Amerika’sız Küba ekonomik olarak çökerken, Amerika’sız Vietnam nasıl hızla yükseliyordu?

        Bunları görüp anlatmak istedim.

        GERÇEK KÜBA

        Küba, Christophe Colomb’un karaya ayak bastığı yer. Yeni kıtanın ilk keşfedilen toprağı. Adı İspanyolların soyunu tükettiği yerli dilinde “Yaşamak için güzel bir yer” anlamına geliyormuş.

        Gerçekten de çevrenize baktığınız zaman adının hakkını veren bir yer olduğunu zannediyorsunuz. Ama sadece zannediyorsunuz. İşin aslı pek öyle değil. Ve siz bu yazacaklarımı okumaya başlamadan önce peşin peşin söyleyeyim, Küba’yla ilgili şimdiye dek yazılan, anlatılan her şeyin tam tersini yazacağım.

        Romantik, halkının içki içip dans ederek eğlendiği, neşeli insanların ülkesi Küba’yı unutun. Size “gerçek Küba”yı anlatacağım.

        LOTO BANA ÇIKTI

        Küba’ya gitmek gibi bir fikrim yoktu aslında. “Bozulmadan Küba’yı görmek gerek” diyenleri dinledim ve eşimle yola çıktım.

        İlk sürpriz havaalanındaydı. Ülkeye giriş yapmak için görevliye pasaportumu uzattım.

        Evirdi çevirdi, tüm sayfalarını kurcaladı. Bana baktı, pasaporta baktı, “Çok gezmişsin, Afrika’ya da gittin mi?” diye sordu.

        “Yakın zamanda gitmedim” dedim.

        Biraz daha bakındı.

        Sonra pasaportu uzattı, “Git sağlık sigortası yaptır” dedi.

        Yaptırdığım seyahat sigortasını gösterdim. “Bu geçmez burada. Karşıdaki bankoya git, orada yapacaklar” dedi.

        Gittim, uzun bir kuyruk bekledikten sonra 35 Euro verip kendimi Küba’nın meşhur sağlık sistemine dahil ettim.

        Ancak yüzlerce kişi arasında sadece ben ve bir iki kişi daha böyle bir taleple karşılaşmıştık.

        Yeniden pasaport kuyruğuna girdim.

        Sıram gelince, “Kimseden istemiyorsun, niye benden böyle bir şey istedin?” dedim.

        Güldü. “Her uçaktan 10 kişiden istiyoruz. Loto sana çıktı” dedi.

        Ardından bavullarımız sıkı bir aramadan geçirildi ve Küba’nın başkenti Havana’ya girdik.

        Aslına bakarsanız Havana ya da Kübalıların deyişiyle La Habana ülkenin ilk başkenti değil.

        1500’lerin başında İspanyol kâşiflerin yerleşmeye başladığı adanın ilk başkenti Santiago del Cuba. 1500’lerin ilk 10 yılı içinde kurulmuş bir kent. Yüzlerce yıl başkentlik yaptıktan sonra, yerini Havana’ya bırakmış.

        KILIÇTAN GEÇİRİLDİLER

        Kâşiflerin Küba’yı yerleşime ve üretime açmasının bedelini ise artık var olmayan Küba’nın yerli halkı, Küba Kızılderilileri ödemiş.

        İspanyollar 1500’lerde adada bir yandan imar faaliyetlerine başlayıp önce çiftlikler, sonra büyük binalar inşa etmeye, başta şekerkamışı ve tütün olmak üzere tarımsal üretim plantasyonları kurmaya başlayınca işgücüne ihtiyaç duymuşlar. Önce adanın yerli halkını kullanmak istemişler.

        Ancak çelimsiz, minyon ve bu işlere pek de arzulu olmayan Küba yerlileri ağır işler altında ezilmeye başlayınca İspanyollar Afrika’dan “köle” ithal etmeye karar vermiş.

        Yerli halkın tamamı, tek bir fert kalmayıncaya kadar İspanyol kılıcından geçirilmiş. Soyları tüketilmiş ve onların yerini Afrika’dan getirilen siyah köleler almış. Bugün Küba halkı olarak bildiğimiz insanların siyah renkli olanları işte bu Afrikalı kölelerin torunları.

        Açık kahverengi olanlar, bu kölelerin İspanyollarla olan birlikteliklerinin ürünleri, beyazlar ise İspanyol kökenliler.

        DONUK KENT

        Havana, bugüne kadar pek çok kez işittiğiniz gibi, “La Revolucion” denen devrim günü donup kalmış bir kent. 56 yıldır tek bir çivi çakılmamış, tek bir onarım görmemiş.

        Binaların bir bölümü yüzyılın ilk yarısında yapılmış Amerikan binaları olmakla beraber, ezici çoğunluğu ve güzel olanları İspanyolların adaya egemen olduğu dönemden kalma kolonyal binalar ve tamamen Avrupa mimarisi.

        Evet, bakınca göze hoş görünen, donmuş zamandan kalma kareler gibi ama ne yazık ki, o binaların içinde insanlar yaşıyor. Her yer eski Tarlabaşı, Dolapdere gibi.

        Tek farkı, o kadar büyük bir yokluk var ki, binaları onarma adı altında tahrip edememişler, pimapen pencere çirkinlikleri yapamamışlar. Olduğu gibi, orijinal haliyle eskiyip kalmış.

        Kentte geçmişten kalma geniş caddeler, caddelerin ortasında demir ferforjelerle aydınlatılan granit kaplı şahane yürüyüş yolları, dev ağaçların gölgeleri var ama o güzelim binaların halini görünce insan üzülüyor, camsız pencerelerinden içeri bakınca gördüğü sefalet hayatları izleyince içi parçalanıyor.

        MAAŞ 20 EURO

        Küba’daki, özellikle de Havana’daki sefalet öyle böyle değil. Ülkenin iki para birimi var. Biri devletin halka maaşlarını ödemekte kullandığı Küba Pezosu. Bu para konvertibl değil. Yani başka bir para birimiyle değiş tokuşu yapılamıyor ve ülkede sadece “devlet” mağazası diyebileceğimiz dükkânlarda geçiyor. Ortalama maaş, 400 Küba Pezosu. Yaygın olarak kullanılan diğer para birimiyse Cuc. 400 Küba Pezosu, yaklaşık 20 Cuc ediyor. 1 Cuc ise hemen hemen 1 Euro. Yani Küba’da çalışanların ortalama maaşı 20 Euro kadar. Buna mukabil restoranlarda bir porsiyon yemek 10-15 Euro civarı. Yani Kübalı bir aile, bir akşam yemeğe çıksa, aldığı tüm maaşla 1.5 porsiyon yemek yiyebilir

        ZAYIFLAMA KAMPI

        Tabii Küba’da yemeğe gitmek diye bir dert de yok; çünkü doğru düzgün yemek yok. Lokantalarda mönüler tavuk, domuz eti, koyun eti ve deniz mahsullerinden oluşuyor. Hiçbirinde lezzet yok. Tavuk ithal, balık ithal, yumurta ithal.

        “Koskoca adada niye tavuk yok?” sorusununsa yanıtı yok. Tavuk Kanada’dan geliyor; sarısı bile beyaz renkte olan yumurtalar da.

        “Ada ülkesinde balık niye ithal?” sorusununsa yanıtı var.

        Adada halkın balıkçılık yapmasına izin verilmiyor. Tekneleri olmaları halinde Amerika’ya kaçmalarından korkuluyor. Kıyı balıkçılığı dışında balıkçılık olmayınca adada balık da olmuyor.

        Küba’da turizm patlamasından sonra pek çok restoran açılmış. Bazıları ultra şık. Servis, dekor şahane. Ama lezzet yok. Yemek yok.

        Öyle ki adada geçirdiğim 8 günde hemen hemen hiçbir şey yemedim ve insanın sabah Pina Colada, öğlen Caipirinha, akşam üzeri Daiquiri ve gün boyu Mojito içerek yaşamını en azından 8 gün idame ettirebileceğini görmüş oldum.

        Ve tabii 8 günde yaklaşık 5 kilo vererek çok verimli bir zayıflama kampına gitmiş kadar oldum.

        PATATES BİLE YOK

        Yemek durumu Kübalılar için daha da vahim.

        Yiyecek hiçbir şey bulamayınca “Bari bir patates tava ver” dediğim garson kahkahayı patlatıp “Ben 5 yıldır tek bir patates görmedim. Sende patates varsa bana ver de çocuklarıma göstereyim” dedi.

        Küba’da yaşayan bir Türk ise Kübalı nişanlısının evine kahvaltıya davet edilince, “Oh be sonunda adam gibi bir kahvaltı edeceğim” diye sevinçten havalara uçtuğunu ve kahvaltıya gittiği evde kahvaltı diye bir dilim ekmek ve 1 fincan kahve ikram edilince hayata küstüğünü anlatıp benim açlıktan dolayı ortaya çıkan sinirimi yatıştırmaya çalıştığını da söylemeliyim.

        Havana’da birkaç büyük otel var. Bunların kimisini Avrupalı zincirler işletiyor, kimisiniyse Küba devleti.

        Biz şehrin içinde ve “Kentin en iyisi” diye bilinen bir oteli seçtik. Bir Fransız zincirinin oteli.

        Havaalanından kente getiren otomobil otelin önünde durduğunda açıkçası çok mutlu oldum.

        Son derece şık ve gösterişli bir binada, muazzam girişe sahip bir otel. Ancak odalarımıza çıkınca müthiş bir hayal kırıklığı.

        Büyük ihtimalle rahmetli dedem bile doğmadan imal edilmiş yer döşemeleri. Tıngırdayan bir yatak. Temiz ama çarşaflar eskilikten şeffaflaşmış.

        Havlularsa artık grileşmiş.

        Otel görevlisine, “Bu havluları Che Guevara kullandığı için mi atıp yenisini almıyorsunuz?” diye sorduğumda kadın önce şahane bir kahkaha patlattı, sonra da kahkaha attığını duyan var mı diye şüphe içinde etrafa bakmaya başladı.

        Küba’da daha anlatacak çok şey var.

        Devrim niye gerekliydi, niye gereksiz hale geldi?

        Taşrada hayat nasıl?

        Diğer kentler ne âlemde?

        Küba’nın sağlık mucizesinin, özellikle de kanser tedavisindeki başarılarının sırrı ne?

        Yasaklar ülkesi nasıl gelişecek?

        Kübalılar, Amerikalıları nasıl bekliyor sorularının yanıtlarını yarına bırakalım.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar