Sembolik, ha?
YEKTEN girelim:
12 Eylül darbesi hiç de “sembolik” değildi, yargılaması da sembolik olamaz. Yani iki-üç ihtiyarı birkaç kez duruşma salonuna getirmekle bitecek bir işten bahsetmiyoruz. Ha o iki-üç ihtiyar duruşma salonlarına getirilip sanık koltuğuna oturtulmasın mı? “Akıttığın kadar kanın aksın” demişim paşaya, istemez miyim! Bunu Türkiye’de doğmuş, zorunlu din derslerine maruz bırakılmış, asker gibi yetiştirildiğimiz ilkokullardan liselerden geçmiş, kaz kafalı, faşist öğretmenlerin tezgâhında isyan etmiş, anası- babası korkutulmuş, ağlatılmış, kahredilmiş her 12 Eylül çocuğu kadar isterim. Kim bilir sevdikleri ve kendileri zulme uğramış insanlar neler hisseder, o paşaları o sanık koltuklarında görünce. İnsan tuhaftır; acı yeterince demlendiğinde intikam o kadar tat vermez. Ama adalet, sakin, ferah, tatlı bir çizik bırakır kalpte. O sakin, tatlı çiziğe değer bu hesaplaşma. Bin kez değer. Acır mıyım? İhtiyarlar diye kalbim yumuşar mı? Hiç! Sıfır! Neden söyleyeyim: İnsan, yaş aldığı için kendiliğinden daha kıymetlenmez. Örneğin, bir alçak, ihtiyarladığı zaman sadece ihtiyar bir alçaktır! Yaş almak insanı otomatikman daha az alçak yapmadığı gibi günahlarını da temizlemez. Yani ihtiyarların gençlerde yarattığı acıma duygusu da merhamet değildir. Yani kimse bu keskin cümleler için beni merhametsizlikle de suçlayamaz, suçlamasınlar.
ARZU MU?
Gelin görün ki buna rağmen mesele iki-üç ihtiyar meselesi değildir. Bir toplumun topyekûn kendisiyle yüzleşmesine vardırılması gereken bir süreç için yola çıkmaktan bahsediyoruz. Yani referandum sürecinde köpürtülmüş, “Ah biz aslında darbeden ne çok gıcık almıştık” cümlesinin kalabalıklar tarafından terennüm edilmesiyle geçiştirilecek bir şaralopla tatmin olacak değiliz.
Önceki gün ilk suç duyuruları başladı. Ümit edelim ki bu süreç bölük pörçük birkaç mağdurun ellerinde dilekçelerle mahkeme kapılarının önünde beklediği değil, Ergenekon davası kadar azametli bir dönemin başlangıcı olsun. Şimdilik daha ziyade “semboliğe” bağlanmış bir söylemle karşılaşıyoruz.
AKP Genel Başkanı Yardımcısı Salih Kapusuz önceki gün bir açıklama yaptı. Savcıları göreve çağırdı, kendilerinin savcıların yargılama işini başlatması “arzusunda” olduğunu söyledi. Referanduma giden süreçte en büyük siyasal argümanı, “12 Eylül’ü yargılayacağız” olan bir siyasi hareketten arzunun ötesinde bir kararlılık bekliyoruz doğal olarak. Üstelik mevcut yasalarla bu yargılamanın akıbeti son derece bulanık. Bu bulanıklığı netleştirmek, bir zahmet, hükümetin işi. Eğer bu süreci ciddiyetle ele alacaklarsa, işte burada yazıyorum, saçmalaşmaya başlamadan önce Kürt açılımında nasıl yaptıysam yine tam destek vereceğim.
12 EYLÜL NE YANA DÜŞER USTA?
Öte yandan referandum öncesinde yazdığım gibi evetçiler, hayırcılar, boykotçular olarak hepimizin asli sorumluluğu şu: 12 Eylül’ü yargılama sürecinin sulandırılmasına izin vermemek. Şimdi siyasal mücadelenin tansiyonu bir süreliğine düşmüşken, bu devasa yükün altına girme sorumluluğu gündemin kenarına itelenebilir gibi görünüyor. Buna izin vermemek önümüzdeki dönemde en esaslı meselemiz olmalı, olacak.
Ama tabii düşünüyor insan:
Gece sokaktan arabalar geçiyor. İçlerindeki genç erkekler korkularını abartılı bir coşku ayiniyle örtüyorlar:
“En büyük asker bizim asker!”
Bu 12 Eylül değil mi işte? Her birimizin içindeki polis korkusu, bütün çocuklarımızın ezberlemek zorunda kaldığı tuhaf, militer şiirler... Haydi onu da geçtim. Ya zorunlu din dersleri? 12 Eylül değil mi o? Sendikaların bugünkü durumu? Memurlara siyaset yasağı? Üniversite öğrencilerine yapılan zulüm? Siz biliyor musunuz mesela, 12 Eylül’de memurların saçının alabros kesim olması için bütün berberlere emir gittiğini? Bugün Türkiye’de bütün erkeklerin bir örnek kafalarının (!) olmasının sebebinin hâlâ o günler olduğunu ve bir çocuğun geçen gün saçı biraz uzun olduğu için öldürüldüğünü? Tuvaletlere fayans kaplanma zorunluluğunun 12 Eylül’de sırf fayans üreten fabrikanın başında bir paşa olduğu için, o paşa zengin olsun diye getirildiğini? Daha neler neler neler...
Sorumlular ha?! O zaman sendikacıların öldürülmesiyle sonuçlanan olaylarda “Allah adına” grev kırıcı olarak İslamcı gençleri ne yapacağız mesela? Komşusunu ihbar edenleri? Birkaç alçağı yargılayarak bütün alçaklığı yargılamak mümkün mü? 12 Eylül’ü yargılayalım ha? Yargılayalım tabii. Herkes baksın iç çamaşırlarına, beyninin kıvrımlarına... Bu kadar kirli çamaşır nerede yakılacak, düşünsene!
Haydi başlayalım yargılamaya. Herkes cevap versin o zaman:
12 Eylül günü neredeydiniz? O geceyi nerede geçirdiniz?
Bir Nürnberg istiyorsanız sonuçlarına hazırlıklı olmalısınız. İstiyor musunuz, şimdi tekrar düşünün. Hazır mısınız? Ha?!