Boğazların anahtarı hala Ankara'da
SSCB’nin en sert uygulamaları ile kendinden söz ettiren lideri Stalin 1939'un sonunda Moskova'da Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu'nu kabul ettiğinde onu "Umarım Boğazların anahtarlarını getirmişsinizdir," sözleriyle karşılamıştı.
Tecrübeli siyasetçi ise o tarihin en sert diktatörüne "Özür dilerim ekselansları. Mustafa Kemal yanına aldı." yanıtı vererek, Türkiye’nin Boğazlar konusundaki ilelebet tavrını net bir dille ortaya koymuştu.
Bugün Rusya ve dahi ABD hala o anahtarın peşinde…
Boğazlar, tarihin her döneminde ülkemizin bölgesel stratejide rol almasını sağlamış en önemli argüman olmuştur.
1920’den Montrö Sözleşmesi’nin imzalandığı 1936 yılına kadar İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının kontrolü Milletler Cemiyetindeydi. Sözleşme ile kontrolü tekrar ele alırken Boğazlardaki nakliye trafiği de düzenlendi ki buna göre ticari gemiler serbest geçişe sahip olacaklardı. Savaş gemilerinin geçişi için çok sayıda kısıtlama geçerli idi.
Amaç, Karadeniz'de donanmaların seyrini engellemekti. İkinci Dünya Savaşı'nda başarıyla uygulandı da.
Son üç haftadan buyana en hareketli jeopolitik noktalardan biri Rusya-Ukrayna sınır hattı…
RUSYA ELİNİ YÜKSELTTİ
2013’te AB’nin Gürcistan ve Moldova ile ortaklık anlaşmaları imzalaması, 2014’te Kırım’ın ilhak edilmesi ve Donbass Savaşı’nın başlaması Moskova’nın resmi AB düşmanlığını açıkça büyütüyor.
Görünen o ki Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bu sefer çok sert bir oyuna zemin hazırlıyor. Türkiye’nin ve Boğazların rolü bu süreçte bir daha önem kazanıyor. Rusya ABD’nin ve NATO’nun salvoları karşında Ukrayna kartını açtı bile.
Ukrayna merkezli olarak ağır bulutların biriktiği ve ufukta uluslararası gerilimin odağı olma belirtileri veren yeni Soğuk Savaş ortamı aslında Karadeniz’deki süreci ve Türkiye’nin bölgedeki rolünü bir kez daha tartışmaya açıyor. Ancak NATO ve ABD Karadeniz’de Türkiye’yi dışarıda bırakan bir yol haritası belirlemiş durumda.
Müttefikimiz ABD ve NATO üyesi bazı ülkeler Türkiye’yi bırakan bir projeyi hızlandırdı bile. Hummalı bir şekilde alternatif olarak Dedeağaç (Aleksandropolis)-Burgaz ekseninde Çanakkale Boğazı’na alternatif yeni kanal hazırlığında. NATO Romanya ve Bulgaristan Deniz Kuvvetlerini silahlandırırken ABD de Yunanistan’da üsleniyor.
ABD MONTRÖ’DEN KAÇIYOR, YUNANİSTAN’DAN ÇIKIŞ YOLU ARIYOR
Nitekim Batı da Ukrayna’da güçlerini yaymasından sonra Rusya’ya yönelik tehditlerini artırdı. Bu iki kamp arasında Türkiye gelişmeleri gözlemliyor. Türkiye’nin ilk aşamada safını belli etmesini gerektirecek bir durum da yok. Aksi halde Mısır ve İsrail’de yaşadığımız diplomatik krizler sürecine benzer biri durumu yaşayabiliriz.
Türkiye’nin Kanal İstanbul planının Karadeniz bölgesindeki siyasi ve askeri güç dengesi açısından önemli bir noktaya taşındığını fark eden ABD de buna karşı bölgede yeni bir strateji geliştiriyor. Burada Yunanistan'ın kuzeyindeki Dedeağaç Limanı kilit rol oynuyor.
ABD Donanması’nın gemileri gittikçe daha sıkça bu limana uğruyor ve burayı Balkanlar ve Doğu Avrupa operasyonları için bir merkez olarak kullanıyorlar.
ABD Silahlı Kuvvetleri şubat ayında büyük bir manevra ile limanın bir üs olarak rolünü test etti. Dedeağaç’ta yük gemilerinden indirilen helikopterler, tanklar ve toplar hava ve kara yoluyla Bulgaristan'a getirildi. Dedeağaç'tan Karadeniz'deki Varna ve Burgaz Limanlarına kara ve demir yolu bağlantıları planlanıyor.
ABD bu suretle Akdeniz'den Bulgaristan ve Romanya'ya yeni bir tedarik rotasına sahip olacak ve Karadeniz’e ihtiyacı kalmayacak. Bu vesileyle ne Türk Boğazlarının ne de planlanan Kanal İstanbul’un ABD için bir ehemmiyeti kalmayacak.
Geçtiğimiz günlerde Süveyş Kanalı’nda bir geminin karaya oturması ile dünya ticaretinde yaşanan “kalp krizi” aslında bununla sınırlı kalmadı. Uluslararası oyuncuların donanmaları için Kızıldeniz’den, Cebelitarık’tan ve Boğazlardan (İstanbul ve Çanakkale) Akdeniz’e güvenli giriş ve çıkış rotasını masaya yatırmalarına sebep oldu.
Türkiye’nin de milli çıkarları için alternatifler düşünmesi gayet normal. Ölçü elbette kazanımların kaybedilmemesi olmalı.
MONTRÖ YETMİYOR MU?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Ocak 2020'de bir televizyon röportajında kanal için konvansiyon kurallarının geçerli olmayacağını ve kanalın "Montrö'nün tamamen dışında" kalacağını belirterek, daha küçük yük gemilerinin Boğaz'ı kullanmaya devam edebileceğini ancak petrol ve gaz tankerlerinin ve savaş gemilerinin yeni bağlantıyı kullanmak zorunda kalacağını duyurmuştu.
Bu yalnızca Ankara'nın işleteceği bir mekanizma olacak.
Ancak Türkiye bir denge planlaması içinde hareket etmek durumunda ve oldukça zorlayıcı bir süreç bizi bekliyor. Türkiye-Amerika ilişkileri Erdoğan ile Biden’ı bir araya getirecek telefon görüşmesi dışında çok yavaş yürüyor.
Belli ki kafalar net değil. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, NATO paktı çerçevesinde Türkiye’nin vazgeçilemez rolüne işaret ederken, sürecin altını doldurmadı.
Bu yüzden Türkiye, özellikle ABD ile iki hasmı olan Rusya ve Çin arasındaki ilişkiler sert ve düşmanca bir sürece doğru yürürken, ikili ilişkilerin çerçevesinin belirlenmesi için Erdoğan ile Biden arasında belki de yakında olmayacak bir buluşmayı bekliyor.
Bu savaşta Ankara’nın bir tarafın karşısında öbür tarafın yanında durma lüksü yok. Her bir tarafla aynı mesafede kalmayı tercih ediyor. Ukrayna krizi ve Karadeniz’in kullanımı bu süreçte önem kazanacak…
Biden, Rusya’yı büyük tehdit, Çin’i de büyük rakip olarak tasnif ediyor. Moskova-Washington ilişkileri, Amerikan Başkanı’nın Rus mevkidaşı Putin’i “katil” olarak niteledikten sonra kabul edilemez bir düzeye ulaştı.
Öte yandan Çin ile İran arasında 400 milyar dolarlık bir anlaşma imzalanması kutuplaşmayı keskinleştiriyor. Bu mesele Batı’nın yeni “stratejik ortaklık” karşısındaki korkularını ve Türkiye’ye daha çok ihtiyaçları olduğu duygularını artırmıştır. Ancak Biden’ın bunu görmesi biraz zaman alacak gibi…
Washington Ankara’dan Çin ve Rusya’ya karşı yanında durmasını istiyor. Fakat Yunanistan’a verdiği açık destek, Suriye ve Irak gibi bölgelerde Türkiye’nin özgül ağırlığını azaltmaya çalışarak kendinden uzaklaştırıyor.
Rusya ile de durum çok parlak değil. Ulusal çıkarların taban tabana zıt olduğu jeopolitik düzlemlerde kırılgan ortaklıklar yapıyoruz. ABD-Rusya gerginliğinin Karadeniz’e fiili yansıması ihtimaline karşı Türkiye’nin dengesizlikler içinde kendine bir denge noktası bulmasını gerektiriyor.