Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Dünyaya turistik gezi yapmaya gelmiş, kendi memleketiyle ilgisi de yan yana fotoğraf çektirmekten ibaret olanlar için bir başlangıç... Ama bir cep telefonu operatörüm bir de Kırmızıgül filmleri beni böyle mesajlara boğuyor.

New York'ta Beş Minare filminin galasına gittiğimden ve bunu twitter adresimde duyurduğumdan beri, sürekli şu soru soruluyor, “Gidelim mi gitmeyelim mi?” Ben de diyorum ki, “Ben gidin veya gitmeyin diyemem ama DVD'sini bekleyin ya da bu film sinema salonunda izlenmeli” diyebilirim. Ama bunu da demiyorum. Öncelikle şu, Türk sinemasının ilk “üst filmi”ni gerçekleştirdiği için Kırmızıgül'ü tebrik ve takdir ediyoruz. Eksikler çok fazla ama sinemaya, edebiyata sanatın her alanına yatırım yapan herkes benim için çok değerli, bu da böyle biline. Bir de bunun bir “film” olduğunu hatırlatıyorum kendime bu yazıyı yazarken, ideolojik bir eksene oturtmamak gerek diye düşünüyorum. Çünkü eğer öyle düşünmeye başlarsam işin içinden çıkamam. Her ne kadar gerçek hayattaki kişilerin sözleri birebir alınmış olsa da... Detaylarla az sonra karşınızdayım.

N'ABER HACI?

Nerede kalmıştık, şimdi kısaca filmin hikayesini anlatayım. 30 küsür yıldır Amerika'da yaşayan Hacı Gümüş (Haluk Bilginer) Türkiye'de işlenen birçok organize suçun, terör eylemlerinin azmettiricisi olarak aranmaktadır. Nedir bu suçlar? Gazeteci cinayetleri, alışveriş merkezlerine ve kamusal alanlara bombalı saldırılar, ibadethanelerde katliam gibi... Bir iddiaya göre nam-ı diğer “Deccal” olan Hacı Gümüş, FBI'ın bir operasyonu ile yakalanır ve onu teslim alıp, Türkiye'ye getirmesi için iki kafadar polis görevlendirilir ki onlar biraz sempatik, biraz acar ve biraz da akılları bulanmaya açık tiplerdir. Onlar aynı zamanda İslami cemaatlerin içine sızmış ajanlar olan bir Mahsun Kırmızıgül'dür ve bir Mustafa Sandal'dır. Ki filmde Deccal'i yakalamak için çok kararlı ve onun suçluluğundan eminken, zaman içinde kafaları bulanacak ve aslında yanlış adamın peşinde olduklarını sayıklamaya başlayacaklardır. Bakın “sayıklamak” kelimesinin altını burada bir kez daha çiziyorum. Sanmayın ki filmin etkisindeyim ben de sayıklıyorum.

Çok tekrarlanan bir başka cümle ise Hacı'nın aslında “dünyada tanıdıkları en iyi insan” olduğuydu. Öyle mi sahiden? Onu ben bilmem de bizim iki kafadarın ikna edilmeleri çok zor olmadı. Hacı cephesinde yaşanan biraz şefkat, biraz güzel söz, gözyaşı, biraz mertlik ve biraz da memleket hasreti dalgalanmaları yetti onlara. Bir gazeteci cinayetinden yola çıkıp, Hacı'nın nasıl Deccal (şeytan) olmakla suçlanırken, “dünyadaki en iyi insan” yani Deccal'in tam tersi mertebesine ulaştığını hayretle izledim. Karakter isimleri, Fırat Baran, Acar Aydın, Hacı Gümüş'ten de anlaşılacağı üzere filmin sembolizmi kör gözüm parmağına ekolünden geliyor. Öyle ki Hacı'nın bazı sözleri daha önce gazete manşetlerine de taşınmış, tamamen gerçek kişi ve olaylara dayanıyor.

Hacı'nın biricik karısı ise Amerikalı bir Hıristiyandı (Gina Gershon) ve elinde film boyunca tesbihle gezdi. “Ya sabır” çekti film boyunca ve öyle güzel oynadı ki, daha başından itibaren Gershon ile Haluk Bilginer'in karşılıklı sahnelerini beklemeye başlar olduk. Ah o “Haciii Haciii” deyişi. İçlendik, hüzünlüyüz. Bir Türk yönetmen için yerli oyuncuları oynatmak neyse de, yabancı oyuncuları oynatmak zor mudur diye düşündüm. Üstelik her biri ciddi başarılara imza atmış gerçek Holywood yıldızları.

Daha çekilmeye başlanmadan çok konuşulan New York'ta Beş Minare filmi, gösterime girmesinden sonra da çok tartışılacak. Farklı açılardan okumalar yapılacak. Terör odaklı İslami cemaatlerin suçunun “okyanus ötesi” üzerine atılıp atılmadığı, sivillere yönelik bu terör eylemlerinde azmettiricilik iddiaları mutlaka gündeme gelecektir. Mahsun'un neden konuyu bu şekilde ele aldığı, kişisel ilişkileri elbette mevzubahis olacaktır. Tıpkı benzer başka yapımlar gibi. Konularını Türkiye'nin yakın dönemininden seçen Kurtlar Vadisi serisinden farkı, Kurtlar'da sacayaklarının baştan konması ve her birinin altının iyice doldurulması, Minare'de ise, gazete okuyan ve kafası biraz komplo teorilerine açık eğitimli birinin varsayımları noktasında kalması. New York'ta Beş Minare'ye daha fazla derinlik getirilebilirdi. Elbette dünyaya turistik gezi yapmak için gelmiş, kendi memleketiyle de ilgisi en fazla yan yana fotoğraf çektirmekten ibaret olan insanlar için kafa açıcı olabilir. Mesela İslam demenin terör demek olmadığı, şeriat ve cihat demek olmadığı anlaşılabilir. Mesela tıpkı sol görüşü benimseyenler içinde de fraksiyonlara göre silahlı eylemleri savunanlar ve tam karşısında duranlar olabileceği gibi, İslam'ı radikal ve köktendinci bir usülle benimseyenlerle, daha ılımlı ve hoşgörülü yaşayanların da bulunduğu bir kez daha görülebilir. Hani gerçi biz bunları biliyoruz da umarım uluslararası dolaşıma girdiğinde bu algı yurtdışında düzelir. Kaldı ki Hacı'yı illa bir kişi ile özdeşleştirmemiz gerekmiyor, 11 Eylül sonrası Amerika ve gayrımüslim ülkelerde ortaya çıkan İslamofobi'nin personifikasyonu olarak da düşünebiliriz.

FİLM VE GALA NOTLARI

-Haluk Bilginer.

-Galada futbolcu Arda Turan vardı. Zannediyorum onun orada oluş sebebi, filmde başrolün adına duyduğu sempatiydi, zira Gina Gershon belki bin defa “Hacii, Haciii” dedi. Canım Gina.

-İlk 10 dakikadaki aksiyon sahneleri, daha önce Türk filmlerinde görmediğimiz türden. Ama Türk filmlerinde niye ısrarla patlama çatlama yapılmaya çalışılıyor ki? Hollywood'da adamlar artık galaksileri patlatıyor yani, yıldızları çarpıştırıyor filan. Türk sinemasının 100 yıllık hayal gücünde “çıt” sesi yok ki “çaaaaat” sesi olsun. İzleniyor ama değil mi? Sizin de işiniz zor. O zaman devamındaki güzel çarpışma sahnesi de gayet başarılı. Diyaloglar başta fena değilken, artık filmin sonlarına doğru, bilhassa da sonda gerçekçilikten oldukça uzaklaşıyor.

-Filmin Amerika sahnelerinin tamamının geçtiği köprüaltındaki mekan başta hoşuma gitmişti ama sonradan anladım ki, sadece o mekana izin verilmiş çekimler için. Yani tahminim bu. Ama şunu atlamayalım, Amerika'da “iş ahlakına uygun çalışılan” ve bütün sendikal izinlerin alınarak yola çıkıldığı bir film yapmak için bütün izinleri alan Mahsun Kırmızıgül Türk sineması için yine bir ilk gerçekleştirdi.

-Mahsun Kırmızıgül, 12 yıl önce oluşturmaya başladığı hikayesini biraz daha iyi kurgulayabilirdi. Bazı karakterlerin ve olayların devamlılığında sorun vardı, bazı hikayeler bağlanmamıştı bile. O ülkücü gençlere ne oldu, Timur'un olayı neydi ne oldu, polis teşkilatı çöktü mü... Of, kafam büyük karıştı. Ama en çok da merak ettiğim mesela Ali Sürmeli'yi filmin başında "EYYYY ŞEYTANLAR ŞEYTANI" diye bağırırken pek bir sevdik ama bir daha yüzünü göremedik.

-"Türkiye çok değişti. Avrupa Birliği ile görüşmelerin ardından Türkiye'de işkence ve idam bitti" cümlesi geçen bir filmde, polisi canlandıran başrolün bir adamı döverek, başka adamın kafasını su dolu küvete sokarak konuşturmaya çalışması da düşündürücü... Bari "yok" deme.

-Müzikler bir şahane ve seçilen resimler ciddi anlamda usta ellerden çıkmış, çok belli. Soundtack'i bekliyoruz.

-Fragmanda gösterilen Özgürlük Heykeli'nin gözünden yaş gelmesi sahnesi filmde yoktu. Neden yoktu? O sahne montajda neden atıldı? Bir kültür sanat editörü olarak elbette heykeller ağlamasın ama merak içindeyiz. Filmi izledikten sonra fragmanın hedef şaşırtan bir şekilde montajlandığını anlıyoruz.

-Danny Glover'e iki rekat kıldırdık, Robert Patrick'e Kürtçe konuşturduk, Gina Gershon'u elinde tespih başında yer yer örtü ve tuniğiyle gezdirdik.

-Dostluk, hoşgörü mesajları çok gözümüze sokuldu ama Türk sinemasının yeni anlayışı "göze sokmak" üzerine kurulu. Bu Antalya'da en iyi olmak için yarışan, olan filmlerde de vardı.

-Simultane ayet tercümeleri vardı filmde, bundan Cübbeli Ahmet Hoca'yı sorumlu tutuyorum. İkinci yeni modamız da bu herhalde.

-Mustafa Sandal'ın oyunculuğu gayet sade ve iyi. Neden? Çünkü bir karakter yaratma kaygısına düşmemiş.

-Canım Hacı'nın, neden bu kadar yıl memlekete gelmedin sorusuna verdiği yanıt ilginçti, "Durgun suları bulandırmamak için." Ben bu lafı bir yerden hatırlıyorum.

-Hiç ummadığınız bir final sizi bekliyor.

-Mahsun Kırmızıgül'ün Beyaz Melek ve Güneş'i Gördüm'den sonra bir üçüncü yapım ile karşımızda. Arkadaşlar, iddialı bir film çekmek öyle kolay bir iş değil, bol keseden uydurmayalım. Yiğide çeşitli eleştiriler getirelim de hakkını yemeyelim.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar