Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HER gün gazetenin önüne zırhlı polis araçları geliyor. İçinden en kanlı seferberliğe hazır, tam teşekküllü polisler çıkıyor. "İki otobüs dolusu polis" diyelim sayı vermek gerekirse. Boğaziçi Elektrik'ten atılan işçiler var karşılarında. Onlar, polisin yarısı kadar. Sadece sayı bakımından elbette! Bağırıyorlar. Bir tentenin altına çekiliyorlar sonra. Polisler giyindikleri zırhlarını ağır ağır çıkarıp gidiyorlar. İşsiz işçiler çaylarını demliyorlar tentenin altında, hava giderek soğuyor.

        Bu, her gün tekrarlanıyor. Camdan dışarıda bunlar var. Camdan içeride çaycıyı işten atıyorlar. Resepsiyonist Tülay "İyiyim, iyiyim!" diyor sorunca... Ne camdan içeri, ne camdan dışarı, işten atılanların hiçbiri beklediğim kadar yılgın değil. Tırnaklarını bir umuda geçirmişler, son çentiğine kadar hayata tutunuyorlar. Mutlaka bir iş bulunur, böyle düşünüyorlar. Bana yokluğa, açlığa, yoksunluğa hep beraber yürüyoruz gibi görünüyor oysa. Bazılarımızın adımları diğerlerinden daha seri sadece.

        Zaman, insanlığımı büyük ısırıklarla eksiltiyor... Birilerine iş bulmaya çalışıyorum durmadan. Onurlu bir ekmek için hep birlikte direnmeliyiz, doğrudur. Ama bugün, bu akşam bir ekmek gerekiyorsa ne yapacaksın?.. Uzun bir üç nokta bu. Bugünlerde birilerine iş bulmaya çalışıyorum durmadan.

        KIRINTI VE YUMURTA

        "İnanın, pantolonlarının duble paçası içindeki kırıntıları verseler ayağa kalkar hepsi. Ama onların oraları gördüğü filan yok. Ondan sonra kendileri obezite oluyor."

        Başbakan Erdoğan önceki gün İstanbul Üniversitesi akademik yılı açılışında Afrika'yla ilgili bir konuşma yapıp zengin ülkelere için böyle dedi. İroniktir, ertesi gün Bursa'daki üniversiteliler, IMF Türkiye Sorumlusu Mark Lewis'e yumurta atıyor, kırıntı adaletinin en yılmaz bekçisi kurumun temsilcisini yumurta adaletine "maruz bırakıyordu". Ama şimdilik, kırıntı adaleti yumurtayla devrilemiyor.

        Bugün, bu ülke , Afrika halklarının direnmesini, hakkı olanı almasını değil, kırıntılarla doymasını bekliyor. Bugün biz, halkların karın tokluğuna yaşaması fikrini dile getirmenin vicdanlı bir yaklaşım olduğunu, bunun vicdani bir isyan olduğunu düşünen, buna inanan bir zihniyetle yönetiliyoruz. Dolayısıyla sabah altıda işe başlamanın, cumartesi günü de çalışmanın, ölmeden az evvel gelecek emekliliğin ve bunun gibi zalimce önerilerin masaya fikir olarak konulması gayet normal.

        EY ÇALIŞKAN KAYSERİLİLER!

        Yaratılan bu normalliğin kendini hakiki vicdan ve adalet karşısında da koruması gerekiyor elbette. Bu yüzden Georges Politzer'in "Felsefenin Temel İlkeleri" kitabı Hopa iddianamesinde suç delili olarak "yakalanıyor"! Çünkü artık hepimiz akşam erken yatıp gün doğmadan marabalığa başlayan ve duble paçalardan düşen kırıntılarla doymaya şükreden Kayserililer olacağız!

        İnsanın insanca yaşaması gerektiğine, tek meselesinin ölümüne çalışmak ve para kazanmak olmadığına inanmış Kayserilileri tenzih ederim. Sanırım onlar insanın, çocuklarını sevmek, kitap okumak, düşünmek, bir ruhu olduğunu kavramak için kendi zamanına ihtiyacı olduğunu, ömrümüzün tamamını karnımızı doyurmak için kiralayamayacağımızı biliyorlardır.

        PAÇANIN SARSILMASI

        Toplama kamplarının kapısında yazan "Çalışmak özgürleştirir" sloganının, "Kırıntılar için şükrediniz" sloganıyla birleştiğinde nelere yol açacağını bu kış göreceğiz. Havalar biraz daha soğuyunca eylem, grev ve direniş çadırlarında kendi nefesleriyle birbirini ısıtan insanları göreceğiz. Sonra duble paça pantolonlarını büyük bir âlicenaplık ve vicdanla sallayıp kırıntılarını önümüze dökenleri de bu kış göreceğiz.

        Önce her birimiz etrafımızdakilere iş bulmaya çalışacağız. Sonra... O "sonra" gelince bu küçük dayanışmanın bir halta yaramadığı gün de gelmiş olacak. O zaman o paçalar sanırım beklediklerinden daha sert sallanmaya başlayacaklar.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar