Yüzyılın İlhakı…
ABD Başkanı Donald Trump bu hafta İsrail Başbakanı Benjamin Netenyahu ile birlikte Ortadoğu’ya sözde çözüm getirecek “Yüzyılın Anlaşmasını” sundu. Anlaşma, plan, proje ne demeli bilemediğimiz, sadece Trump ve şürekâsına (tabi bu vesileyle Netenyahu’ya) ait garip önerilerden ibaret bu “şey” Ortadoğu “barış planı” olarak sundu.
Körlerin ve sağırların birbirini ağırladığı bu trajik açıklamayı izlerken Trump’ın mimikleri, yaşadığı o garip gurur, Netenyahu’nun heyecanı, hiçbir detayın belli olmayışı, Ürdün Vadisi’nin, Golan Tepeleri’nin öylece “bahşedilmesi”… Kesinlikle akla zarar…
Trump bunun iki devletli bir çözüm olduğunu iddia etti. Haritalar paylaştı. Haritalarda Batı Şeria ile Gazze tecrit edilmiş, numaralandırılmış, birbiriyle koridorlar ve tünellerle bağlanmış bir dizi kanton gibi gösterilmiş.
İsrail ise haritada olduğundan büyük gösterilmiş. Peki, 181 sayfalık plandaki karmaşık meseleler ve Filistinlilerin bunlara yönelik tavrı ne? Plan Kudüs’ü İsrail’in başkenti; yakınlarında bulunan, dört kilometre kareyi geçmeyen Abu Dis beldesini de gelecekte kurulacak Filistin devletinin bir parçası olarak görüyor.
Bu görüş daha önce de İsrail tarafından ortaya atılmış Filistin tarafından reddedilmişti. Filistinliler Doğu Kudüs’ü el Aksa ve kutsal yerleri de içine alacak şekilde başkentleri olarak istiyor, Kudüs’ü kırmızı çizgileri olarak görüyorlar.
Anlaşma, 1993 Oslo Anlaşması'ndan bu yana -Kudüs'ün durumu, Filistinli mültecilerin evlerine dönme hakkı ve “barış için toprak ilkesi" gibi - masada duran meselelerde ağırlıklı bir şekilde İsrail'in tarafında yer alıyor. Çatışmayı sonlandırmaktan öte canlandırma riski taşıyor.
Ama Trump, anlaşmanın her iki taraf için bir kazan-kazan durumu önerdiğini söylüyor.
FAYDASI YOK, ZARARI ÇOK
Aslında öneriler İsrail'in Batı Şeria'da yıllardır sürdürdüğü toprak gasplarını meşrulaştırıyor. Netanyahu İsrail'in resmi olarak Ürdün Vadisi'ni ve Batı Şeria'daki tüm yerleşimleri, çabucak ilhak edebileceğinin sinyallerini vermiş bulundu.
Bu plan daha çok işgalcileri ödüllendirirken işgal altındakileri teslim olmaya zorluyor görünüyor. Görünüşte yardım etmeyi amaçladığı halktan, bölgeden çok anlaşmanın yazarlarına fayda sağlıyor.
Filistinliler tarihi haritalarını ezberlerinde muhafaza ediyorlar. Bu haritayı Trump’ın barış planını ilan etmesinin ardından sosyal medyada geniş bir şekilde paylaştılar. Tepki büyük. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da, ister Müslüman olsun ister Hristiyan, Kudüs olmadığı müddetçe anlaşmayı kabul edecek tek bir çocuğun dahi bulunamayacağını söyledi.
Filistinliler, sözde herkese saygın bir yaşam vadeden planın temel haklarını harcadığı gibi Kudüs’ün yanı sıra 1967 sınırlarını, Filistinli mültecilerin geri dönüşü meselesini, Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerini ortadan kaldırmayı içeren kırmızı çizgilerini aştığını düşünüyor.
Plan İsrail’e Batı Şeria’nın bir kısmına, Ürdün Vadisi’ni de içine alacak şekilde egemen olma hakkı tanıyor. Bu da sınır bölgesini tutan ve Filistinlileri net bir sınır hakkı ile geçiş kapılarından mahrum eden, 400 bin kadar yerleşimcinin yaşadığı yerleşim yerlerinin ilhak edilmesi demek. Oysa Filistinliler daha önce de Filistin devletinin sınırı ve tabii uzantısı olarak görülen Vadi bölgesinin 99 yıllığına kiralanması fikrini dahi reddetmişti.
Bunun yanında plan, Filistinlilere Atrud’da özel turistik bölge kurma hakkı veriyor ki burası Kudüs’ün sanayi bölgesi. Kudüs İsrail’in elinde kaldığı müddetçe bunun nasıl yapılacağı net olmamakla birlikte planda bu yönde uluslararası bir iş birliği iması var.
FİLİSTİNLİLERİN GERİ DÖNÜŞ HAKKI
Planda ayrıca toprak değiş tokuşu var. Buna göre Filistinlilere Necef Çölü’nden bölgeler verilecek. Burası Mısır ve Ürdün sınırlarına ulaşan geniş bir çöl. Değiş tokuşu kapsayan bölgelerde 250 bin Filistinli yaşarken vaat edilen Filistin devleti bünyesinde İsrail yerleşim yerleri bulunuyor.
Yüzyılın en plansız planı, Filistinlileri İsrail’i Yahudi Devleti olarak kabul etmeye de zorluyor. Filistinliler bu talebin kendi tarihlerine aykırı olduğunu savunuyorlar.
İsrail sınırları dışındaki mülteciler meselesinin çözümü ise bulundukları ülkelere entegre olmalarıyla çözülmüş. Ayrıca kabul eden Müslüman devletler on yıl boyunca her yıl beş bin mülteci alacak. Bu da mültecilerin geri dönüş hakkının tanınmaması anlamına geliyor.
Yine söz konusu plana göre Filistin yönetimi ile Ürdün arasında serbest ticaret bölgesi kurulması öngörülüyor. İhracat Ürdün’deki havaalanından yapılabilecek. Planda ABD ile olası bir ticaret anlaşmasından da söz ediliyor. Güvenlik nedeniyle Gazze’de yakın vadede liman kurulmasının pek mümkün olmadığı belirtilirken Filistinlilerin Hayfa ve Aşdod’taki İsrail limanlarını, ayrıca Ürdün’deki Akabe Limanı’nı sadece kargo amacıyla kullanabileceği kaydedilmiş.
Bu öneri şu anki ihracat yöntemine benziyor. Bu da devlet içinde Filistin’in bir egemenliğinin olmadığını doğruluyor.
Mescid-i Aksa’da ibadete gelince; burası “barışçıl şekilde” bütün dinlere açık olacak ve Kudüslü Filistinlilerin, İsrail veya Filistin vatandaşlığı arasında seçim yapması gerekecek. Bu ise Filistinliler ve Müslümanlar açısından tehlikeli bir ihlal zira İsrail ile Ürdün arasındaki anlaşmaya aykırı olarak Yahudilere de Aksa’da ibadet hakkı tanınmış oluyor.
Plan Hamas’ın ve Gazze’deki silahlı grupların silahsızlandırılmasını da şart koşuyor.
DAHLAN SAHNEYE HAZIRLANIYOR
Gazze Şeridi’nde son zamanlarda yaşanan sükûnet Hamas’ın yakın gelecekte İsrail ile “mini bir ateşkes” ihtimalini ciddiye aldığını gösteriyor. Olasılıkların çok da iyimser olduğunu sanmasam da barış sağlanması durumunda bu Filistin’de seçimleri de beraberinde getirecektir. Seçimler dendiğinde ise akıllara ilk olarak 85 yaşındaki hasta Filistin lideri Mahmud Abbas’ın yerine kimin geçeceği geliyor.
İsmi sıkça geçen kişilerden biri El Fetih partisinden sürgündeki Muhammed Dahlan. İsrailli ve Filistinli uzmanların çoğu Abbas’ın nefret ettiği Dahlan’ın Abbas’ın yerine geçme şansının düşük olduğunu savunuyor fakat Suudi Arabistan ve BAE daha şimdiden bu iş için hazırlıklarına başlamış.
Filistin yönetimi ile İzhak Rabin hükümeti döneminde Gazze’deki en güçlü isim olan Dahlan, İsrail ordusu ve Şin Bet ile yakın bir şekilde çalıştı. CIA ile de yakın ilişkiler kurdu. Sürgündeyken BAE’ye yerleşti ve Veliaht Prens Muhammed bin Zayed el Nahyan’ın (MBZ) uluslararası ilişkiler danışmanlığını yaptı. MBZ Dahlan’ı Arap ülkeleri, Balkanlar ve Doğu Avrupa’da hassas görevlere gönderdi ve Dahlan serveti sayesinde başta el Sisi olmak üzere Arap liderlerle yakın ilişkiler kurdu. Dahlan’ın Mısır’da sahibi olduğu televizyon kanalı şimdiden propaganda yapıyor.