Aşkını başka dilde anlatmaya ne dersin?
Her şey olması gerektiği gibi, ne eksik ne fazla, tam da doğanın başından yana kurguladığı gibi... Bu cümleyi motto edindim çok uzun zaman önce (beşeri şartlar diyelim, mecbur) nedenine bilahare geliriz belki ama biz faniler cephesinde de mevzuların yüzyıllardır aynı seyrinde dönüyor olması da ayrıca absürtlükler deryasından seçmeler... Neyse(m güzel insanlar, algı loblarımız memleketim gündeminin seyrinde iken) kelamı fazla uzatmayıp, direkt geliyorum bugünün sebebi ziyaretime.
Bir vakitler, birileri tarafından çizilen bugünün sınırlarının berisinde/ötesinde neler oluyor’un cevabı, gün sonunda birer dilemma çemberine dönüşüyorken, bilmediğimiz kuytu köşelerin ziyanlıklarını geçtim, üst komşuda neler oluyor’un cevabına ise hiç bir fikrimiz yok! Oysa birileri, bir yerlerde, her şeye rağmen ‘bu da var’ kategorisinden, kollarını sıvayıp, elini taşın altına koymaya devam ediyor. İşte bunlardan biri de 26 yaşındaki Ayşe Damla İşeri. 24 yaşında, ‘Başkasının Yarını Ol’ sloganıyla Dem Derneği’ni kurup, 26’sında derneğin bir projesi olan (Beşiktaş’ta) Dem Good Coffee mekanını açıyor. Dem’in hedefi; işitme engelliler, sağırlar ve biz ‘duyan’larla alternatif buluşma ve paylaşma sahası yaratmak! Kabul edin ince ve çok ağır bir hemhal... ‘Duyan’lar (yani bizler) duyduğunu sanmaya devam ededursun, ‘duymayan’ dediklerimizin bizden daha iyi algıladığı ve duyduğu kesin, bu minvalde de istedim ki bugün çığırdığımız -hiç bitmeyecek çok mühim- konuları bir kaç dakikalığına da olsa kenara iliştirip, İşeri’ye kulak kabartalım. Merakınız az da olsa zuhur ettiyse, Dem Derneği Kurucusu ve Başkanı Ayşe Damla İşeri ile söyleşimize yaklaşınız!
ÇÖZÜMÜN SİVİL TOPLUMDA OLDUĞUNU GÖRDÜM
*Dem Derneği’nin yaratım sürecinden bahseder misiniz ve özellikle neden işitme engelliler ve sağırlar?
Dem, 2014 Şubat’ında kuruldu. Son bir buçuk yıldır aktif halde çalışan, empati temelli sosyal sorumluluk projeleri ve sosyal girişimleri hayata geçirmek amacıyla faaliyetlerini sürdüren bir dernek burası. Derneği kurma mevzu ise şöyle gelişti: Haziran 2013’te, Amerika’dan döndüm. Medya ve tarih mezunuyum. Gazetecilik mesleğini, muhabir olarak özellikle sahada yapmak istiyordum. Var olan realiteyi göstererek sonrasında çözüm organlarını harekete geçireceğimi düşündüğüm bir meslekti gazetecilik. Kısa da olsa yaptığım gazetecilikte (ki o da televizyonda) gördüm ki; çözüm mekanizmasında yer almak isteyen biri olarak bana göre değildi bu meslek, hele ki Türkiye şartlarında. Çözümün sivil toplumda olduğunu gördüm. Bu arada ben mesleki anlamda gel gitler yaşarken, eş zamanlı olarak; dünyadaki farklı işaret dillerinin kültürlerini öğrenmek için dünyayı gezen, Amerika’dan bir arkadaşımın telefon mesajıyla işitme engelliler ve sağırlarla tanışma hikayem de başlamış oldu. Mesajda, beni İstanbul’dan işitme engelli bir arkadaşıyla tanıştırmak istediğini söyledi, telefonunu verdi ve; ‘istersen ararsın, kahve içip, sohbet edersin’, dedi. O telefonu verdiği kişi de bugün birlikte çalıştığımız Cem (Barutçu). Şimdi artık çok fazla sağır ve işitme engelli arkadaşım var, ama o güne kadar ne çevremde ne de ailemde işitme engelli ya da sağır birisi yoktu. Bu dernekle ilgili en çok sorulanlardan biri de bu: ‘Sağır tanıdığınız var mı? Yok!’
*Peki, Cem’le buluştuğunuzda nasıl anlaştınız?
Elimde defter ile buluşmaya gittim, çünkü nasıl anlaşacağımı bilmiyordum. Ne merak ediyorsam da yazdım deftere. Cem, dudak okuyabildiğini söyleyerek yönlendirdi beni ve ilk diyaloğumuz böyle başladı. Altını çizmek istediğim, bazen bazı şeyler bahane olur, güç verir ya sanırım bu buluşma da öyle oldu. Ben başından bu yana sivil toplumla ilgili bir iş yapmak ve toplumun içindeki zıtlıklardan ve mevcut olan diyalogsuzluktan yola çıkmak istiyordum, Cem’le diyaloğumuz da Dem’in ve aklımdakilerin oluşmasına ön ayak oldu diyebiliriz. Amerika’dan geldikten sonra etrafıma bakınca bir iletişimsizlik olduğunu gördüm ve aslında fark ettim ki sağırlarla olan iletişimsizliğimiz çok somut, çünkü (bilmediğimiz) bir dil üzerine kurulu, fakat bizim yani ‘duyan’ların, aynı dili konuşanların daha derinden bir sorunu vardı.
*Neden Dem?
Dem, demos’tan yani ilk insandan, demlenmişlikten, deneyimlenmişlikten geliyor. ‘Demlenmiş insan iyi insandır; demlenelim ve özümüze dönelim’' mottosuyla yoluna devam ediyoruz.
TİD TÜRKÇE DIŞINDA HUKUKİ TEMEL BULMUŞ TEK DİL
*Türk İşaret Dili’ne gelecek olursak, Türkiye durumlar nasıl?
Türk İşaret Dili (TİD) hukuki temelini 2005’te buldu. Bir şeyler olmuyor gibi görünüyor belki ama ağır da olsa bir şeyler değişiyor, yapılıyor. Benim bağlantım da dildi, çünkü TİD, Türkçe dışında hukuki temel bulmuş tek dil. Bu yüzden de başından beri bunun geliştirilebileceğine ve bir dil olup, diyalog oluşturabileceğine çok inanıyordum.
*Proje konusunda da aktifsiniz, bunlardan bahseder misiniz?
Dernek çatısı altında, her yıl, bir tema belirleyerek ‘farkındalık’ yaratmak hedefindeyiz. İlk temamız; işitme engelliler ile empati yani TİD ve kültürüne olan ilgiyi arttırmayı amaçlayan ‘Aşkını Başka Dilde Anlat’ projesiydi. Alternatif hediye hazırlama istasyonlarından oluşan, ‘duyan’ ve ‘duymayan’ların bir arada çalıştığı bir projeydi. Kişi sevdiği birine tişort almak ya da kart yazmak yerine, işaret diliyle bir video hazırlama imkanı buluyor. İstasyonların birinde işaret dilini öğreniyor, diğerinde çekim için kamera karşısına geçiyor, sonrasında biz montajlayıp, kaseti hediye ediyoruz. Bu etkinlik şu ana kadar dört defa yapıldı. Gönüllü olarak başlayan bir organizasyon, şu an satılabilir bir paket halinde. Aynı zamanda, bu bize bir gelir modeli de oldu, çünkü sosyal girişimciyiz; sosyal kafayla ticari kafayı birleştiren bir derneğiz. İşte bu tür projeleri daha da çoğaltmayı istiyoruz. Diğer bir organizasyonda ‘Köpeğine Aşkını Başka Dilde Anlat’tı. Hayvanları Koruma Günü’ne denk geliyordu, biz de bu konsepti birleştirdik.
*Bu dil üzerine ne tür metotlar var ve sizin farkınız nedir?
TİD çok mastar konuşulan ve dilbilgisi Türkçe’den tamamen farklı bir dil. Yargıları daha kesin, yumuşatmak içinse mimik ve beden diline ihtiyaç var. Bu yüzden sağırlarla çalışırken, o dildeki sertliği kırmak için, ayrı bir metot geliştirmek gerekiyor. Aslında amacımız dilin, insan algısını ne kadar da etkilediğini göstermek! Şöyle bir şey de var; sağırlarda okuma yazma oranı ne yazık ki çok düşük, cihazı olan ve olmayan var, okuma yazma bilenlerin bir kısmı ise anlayabilme ve yorumlamada güçlük çekiyor. Bir sağır, işitme engelli ile yazarak, konuşarak anlaşamadık ne yapacağız noktasında, bizlerin de çok kullandığı mimik ve beden dili işin içine giriyor. Bizim dernekte ve atölyelerimizde savunduğumuz; nasıl ki çoğu zaman birbirimizi anlamıyoruz yahut kadın, erkek olarak anlaşamıyoruz, aynı şekilde bir sağırla da anlaşamayabiliriz, fark yok! İletişim kurmak istiyorsak mutlaka bir üçüncü yol vardır, yeter ki isteyelim.
‘DUYAN’ VE ‘DUYMAYAN’I AYNI ORTAMDA BULUŞTURMAK
*Hedefiniz nedir?
‘İletişimsizlik’ gibi basit bir düşünce ile yola çıktık belki ama işin içine girdikçe sağırların, işitme engellilerin problemleriyle karşılaştıkça, derdimiz de başka bir rotaya evrildi. Tabii ki de dallı budaklı mevzular bunlar, bilincindeyiz ama bizim hedefimiz; ‘duyan’la ‘duymayan’ arasındaki diyaloğu keyifli bir platformda buluşturmak. Böylelikle de sağır ve işitme engellilere olan acıma duygusunu yahut bakışını da yenebilecektik, çünkü her şey ‘vah vah’ şeklinde duruyor bir kenarda. Ne yazık ki algıların pek çoğu hiyerarşik bir şekilde, tepeden bir bakışla, örneğin; ‘sağır insana destek oluyorum’ şeklinde. Hayır, aslında aynı yerdeyiz ve iletişimin aynı düzlemde olması lazım! O yüzden, ilk etapta hem dernekte hem de derneğin projesi olan, yeni açtığımız Dem Good Coffe mekanın tüm aktivitelerinde yapmaya çalıştığımız şey; ‘duyan’ların ve ‘duymayan’ların bir araya geldiği keyifli anlar yaratmak.
*Dem Derneği’nde üyeniz var mı ve çalışan kaç kişi?
Biz herkesi ‘Demli’ sayıyoruz. Üye bazında ise ne yazık ki üyeye yönelik bir politika geliştiremediğimizden üyemiz yok ama genel tabloda yüzde 10 sağır ve işitme engelli diyebiliriz. Yönetim kurulunda beş kişiyiz, dördü duyan, biri sağır. Altını çizmek isterim; bizim istediğimiz zaten ‘duyan’ algısını değiştirmek!
*İnsanların ‘hayırsever’, ‘vicdan’ yahut ‘sosyal sorumluluk’ algısından çıkması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Hedefimiz bu ‘duyan’ algısının değişimi. Bu değişim, farkındalık sonrasında da, o çözüm mekanizmasına geçmek istiyoruz. Ve aynen insanların ‘hayırsever’ ve ‘sosyal sorumluluk’ kafasından çıkması gerekiyor. Yapılması gereken geçici çözümler değil de sistemin değişmesi. Bu bir hak savunuculuğu şeklinde de olabilir, kurgulanan gelir modellerini tekrardan sosyal entegrasyonuyla da olabilir.
*Derneğin kuruluşunda ve sonrasında hukuksal-sistemsel bir mevzu yaşadınız mı?
Biz dernek kurmakla çok zorlanmadık, zaten derneğin kurucuları arasında bir avukat arkadaşımız vardı, dolayısıyla bütün yöntem normal işledi. Ayrıca biz çok küçük bir derneğiz, o yüzden de dernekler masasının focus’lanacağı bir yerde durmuyoruz henüz. Aslında derneklerin Türkiye’de daha fazla denetleniyor olması lazım, fakat o kadar fazla dernek var ki, bu da ayrıca bir sorun demek, bu bağlamda dernekler masasını da anlıyorum.
KAMPANYA YERİNE PROJE ÜRETMEK
*Türkiye’de kaç tane dernek var?
Şu an bildiğim 120 binden fazla dernek var. Türkiye’de dernek kurmak dünyanın en zor işi değil, herkes yapabilir. Belli başlı sorunlar var tabii ki derneklerde bu bağlamda rekabet daha fazla ama biz Dem olarak çok fazla dernek gibi işlemediğimiz için sorun gibi mevzularla karşılaşmadık. Biz bağış toplamıyoruz ya da gelir modellerini dernek üzerinden kurgulamıyoruz. Gelir modellerimize hizmetleri, projeleri satıyoruz.
*Bu genç yaşınızda derneklerle ilgili ne öğrendiniz desem?
Bu kadar çok derneğin olması bir süre sonra limitlemeyi de beraberinde getiriyor, şöyle ki; derneklerin iki tane ana gelir kalemleri var, ya üye aidatı alıyor ya da bağış topluyor. Ama Türkiye’de İç İşleri Bakanlığı’ndan faydalanmayı sadece, kamu yararına çalışan dernek statüsünde, mesela AKUT gibi büyük kurumlar yapabiliyor. Bizim gibi küçük ölçekteki derneklerin (sanırım bu oran da yüzde 95) yardım toplayabilmesi için izin alması zorunlu. Bu da demek oluyor ki ben kafama göre sosyal medyadan kampanya başlatamam. Doğru bir sistem olabilir fakat bu küçük dernekler kendi bünyelerinde çalışanlarının sosyal haklarını hangi maddiyattan karşılayacak?! Derneğin kendini döndürebilmesinden bahsediyorum, çok finansal bir durum. Günümüzde en değerli şey ‘fikri üretim’. Bu bakımdan da bünyesindeki çalışanlarını istihdam edebilmek için dernekler zorlanıyor. Bu da derneğin ilerlemesini ya da proje bazlı üretimini engelliyor.
*Siz ise destek, kampanya yerine proje üretmeyi, satmayı düşünüyorsunuz...
Günümüzde pek çok dernek kampanya ve destekle ilerlemeye çalışıyor. Bu da şöyle bir handikabı beraberinde getiriyor, örneğin; sağır çocuklara cihaz alımı için kampanya başlatıyor ve kampanya başarıya ulaşıyor, fakat bir süre sonra ‘ee, sırada ne olacak, ne yapacak’ bu dernek! Bence geliştirilebilen projelere ihtiyaç var. Bizim yapmaya çalıştığımız bu, biri ya da birilerinin hayatını adaması gerekmiyor. Alternatif yollar, fikirler hayata geçirilebilir. Ben bu dernek işlerinin, diğer iş kolları gibi, aynı şekilde yönetilmesi gerektiğini düşünüyorum.
*Türkiye şartlarında, 24’ünde dernek kurmak ‘ailen-dostlar ne oluyor’ demedi mi?
İlk başta söylediğimde, tabii ki de kafayı kırdığımı düşündüler (gülüyor). Hoş, okuduğum mesleği yapıp, gazeteci olsam yine maddi anlamda kazanamayacağımı da bildiklerinden destek oldular (gülüyor). İşin şakası bir yana, ne yapmak istediğimi çok iyi bir şekilde anlattığımı düşünüyorum, bana inandılar ve onların desteğiyle iki yıldır devam ediyoruz. Yoksa tabii ki zorlukları var. Ayrıca Dem’in manevi anlamda beni beslediğini düşünüyorum. Niyet önemli ve yola çıktığımda niyetim çok belliydi. Aynı heyecanla da yoluma devam ediyorum, çünkü başlangıcından bu yana, çok yol kat ettik. Sıkıntılar çok fazla ama olması gerekeni yapıyor olmak keyifli.
*Sıkıntıların başında ne var?
Birinci sıkıntımız finansal sürdürebilirlik… Maddiyatı düşünmekten proje üretmeye zaman kalmıyor. Hem para kazanacağız hem kazandığımızı eş zamanlı olarak projeye aktaracağız ve buradan elde edilen gelirden de projeye kaynak yaratacağız. Bunlar hep bir süreç… Dernek olarak projelerimizi şirketleştirmeye çalışıyoruz, nihayetinde dünyanın sosyal statülerine erişmeye çalışıyoruz.
İSTERSEK BAŞKA BİR İLETİŞİM ŞEKLİ MÜMKÜN
*Beşiktaş’ta açtığınız Dem Good Coffee’ye gelirsek, biraz ondan bahsedelim?
Mekan derneğin geliştirdiği ve yüzde 30’una ortak olduğu, sosyal bir girişim. Sağır ve işitme engellileri ve kültürünü, nitelikli kahve kültürü ile harmanlayacak bir kahve dükkanı burası. Ancak bir dükkan olmanın ötesinde, çok amaçlı paylaşım, empati ve proje merkezi. Buraya gelen herkese TİD’i tanıtıyoruz, aynı zamanda sağırlara istihdam sağlıyoruz ve içeride de sağırlar için projeler üretiyoruz. Buraya gelen herkes projelere katkı sağlayabilir, fikir verebilir, açığız. Mekanın üst katında sürekli yeni projeler üzerine tartışmalar, konuşmalar yapıyoruz. Pek çok müşterimiz bu diyalogların içinde yer alıyor. Bu bizim tam da istediğimiz bir şey; çözüm üreten bir yer olmak! Her gelen kendi mesleği üzerinden bir şey ekliyor bize… Bu arada burada kaliteli kahveler servis ediyoruz. Baristalarımıza kahve eğitimleri verildi Avrupa Nitelikli Kahveciler Birliği Eğitmeni ve aynı zamanda Eğitim Koordinatörü Aslı Yaman tarafından. Onun danışmanlığında çalışıyoruz.
*Türkiye’de yapılan araştırmada engelli sayısı nedir?
Türkiye İstatik Kurumu’nun (TUİK) 2002’de yaptığı araştırmada 259 bin, bugünün nüfusuna oranlarsak da 310 binlere yaklaşıyor. Bana göre bu araştırma sonucu da net değil, zira örnekleme metodu ile yapılmış, yani nüfus sayımı üzerinden gidilmiş ve işitme engelli ya da sağırlara sorulmamış da ailelerine sorulmuş. Ama sivil toplum ya da federasyonlar bu rakamı iki buçuk, üç milyon olarak lanse ediyor. Aradaki fark uçlarda… Fakat dünyada bir şeyin değerli olması için her zaman nicel veriler önemlidir. Hiç kimse bunun niteliğine bakmaz ama aslında bir insan için bile yapmaya değer. Kısaca; 259 bin ya da üç milyon olmasının bir önem teşkil etmemesi gerekiyor.
*Mekan açıldığında esnaf ve sade vatandaşın tepkisi ne yönde oldu?
En başta da söylediğim gibi acıma duygusunu desteklemek istemiyoruz, o yüzden de dışarıya dönük hiçbir sağır yahut işitme engellilerle ilgili bir tanıtımımız yok. Mekana, her kahve severin gelmesini ve sonra kahve üzerinden bir diyalog başlatmasını istiyoruz. Burada bir karşılaşma anı yaratıyoruz; ‘duyanlar’ ve ‘duymayanlar’ arasında… Tabii ki kendiyle yüzleşme yaşayanlar ve bu şekilde kahve sipariş etmekten rahatsız olanlar ve mekandan çıkanlar var. ‘Yapamam’ diyen, utanan, sıkılan da var. Zorluk yaratmak ya da insanlara bir şey göstermek durumunda değiliz. Bu bakımdan, işaret dilini kullanmayanlar için kolaylaştırıcı kartlarımız da var, ‘duyan’ baristalarımız da, ipod’lu sistem işaret dili de… Kısaca istersek başka bir iletişim mümkün diyoruz. Şöyle düşünün; burası kahve siparişini sesli yapmadan verebileceğiniz tek mekan. Sokağın başından işaret diliyle ya da bir mimikle kahve diyorsunuz ve iki dakika sonrasında kahveniz hazır.
*İşaret dilini siz nasıl öğrendiniz?
Pratikte öğrendim, alaylıyım. Yönetim kurulu toplantısını işaret diliyle yapıyorum. Derslerden öğrenmek önemli, fakat pratik yapamadıktan sonra olmuyor. Aynı yabancı dil gibi düşünün! Nasıl ki Fransızca, İngilizce için pratik gerekiyor, işaret dili de öyle!
*Kurs yani atölye çalışmalarınız nasıl?
Kurslarımız Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredatından farklı. Kurs değil zaten, atölye çalışması bizimkiler. 32 saatlik bir paketimiz var, bunun 24 saati teorik geçiyor, 18 saati de pratikle. Derslerimiz sıra ortamında değil, biraz daha enformal bir öğrenme. 90’larda çekilmiş reklamlar üzerinden bir öğretim metodumuz var. 90’lar olmasına sebep de hem çok eğlenceli hem de bizler 90 jenerasyonuyuz. Gazete küpürleriyle öğretiyoruz, böylelikle dünya gündeminden ve jargonundan da haberdar olunuyor. Mesela; dünyada sağır milletvekili de var, bu yıl yarışmada birinci olan dansçı da. Buna benzer pek çok şeyi, gündemi takip ediyoruz. Kurslara gelirsek; Ekim’de başlayacak. Öğrencilere 255 TL, yetişkinlere ise 300 TL. Ayrıca müşterilerimiz kahve fiyatına üst kattaki atölye odasını kullanabiliyorlar. Toplu halde seminer ve buluşmalarını yapabiliyorlar. Hali hazırda mekanda bir sergimiz var, Naz Sirmen ve Seda Çeşmebaşı imzalı; TİD’ni modern sanat ile buluşturan ‘Senin Sarın Farklı Olabilir’ sergisi. Son söz; herkesi derneğe, yani mekanımıza bekliyoruz, bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır, gelsinler pişman olmayacaklar.
Es notu niyetine: Şükela insanlarım ‘sağır’ ve ‘işitme engelli’ aynı şey demek değilmiş, ben de bu söyleşide öğrendim, ayrıca ‘duyan ve duymayan’ diye tırnakla nidalandığımız da subliminal mesajdı, anladınız siz! Meraklısına gelsin: www.demgoodcoffee.com