Amerikalıya anlatmak...
YEMEK, tatlı şakalaşmalarla, takılmalarla başladı. Birazdan olacakları tahmin etmek biz "yerliler" için hiç de zor değildi. Ama Amerika'dan gelen birisi için, Türkiye'yi ne kadar yakından izlerse izlesin yemeğin sonunu kestirmek pek de kolay değildi. Yani sanırım yemeğin başıyla sonu arasındaki ruh hali farkı bu yüzden John Podesta için epey ilginç olmuştur.
Podesta, başkanlık dönemi boyunca Clinton'ın, Beyaz Saray'ın ve politik gündemin idaresini bıraktığı isim. Bugün ise Obama'nın danışmanı ve başkan için genel stratejiyi belirleyen kişi. Kendisinin kurduğu Center for American Progress (CAP-Amerika'nın Gelişimi Merkezi) adlı düşünce kuruluşunun da başkanı. Önceki gece Ankara'da Podesta'nın "esas adam" olduğu kapalı bir yemek yendi. Yemeği, ABD Demokrat Parti'ye yakın olan National Democratic Institute (Ulusal Demokrasi Enstitüsü) adlı düşünce kuruluşu düzenledi. Podesta'nın yanında Michael Werz vardı. Werz'in ve hepimizin elinde "The New Levant" (Yeni Levanten) başlıklı, CAP'ın hazırlattığı Türkiye raporu bulunuyordu.
TATLIDAN EKŞİYE BİR MÖNÜ
Podesta, yemeğe çağrılan, farklı politik kanatlardan gelen akademisyen, politikacı ve gazetecilerin görüşlerini dinlemek isterken bilhassa gazeteciler, ABD yönetiminin Türkiye'ye yaklaşımı üzerine sorular sormak istediler. Sohbet, Türkiye ekonomisiyle açıldı ve daha baştan ekonomi iyi mi kötü mü anlaşmazlığı tatlı tatlı ortaya döküldü. Daha sonra konu başlıkları ilerledikçe herhangi bir konuda asgari müşterek bulunamaması beni bir süre sonra, "Bay Podesta, Türkiye'de siyasal kutuplaşmanın en yüksek olduğu zamanlarda geldiniz. Bu masadan herhangi bir uzlaşma beklemeyin" demek zorunda bıraktı ki daha sonra bu konuyu anlatmaya çalıştım.
Referandum sürecinde iyice keskinleşen kutuplaşma sırasında meslektaşımız, arkadaşımız Hrant'ın hatırasının bile tarafgirlikle malul olduğunu anlattım. "Hrant yaşasaydı 'evet' verirdi" gibi çıkışlarla çok kıymetli bir hatıranın gündelik politikaya malzeme edilebildiğini, artık o hatıranın kıymeti üzerinde bile anlaşmakta zorlananlar olduğunu söyleyerek başladım.
LEVANTEN?
Raporun başlığında Türkiye için kullanılan "Yeni Levanten" benzetmesine dikkat çektim ve nihayet bu taraflaşmada bir tarafa daha mı yakın olduklarını sordum. Tabii ki hayır cevabı alındı, olsun. Ben devam ettim. Raporun üzerindeki haritayı tekrar göstererek şöyle söyledim:
"Bizim ilkokul sınıflarımızın duvarlarında Ortadoğu'yu değil, Avrupa'yı gösteren haritalar vardı ama şimdi bize yeni bir harita gösteriliyor. Daha önce 'Orası çöl, oraya bakmayın' dercesine boş bırakılmış Ortadoğu'ya gözlerini çevirmiş bir harita bu."
Dış politikadaki değişimi büyük oranda destekleyen biri olarak iç politikada kimi seslerin yok sayıldığını anlattım ve insanların giderek konuşmaktan korktuğunu söyledim. O noktada Podesta, "Chavez rejimi gibi mi yani?" diye sordu gülerek, ben de cevap verdim:
"Bay Podesta, eğer bir Türkiyeli olsaydınız şu anda bu benzetmeyi yaptığınız için darbecilikle suçlanırdınız!"
KAFASI KARIŞIKLAR KULÜBÜ
Daha sonra Michael Werz'le de bir tartışmamız oldu. Werz, "dış politikadaki yön değişikliği" söyleminin bile soğuk savaştan kalma olduğu üzerine bir argüman geliştirdi. Ben de "Soğuk savaş bitti, kadroları boşaltalım beyler!" sürecinin bir bakıma vahşi bir iç politik süreç başlattığını anlattım. Amerikan dış politikasının mimarlarını bir gecede etkileyip, ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir çığır açmak gibi bir hırs içinde değilim elbette. Ama merak ediyorum: Amerikalılar, Türkiye'nin "öteki yarısını" da görüyor mu? O öteki yarının endişelerinin, hiç değilse bir kısmının haklı olduğuna hiç ihtimal veriyorlar mı? Ben hükümetin dış politika sözcülerinin, lobicilerinin on kaplan gücüne sahip değilim normal olarak, ama hiç değilse belki akıllarında şu kalmıştır: On yıl önce kendini Cumhuriyet'in kahramanı olarak hisseden, hayatı boyunca öyle hissetmiş ilkokul öğretmeni anneannem bugün kötü bir faşist olarak adlandırılıyorsa bu memleketin psikolojisinin normal kalması mümkün değil. Ordunun işkencesini görmüş annem, darbeci ilan edilmeye kalkılıyorsa bunda bir tuhaflık var...
Werz, yemeğin sonunda bir yerlerde "Kafam karıştı" gibi bir şeyler söyleyecek oldu, duramadım söyledim:
"Kulübe hoş geldiniz Bay Werz!"
Bindik bir alamete
KIYIDAN programı başlıyor. Deli işi bir şey oldu, bakalım sevilecek mi? Sevgili asistanım Melisa çok çalıştı. Keza prodüktörümüz Songül kendini paraladı. Ama süper bir jenerik müziğimiz var. Emeği geçenler çok oldu, zaten yarın görürsünüz ekranda kahramanları teker teker. Pazar günleri 12.10'da yayınlanacak. Bakalım... Bindik bir alamete... Yine.