Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geride bıraktığımız hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan Suudi Arabistan ile ikili ilişkilerde derin yara açan Kaşıkçı cinayetinden sonra ülkeye yaptığı ilk ziyarette Kral Selman bin Abdülaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile bir araya geldi. İçeride muhalefet, dışarıda dünya tarafından ’nereye gidiyor’u okumakta zorlananlarca bu ziyaret çok sert bir dille eleştirildi. Öyle ki Türkiye’yi hakir gören çıkışlar bile yapıldı…

        Tamam da Riyad-Ankara arası gerginliğin miladı Kaşıkçı cinayeti değildi ki. On yıl öncesine gidiyor bu hesaplaşma, ta Arap Baharı başlangıcına.

        ABD ve Türkiye’nin destek verdiği Suriye’deki rejim değişikliği sürecinde, Washington’un direksiyon kırmasıyla Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün gibi ülkeler Suriye’deki Sünni kuşağı güçlü tutabilmek için terör örgütü PKK’nın Suriye kolu YPG’ye ABD’nin destek vermesine itiraz etmeyi bırakarak destek vermişlerdi.

        Öyle ki, Rakka’nın terör örgütü DAEŞ’tan alındığı günlerde Suudi Arabistan bölgesel ilişkilerden sorumlu bir bakanı ile Amerikalı yetkililerle görüntü dahi vermişti. Suudi Arabistan’ın en önemli medya kuruluşu ‘Okaz’, o günlerde terör örgütü PKK’nın üst düzey yetkilileri ile Kandil’de röportajlar bile yapmaya başlamıştı.

        Özetle Suudi yönetimi ile kırılma yaşamamızın nedeni Kaşıkçı cinayeti değil, Suudi yönetiminin ABD’nin SDG/YPG’ye yolladığı silahları finanse etmesinden kaynaklanıyordu. Türk istihbaratı bu konuda defalarca Suudi muhataplarını uyardılar. Ama Suudi yöneticiler, bu durumun Sünni kuşağı sağlam tutmak için atılmış bir hamle olarak değerlendirdiler ve geçici olduğunu ilettiler. Elbette Arap ülkelerinde isyanların yaşandığı bu yıllarda iki dost ülkenin birbirine taban tabana zıt kampları desteklediklerini de unutmayalım…

        Kaşıkçı cinayetinin işlendiği günlerde ortalığa saçılan ses kayıtları da, Ankara ile Riyad arasında yaşanan güven bunalımından kaynaklı istihbari amaçlıydı.

        Bir zamanlar kraliyetin en sadıklarından olan ama son yıllarda hanedan muhalifi yazılarıyla gündemde olan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2018’de İstanbul’daki Suudi başkonsolosluk binasında hunharca katledilmesine, Türkiye elbette çok yüksek perdeden cevap verdi. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, gözümüze soka soka işlenen bir cinayetti bu. Ankara, elindeki ses kayıtlarının oluşturduğu kanaat ile Veliaht prensin ve Suud yönetiminin üzerinde ciddi bir uluslararası siyasi baskı kurmayı başardı.

        BM’nin yayınladığı raporla katilin adı konuldu. Riyad birçok PR şirketi aracılığı ile yıpranan imajını düzeltmeye çalıştı. Ama olmadı. Biden gibi insan haklarından dem vuran bir siyasi aktörün ABD’de başkan olması ile Suud ailesinin işi daha da zorlaşmaya başlamışken, Türkiye Kaşıkçı dosyasını Riyad’a transfer etti.

        Hariçten gazel okuyanlar için ülkemizde yaşanan ekonomik sıkıntılar nedeniyle Türkiye Suudilere teslim oldu. Oysaki sanılanın aksine istediğimizi tam anlamı ile sahada aldık. Şimdi şu soruyu da sorabilirsiniz ‘’Rusya ve İran da Türkiye’de muhaliflerini sapır sapır öldürdü. Ama en çok Kaşıkçı için ses çıkarıldı. Ne yani, biz şimdi Riyad ile mali anlaşmalar için mi bu dosyayı köpürttük? ‘’

        Hayır, efendim... Öyle değil… Kaşıkçı cinayeti zaten işleniş tarzı açısından diğer infazlarla aynı değil. Yani Cemal Kaşıkçı yolda yürürken, araba kullanırken bir tetikçi tarafından öldürülmedi. Buna sessiz kalınamazdı.

        Öte yandan günlerdir yazılan, çizilen, tartışılan finansal kazanımlardan ziyade çok daha stratejik bir kazanım elde etti Türkiye. Suudi Arabistan Suriye sahasında YPG’ye verdiği mali desteği 11 ay önce kesti. Sünni Araplara ise Ürdün hattında mali desteğe devam edecek. ABD’nin de son 11 aydan bu yana YPG’ye yolladığı destekte çok ciddi düşüş söz konusu.

        Ancak, reelpolitik önemli… Evet Türkiye’nin şu an Suudi Arabistan’dan gelecek her türlü doğrudan yatırım ya da sıcak para girişine ihtiyacı var. Kaldı ki Türk lirasını desteklemek amacıyla Riyad ve Ankara’nın SWAP anlaşmaları imzalaması herkesin beklediği bir konuydu ki, daha önce de BAE, Katar ve Güney Kore ile SWAP anlaşmaları imzalamıştı.

        Ama reelpolitik olarak baktığınızda, yanı başımızda PKK’nın kuracağı terör devletine Arap dünyası içindeki tüm desteği kesmek önemli bir adım değil midir?

        Siyasi olarak birbirine ihtiyacı daha net bir şekilde ortaya çıkan Suudi Arabistan ve Türkiye yıllar süren bu derin ihtilafları gidererek yeni bir sayfa açmaya doğru yöneliyorlar. İlişkiler bazında açılacak olan bu yeni sayfanın başlığı, anlaşmazlık dosyalarını kapatmak suretiyle, her iki ülkenin içinde bulunduğu siyasi, askeri ve ekonomik zorlukların üstesinden gelebilmek için farklı dosyalarda uzlaşı ve iş birliğini güçlendirmek olacak.

        Her iki taraf, çok hızlı yaşanan bölgesel ve uluslararası değişimler nedeniyle ortaya çıkan yeni haritada zararları mümkün mertebe azaltmak için konumunu belirlemeye çalışıyor, kâr zarar hesabı yapılıyor…

        Suudi diplomatik kaynaklardan aldığım bilgilere göre; Suriye, Libya, Katar ve askeri rekabetin söz konusu olduğu diğer bölgelerle ilgili bölgesel ihtilaflar büyük ölçüde geriledi. Keza Müslüman Kardeşler dosyasıyla ilgili çok ciddi siyasi anlaşmazlıklar vardı. 11 aydan bu yana ikili görüşmenin yapılabilmesi için bu dosyanın çözüme kavuşturulmasını Suud ailesi özellikle istiyordu. Bu noktada Ankara’dan önemli adımlar geldi. Ayrıca haziran ayına kadar üç aşamalı bir planın uygulanacağı belirtiliyor.

        Hatırlayacak olursanız Türkiye, Mısır ile yakınlaşma süreci kapsamında, Türkiye’de bulunan Müslüman Kardeşler'e ait medya kuruluşları kapatılmıştı. En son Müslüman Kardeşler’le bağlantılı ‘Mekamleen uydu TV kanalı’, Türkiye’deki ofisini dün itibari ile kapattı. Bu adım, Suudi Arabistan ile ilişkileri düzeltme konusunda olumlu bir etken oldu.

        Öte yandan Suudi Arabistan, Kahire - Ankara arasındaki normalleşmenin hızlandırılması için şimdiden devreye girdi bile. Haziran ayının son haftasında veya temmuz ayının ilk yarısında, iki ülke Cumhurbaşkanlarının bir araya gelmesi ve kırgınlıkların düzeltilmesi için görüşmelerin başlatılacağı belirtiliyor. Zira Mısır ve Türk istihbarat birimleri görüşmenin organizasyon aşamasında arka planda oldukça yoğun bir mesai harcıyor. İstihbarat kurumlarının yöneticilerinin karşılıklı ziyaretleri sıklaştı.

        Ancak Joe Biden yönetimi, Türkiye ve Suudi Arabistan için ortak bir meydan okuma oluşturuyor. Bu nedenle bölgesel taraflar, ABD’nin baskılarına ve Biden’ın politikalarına karşı direnmek için daha güçlü ortaklıklar kurmaya yöneliyor.

        Biden yönetimi Yemen savaşı, hukuki dosyalar ve petrol üretimi konusunda Suudi Arabistan’a büyük baskılar uyguladı, özellikle de yaşadığımız Rusya-Ukrayna krizi esnasında. Suudi Arabistan için en önemlisi, Yemen savaşı bağlamında, Biden’ın resmen Suudi Arabistan’ı artık desteklemiyor olmasıdır. Bu durum Suudi yönetiminin son 12 aydan bu yana İran’a karşı güç kaybı olarak kaşımıza çıkıyor.

        ABD kendi ürettiği savunma sistemlerini Suudi Arabistan’a karşı şantaj aracı olarak kullanıyor. Bu nedenle Riyad, Türkiye ile savunma alanında iş birliği yapmaya ihtiyaç duyuyor. Bu bağlamda belki de Türkiye’nin gelişmiş savunma sistemlerinden ve SİHA’larından yararlanmaya hazırlanıyor. Suudi yetkililerden aldığım bilgiye göre, Riyad yönetimi kısa vadede 20 adet, orta vadede 40 ve yine uzun vadede geliştirilmiş SİHA’lar için bir sipariş hazırlığında.

        Ve tabii Suudi Arabistan, İran’a bölgede daha büyük bir güç bahşedecek olan nükleer anlaşmanın geri gelmesinden endişe ediyor. Riyad buna ancak bölgesel ittifaklarını güçlendirmek suretiyle karşı koyabilir. Dolayısıyla Türkiye bu konuda ilk seçenek olarak görünüyor. Zira Suudi yönetimi uzun yıllardan bu yana İran’a karşı Türkiye’nin desteğini alabildiği ölçüde Şii politikaları ile baş edebilmişti. Lübnan, Irak, Yemen, Körfez bunlara örnektir…

        Meslektaşımız olan Cemal Kaşıkçı’yı rahmetle anıyorum. Başına gelen vahşeti unutmamız asla mümkün değil. Keşke devletler arası ilişkiler bire bir insan ilişkileri gibi etik temelli olsaydı. Ancak devletler birbirleri ile çıkarları üzerinden ilişki kuruyorlar. Türkiye’nin çıkarı, 84 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının çıkarı olacaktır.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar