Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        bcguzelce@haberturk.com

        Eğer 30 milyon dolarınız varsa uzay turisti olarak bir NASA aracına atlar, Neil Armstrong’un Ay’ın yüzeyinde duran ayakizlerini görür, dünyaya şöyle bir uzaktan bakar ve geri dönersiniz. Bu andan itibaren tarihe geçersiniz ama hala ışığın içinde uçuşan toz zerreciklerinden bile daha farkedilmezsiniz. Üstelik bu, ölü bir yıldızın atıklarından meydana geldiğimiz gerçeğini de değiştirmez. Ölçek milyonlarca ışık yılı genişliğindeki evren olunca, yapacağınız en büyük eylem dünyayı ele geçirmek olsa bile, hala çok sıradan, çok sıkıcısınız. Büyük resim neymiş görmeye hazırsanız, egonuzu üzerinizden çıkarıp bir kenara koymaya da hazırsınız demektir. Çünkü evrenin sınırına yapılan yolculukta fazladan hiçbir ağırlığa yer yok. Egonuz dahil.

        Dünyamız, onlarca öfkeli gezegen, patlamak için gün sayan yıldızlar, kibirli meteorlar, başıboş asteroidler arasında korunmasız, açıkta ve küçücük duruyor. Şu an burada olmamız, birkaç milyar yıldır burada böyle durmamız evrenin bize kıyağı, başka birşey değil. Bunu ister Secret’la, ister ilahi güçlerle açıklayın, durum değişmiyor. Fani dünya evren hakkında bilgimiz arttıkça artık daha da fani. Nasa ve National Geographic’in birlikte hazırladığı “Evrenin Sınırına Yolculuk (Journey To the Edge Of the Universe)” belgeseli, dünyanın ve evrenin varoluşuna dair akla gelen soruların çoğunu yanıtlıyor. Uzay sondaları, uzay teleskopları ve uzay araçlarının çektiği görüntüler ile üç boyutlu animasyon teknolojisi birleştiren belgesel, bizi dünyanın dışına çıkıp, uzaydan kendimize yer bakmaya davet ediyor.

        ÖNEMSİZ BİR YILDIZ ETRAFINDA DÖNEN, MİNİCİK BİR GEZEGENDEYİZ, ABARTMAYALIM!

        Bilimadamlarının yaptığı basit bir denkleme göre, sadece Samanyolu galaksisinde milyonlarca yaşam belirtisi ve uygarlık olmalı. Milyarlarca yıldız ve bu yıldızların etrafında farklımesafelerde gezegenler var. Bu gezegenlerin bir kısmıilla ki dünya gibi canlı yaşamına elverişli koşullara sahip. Işık ve ısıyı yıldızlar sağladıktan sonra geriye kalan tek yaşam kaynağı olan suyu, uzayın buzul derinliklerinden kopup gelen ve içleri erimeyi bekleyen buzla dolu asteroidler taşıyor. Tahmin edilen o ki, dünyaya da bu asteroidlerden biri ilk çarptığında dinozorların yaşaması için gerekli ortam oluşmuştu. Ama asteroidleri bilirsiniz. Onlar hem iyi niyetli hem de sakardır. Zira ikinci büyük asteroid dünyaya çarptığında dinozorlar bir daha geri dönmemek üzere yok oldu.

        Evren öyle büyük ve kalabalık ki, evimiz olan dünya, önemsiz bir yıldızın etrafında kendi kendine dönen, çapsız denebilecek kadar küçük bir gezegen. Şu anda yok olsak kimse farketmez. Çünkübu hem Samanyolu’nun hem de diğer galaksilerin çok alışık olduğu bir durum. Öyle bir an gelebilir ki, bütün galaksi bile patlayabilir. Evrenin Sınırına Yolculuk belgeselinden anlaşıldığı üzere, söz konusu ölçek evren olduğunda, bizim bir ağaç kovuğundaki karıncalardan ya da sazlıklarda uçuşan sineklerden farkımız yok. Siz karıncayı incitmiyor olabilirsiniz ama evrende zamanı dolan her varlık yeniden doğmak üzere yok oluyor. Üstelik bu örnekteki karınca dünya değil, Samanyolu galaksisi. İşte bu yüzden egonuzu bir kenara bırakın dedim. Daha mutlu olmak, daha zengin olmak, birisine acı çektirmek, birisinin yasını tutmak ya da aşk acısı çekmek o evrenin gerçeği ile o kadar zıt ki. Bunu ancak bu belgeseli izlediğinizde tam olarak kavrayabiliyorsunuz. Belgesel süresince önce Samanyolu galaksisi ardından da 12 milyar ışık yılı uzaktaki evrenin sınırına kadar birçok gezegen anlatılıyor ve görüntüleniyor. Ortaya çıkan sonuç, yaşayacak gezegen çok ama oralara ulaşacak teknolojiye henüz sahip değiliz. Hatta bu yolculuğu hayal ettiğimizde, ilkel bile sayılırız. İşte o canım gezegenlerden birkaçı...

        Venüs

        Burada aşk meşk yok, olamaz

        Aşk tanrıçasıVenüs’ten adınıalan gezegenin boyu ve yerçekimi dünyanın aynı. Venüz Ekspres Uzay sondasıile görüntüleniyor. Atmosferi karbondioksit bulutlarıile dolu yani Venüs’te bizim bildiğimiz anlamda hayat yok. Üzerinde dünya büyüklüğünde bir volkan var ve gezegen tam olarak küresel ısınmanın çıldırmış halini yansıtıyor.

        Merkür

        Acıların gezegeni

        Merkür, Samanyolu’nun da en çok acıçekeni aynızamanda. Geceleri eksi 170 derece soğuk olurken, gündüzsıcaklığı 400 dereceyi buluyor. Tek suçu güneşe en yakın gezegen olması. Defalarca pişmiş ve donmuş Merkür, artık olduğu yerde dönen bir kaya kütlesi. Messenger Uzay Sondası bize Merkür’den haberler veriyor.

        Güneş

        Sığ, basit bir yıldız

        Her yıldız, kendi hikayesini anlatan bir kitap. Yıldızları inceleyerek evrenin sırlarına vakıf olabiliyoruz. Yıldızlar patladığında, yeşil (Hidrojen), mor (Helyum), Kırmızı(Nitrojen) ve mavi(Oksijen) açığa çıkıyor. Bu gaz ve toz bulutu halinde asteroidlerle birleşip bir gezegeni meydana getiriyor. Yani bizler ölü yıldızların nükleer atıklarından meydana geldik. Bu nedenle de soyağacımız burada başlıyor. Bizi en çok ilgilendiren yıldız, Güneş’tir. Sadece dünyada değil, evrende de yaşam güneşlerle başlar ve onlarla biter. Dünyadan 150 milyon kilometre yani uçakla 20 yıllık bir yolculuğun sonunda güneşe varılıyor. İçine bir milyon dünya sığar. Öyle ağır ki, bütün güneş sistemini çekip çeviriyor. Üstü 5000 derece sıcaklıktaki lav akıntıları ile örtülü. Şu an hala “nefes alan” güneş öldüğünde, dünya da son bulacak. Yine de tüm evren düşünüldüğünde güneş, önemsiz, basit bir yıldız sadece.

        Mars

        Erkekler de kadınlar da Mars’a marş marş!

        Bir teoriye göre, dünya bir asteroidin çarpmasısonucu Mars’tan koptu. Azımsanmayacak ölçüde destek gören bu teori doğruysa hepimiz Marslıyız, yapacak birşey yok. Bugün dev bir fosil olan Mars yüzetinde dünyada gelmiş geçmiş kasırgalardan bilr daha büyükleri dolaşıyor. Rüzgar varsa hava da var demektir. Ama bu hava solunamayacak kadar seyrek ve karbondioksitle dolu. Sıcaklık eksi 80 dereceye kadar düşebiliyor ve üstelik gezegenin dışında güneşin morötesi ışınlarından koruyacak bir katman da yok. Ama kutuplarda ve okyanusun binlerce metre derinliklerinde bile sessiz ve gizli bir yaşam sürüyor. Bir yerde yaşam bir kere olduysa, bir yolunu bulur ve devam eder. Kimbilir, Mars üzerinde, Everest’in üç katı yüksekliğinde ve İspanya büyüklüğündeki volkan aktif hale geçerse, yeraltındaki buzları eritebilir, mineral ve gıda zinciri yeniden harekete geçebilir ve yaşam başlar. Son bir detay daha, Mars öyle büyük bir gezegen ki, üzerindeki derin yarıklarla karşılaştırıldığında Büyük Kanyon kaldırım taşındaki çatlak gibi kalıyor.

        Jüpiter

        300 yıl esen rüzgar

        GüneşSistemi’ndeki en büyük fırtına burada ve dünyanınüç katıbüyüklüğünde. Üstelik 300 yıldır da esiyor. Belgesel sırasında bu fırtınanın ve çekimine kapılan asteroidlerin sesini dinleyebiliyorsunuz.

        Europa

        Buz gezegen

        Dünyadan 650 milyon kilometre uzakta. Üzeri tamamen buzla kaplı. Kimbilir bu buz tabakasıeridiğinde belki de altından çok çeşitli bir yaşam çıkacak.

        Titan

        Petrol rezervlerimizin 100 katı burada!

        Dünyaya çok benziyor. Atmosferi, gölleri, nehirler, mevsimleri var. Dünya petrol rezervlerinin 100 katından daha fazlasına sahip. Toprağında organik kalıntılara rastlanıyor. Sıcaklık eksi 180 dereceyi buluyor. Ama güneşin patlayacağı ve çevresini daha çok ısıtacağı biliniyor. Belki o zaman yeni gezegenimiz, dünyadan 1 milyar kilometre uzaklıktaki Titan’dır.

        Gliese 581

        Benim yeni gezegenim

        Voyager 1 uzay gemisi, mermiden 20 kat daha hızlıhareket ederek uzayıbelgeliyor. Üzerindeki altın plakada dünya haritası ve içerisinde farklı dillerde “Dünya çocuklarından merhaba” mesajı yer alıyor. Kimbilir dost veya düşman olan birileri belki bu mesajı bir gün alır. İşte Voyager 1’in belgelediği bir başka gezegen, henüz adı konmamasına rağmen çok şaşırtıcı. Glise 581 adlı yıldızın yörüngesinde, ona ideal uzaklıkta, ideal büyüklükte. Suyu ve karaları var. Eğer bir kuyruklu yıldız ona çarpıp canlı organizmaları taşırsa, yeni bir uygarlık burada yeşerebilir.

        Alec Baldwin seslendirdi

        Yaver Abbas’ın yönettiği Journey To the Edge of the Universe belgeselini Alec Baldwin seslendirdi. Türkiye’de henüz piyasada bulunmayan filmi, internet üzerinden sipariş etmek mümkün. Birbuçuk saatlik belgesel, National Geographic editörleri ve NASA mühendislerinin işbirliği ile hazırlandı ve üç boyutlu görüntüler ile gerçek fotoğraflar, videolar birleştirilerek 2008’de tamamlandı.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar