Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önceki gün “Hastalığın reklamı mı olur?” diye bir yazı yazmıştım.

        Yazının içinde “Ruh hastası olmuş millet” diye bir cümlem var.

        İşte bu cümle ve yazıdan ötürü bir okuyucumdan önemsediğim bir e-mail aldım.

        Sizinle de paylaşmak istedim.

        Şöyle diyordu:

        "Esin hanım merhaba, ben klinik psikoloğum ve size yazmamın sebebi de son yazınızda bu insanların hepsi ‘ruh hastası’ olmuş söyleminizde. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki ben yazılarınızı çok severek okuyorum ve sizin az çok tarzınızı tahmin ettiğim için sizin aslında ne niyetle söylediğinizi çok iyi biliyorum. Siz yazılarınızla birçok insana ulaşabildiğiniz için, bu ruh hastası kavramına bir ek yapmak istiyorum. Yani yazınızda bahsettiğiniz insanların yaptığı şey niyet okumak ve içlerindeki kötüyü dışarıya atmak Esin Hanım yani bu insanların içerisindeki kötü bu. Ama ruh hastası çok farklı bir şey ve gerçekten ruhsal anlamda hasta olan insanlara bir haksızlık oluyor bu. Ben yine söylüyorum sizin ne niyetle söylediğinizi çok iyi biliyorum ancak bu dilin değişmesi bir çok şeyin değişmesine öncülük edebilir diye düşünüyorum bu noktada sizin desteğiniz, sizin bu durumu farklı şekilde ifade etmenizin olumlu anlamda katkısı olacağını düşünüyorum. Bunu belirtmek istedim. Çok teşekkürler Sevgiler.”

        REKLAM

        Öncelikle ben teşekkür ediyorum beni uyardığı için.

        Çünkü gerçekten bu “Ruh hastası” lafı dilimize pelesenk olmuş durumda.

        Oysa ki, bu insanlar gerçekten “Kötü” ve kötülükten ötürü bunu yapıyor.

        Bizler artık hiç düşünmeden, tartışırken dahi, dilimizden aynen “Ruh hastası” lafı dökülüveriyor.

        Ama evet bu değil. Karşımızdaki kişiye direk “Kötüsün” demeliyiz.

        Ve bu kötülüğün tek ilacı da maalesef “Sevgi”dir.

        Sevgi de bu topraklar da en az yeşeren şeylerden biri.

        Bu anlamda da bu kötülük hız kesmeden devam edecek gibi.

        Ve ben okuyucuma tekrar teşekkür ediyor bir daha “Ruh hastası” lafını kullanmadan çok iyi düşüneceğime söz veriyorum.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        The Crown'u izlerken sayıkladıklarım

        The Crown'u izlerken sayıkladıklarım
        0:00 / 0:00

        -Nedir bu kadınların çektiği. Diana, Elizabeth, Thatcher. Amanda aman.. Ne dönem ama!

        -Vay be Margaret Thatcher’ın o kabarık saçı. Çocukluğuma döndürdü beni. Meğer ne çok sprey sıkarmış. Bi de sürekli yemek yapıyor. Kadın yemek yaparken devlet yönetti.

        -Elizabeth’e “Altı ay sizden büyüğüm” derken ben titredim.

        -Prenses Diana hakkında izlediğim her türlü yapımdan sonra çok etkileniyorum. Bu nasıl bir üzüntü. Nasıl bir yıkım. Ve nasıl hazin bir son. Ve senden nefret ediyorum Camilla ve evet Prens Charles diye diye söylenirken bulmak kendimi.

        -Ne monarşiymiş kardeşim aile derbeder. Kimse mutlu değil.

        -Kraliyet ile ilgili dizi ve belgesel izledikçe anlıyorum ki, Kraliçe hiçbir zaman Charles’e güvenmemekte çok ama çok doğru bir şey yapmış. Keza bu Camilla yerle yeksan ederdi her şeyi. Memlekette Diana’nın adını anılmasını bile yasaklardı. Alimallah.

        -Camilla’nın da işi zor be… Charles dışında kimse sevmedi ya bu kadını.

        -Charles ve Diana’nın, Camilla olmadan da yaşadıkları bir dönem var. Kısa da olsa üç-beş gün de olsa… Aşk yaşadıkları, güldükleri. Yani dizi de en azından bunu yansıtıyorlar. İnsanın içine su serpiyor ya.

        -Siyasiler kendi aralarında kavga ediyor, sürekli kendi hallerinde takılıyor. Ego başrolde. Hepsi birbirini ezip, geçmeye ve kendi sözünün dinlenmesini istiyor. İşte tam da bunu ifade eden bir sahne var. O da bir adamın kraliçenin odasına dalıp, “Tek derdim seninle konuşmak, sana ülkenin halini anlatmak” dediğinde daha iyi anlıyorsunuz.

        -Diana ne çok yalnız takılmış. O yalnızlık ne büyük bir acı.

        -Evet evet itiraf ediyorum. Ben de birçoklarınız gibi bu aile ile pek yakından ilgiliyim. Meraklıyım, takipteyim…

        Kadınlar yaparsa

        Kadınlar yaparsa
        0:00 / 0:00

        Beni sık takip edenler bilir. Kadınların yaptığı her işin peşinden koşarım. Kadınların çalışıp, üretmelerine bayılırım.

        hatta üreten, çalışan her kadını ayakta alkışlıyorum ve tebrik ediyorum.

        İki kadın girişimci tarafından da, Ankara Çukurambar da harika lezzetlerin olduğu bir mekan açılmış. Adı Loya.

        Loya’da özellikle el yapımı glutensiz, sıfır şeker ve vegan dahil her çeşit Belçika çikolatası ile damaklara unutulmaz bir lezzet sunuyorlarmış. Ve buluşmalarında da vazgeçilmez noktası olmuş. Aynı zamanda evinde kendi çikolatasını yapmak isteyene de çikolata akademisinde düzenlenen workshop etkinlikleri yapılıyormuş. Aklınızda olsun. Ben de Ankara’ya gittiğim zaman hemen uğrayacağım.

        Diğer Yazılar