Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Herşey Avustralya’da başladı. Bir Woolworth mağazasında boşalan tuvalet kağıdı raflarında kalan son rulo paketi için kadınlar dövüştü. Arkası çorap söküğü gibi geldi, dünyanın dört bir yanında koronavirüse karşı tuvalet kağıdı stoklama uğruna silahlı soygundan, karakolluk kavgalara nice olay yaşandı. Asya’dan Amerika, Avrupa ve Avustralya’ya kıtalararası öyle bir tuvalet kağıdı yağması oldu ki, Hollanda Başbakanı Rutte Lahey’de bir süpermarketi ziyareti sırasında bizzat kameralar önünde millete güvence vermek zorunda kaldı; “Kimse merak etmesin, 10 yıl yetecek kadar tuvalet kağıdımız mevcuttur” dedi.

        Yeryüzünde öyle bir kıtlık olmadığı halde psikolojik arızaya dönüşen tuvalet kağıdı paniği sosyal medyada gırgır konusu oldu. Hatta medyada da; Avustralya’da Rupert Murdoch’un bir gazetesi tuvalet kağıdı olarak kullanılmak üzere mini desenli boş sayfalar bastı.

        Aslında Avustralya’da herşey o dövüşten önce başlamıştı. Haide Janetzki adlı bir kadın online alışverişte 48 rulo yerine 48 koli tuvalet kağıdı siparişi verince 3 bin 264 doları gitmiş; kızının eğitim masrafını karşılamak için bunları satışa çıkarmıştı. Şubat başındaki bu olayın ardından da satış kısıtlamaları başladı zaten.

        Geçen ay Hong Kong’da bıçaklı bir çete 218 dolar değerinde 600 ruloyu gasp etti, muhtemelen karaborsada satmak için. Japonya’da rulo satışları kişi başına bir paketle sınırlandırıldı. ABD’de rulosu 10 dolara varan fahiş fiyatlar yüzünden tüketici ofislerine şikayet yağıyor. Almanya’da Mannheim ve Bremen’de meydana gelen çok taze iki süpermarket vakasında yumruklar konuştu, alnına diz darbesi yiyen bir satış elemanı hastanelik, saldırgan karakolluk oldu, bir kadına ev hapsi verildi, kocasına soruşturma açıldı. Nürnberg’de de bir okuldan 600 rulo tuvalet kağıdıyla 20 litre sıvı sabun çalındı.

        İyi şeyler de oldu. Liglere ara verilince evde izolasyona çekilen futbolcular arasında tuvalet kağıdı sektirme challenge’ı başladı.

        İnsanın felaket ortamında yaşamsal madde olarak tuvalet kağıdına neden ihtiyaç duyabileceğini tasavvur etmek kolay değil. Tamamen mantıksız bir panik, ancak kimi ülkelerde sosyal medyadaki dezenformasyon dalgası bu paniği körükleyen etken oldu. Sözde tuvalet kağıtlarıyla maskelerin hammaddesi aynıydı ve hepsinin kaynağı Çin’de bulunuyordu. Dünya bir gün bunlardan mahrum kalabilirdi.

        “PANİĞİN KENDİ MANTIK SİLSİLESİ VARDIR”

        Bu furyada geçerli bir mantık aranırken Slovenyalı felsefeci ve sosyolog Slavoj Zizek koronavirüs günleriyle komünist rejim dönemi arasında paralellik kurarak iklimi analiz ediyor. Şöyle yazıyor:

        “Ölümcül bir pandemide bütün mesele yeterli tuvalet kağıdına sahip olmakmış gibi hücumda bulunmak akıl dışı. Medya sürekli aynı formülü tekrarlıyor: Panik yok! Ancak paniğin kendine özgü bir mantık silsilesi vardır. Gençliğimde Yugoslavya’da örnek bir vaka yaşanmıştı. Tuvalet kağıdında yeterli stok bulunmadığına dair bir dedikodu yayılmıştı. Devlet stokların yeterli olduğunu açıkladı. Nitekim doğruydu da ve halkın büyük çoğunluğu buna inandı. Ancak ortalama tüketici şöyle düşündü: ‘Yeterli tuvalet kağıdı var tamam, söylentiler asılsız – ama ya bazıları bu dedikoduları ciddiye alıp paniğe kapılırsa, tuvalet kağıtlarına hücum edip kıtlığa yol açarsa! En iyisi ben gidip hepsini alayım.’ Mesele herkesin birden dedikodulara inanması değil, buna inanacak birilerinin olduğunu düşünmesi. Bugünkü efekt de aynı. Neticede raflarda tuvalet kağıdı kalmadı.”

        “BELKİ TUVALET EĞİTİMİNDE YENİ ÇAĞ AÇILIR”

        Alman medyası da tuvalet kağıdı paniğini her yönüyle inceliyor. Örneğin proktoloji uzmanı Klaus-Peter Ulrich’ten görüş almış Die Welt. Rektum ve makat hastalıklarına bakan bu hekim, kağıt paniğine iyi tarafından bakıyor, diyor ki; “Bu davranışın temelinde yatan psikolojiyi anlayamadım ama bir proktolog olarak kağıt kıtlığını bir şans olarak görüyorum. Böylece Avrupa tuvalet eğitimini revize eder ve temizliğin kağıttan daha iyi yolları bulunduğunu öğrenir…”

        Kağıdın egzamaya yol açmak gibi bazı risklerini uzun uzadıya anlattıktan sonra, “En iyi yol suyla temizleyip fönle kurutmaktır” diyor. Burada verdiği fönlü örnek, Japonların öncülük ettiği tuvalet modelleri. “Japonya’da evlerin yüzde 70’inde mini duş ve fön entegre edilmiş klozetler var. Avrupa’da ise bu mesele bir tabu. Oysa bu yolla hem paradan tasarruf edilir, hem de daha çevre dostu bir davranış olur. Tuvalet kağıdı üretiminde kullanılan su miktarı çok çok daha fazla” diyor.

        MUSKA NİYETİNE MASKE KULLANMAK!

        CNN Int’e konuşan psikologlara göre insanlar, tuvalet kağıdı istifleyerek koronavirüse karşı kontrolü ele geçirdiğine inanıyor. Aynı durum, hekimler sağlıklı bireylerde kesinlikle gereksiz olduğunu açıkladığı halde patiska parçasından hallice maskelerle sokaklarda dolaşanlar için de geçerli.

        Hatta ABD Halk Sağlığı Hizmetleri Başkanı Jerome Adams Twitter’dan kapital harf kullanarak “STOP BUYING MASKS” diye milleti uyardı. Adam “artık maske almayın” dedi çünkü maske sadece enfekte olanların çevresini koruma amaçlı, daha üst profesyonel modellerin ise kullanım pratiği eksik ve bunlara esas ihtiyaç duyan sağlık çalışanlarını o maskelere erişimden mahrum bırakıyor. Sağlık çalışanları sadece Türkiye’de değil ABD’den Almanya’ya birçok ülkede maske sıkıntısından şikayetçi.

        Bu davranışlar dünyanın her yerinde bir nevi batıl itikat olarak hüküm sürüyor. İnsanoğlu kendini savunmasız hissettiği stres ortamında virüse karşı adeta muska gibi bazı nesnelere sarılıyor; tuvalet kağıdı, cerrahi eldiven ve maske dahil. Oysa ihtiyacımız olan tek şey sabun ve diğer hijyen sağlayıcı maddeler. Gerisi malum; evde izolasyon sokakta sosyal mesafe vs.

        Maske ve eldiven batıl itikat ama bu iş, başa bela gelmesin diye tahtaya vurmaya benzemiyor. Kriz anında psikolojik savunma korkuyu azaltsa da aynı zamanda gerçeği inkar anlamına da geliyor; maskelere saldırarak başkalarının ölümü anlamına gelebilecek bir inkar.

        2016’da Batı Afrika’daki Ebola salgınında enfekte olanlar arasındaki ölüm oranı yüzde 50’yi bulmuştu. Müthiş bir dehşetti. Gana’da yapılan bir araştırmaya göre halkın büyük çoğunluğu bulaşıya karşı ne yapması gerektiğini biliyordu. Hastalık vücut sıvılarından geçiyordu, eller iyice sabunlanarak yıkanacak ve cenazeler Dünya Sağlık Örgütü talimatına göre defnedilecekti. Halk bunları biliyordu ama “sıcak tuzlu banyo” söylentisi yayılmıştı bir kere. Hekimler yapmayın dediği halde çoğunluk sıcak tuzlu banyolara devam etti.

        Sadece pandemi değil savaş korkusu da batıl itikadı körüklüyor. 1991’deki Körfez Savaşı sırasında Irak’ın Scud saldırıları altında yaşayan İsrail’de bir araştırma yapılmış. Daha tehlikeli menzilde bulunan Tel Aviv ile görece güvenli Kudüs’te deneklere sormuşlar: “Füze saldırısı sırasında Saddam’ın fotoğrafını mı yırtarsınız, yoksa sağ adımla güvenli bir odaya mı girersiniz?” Tehlikeli bölgede bu irrasyonel davranışlardan birine “evet” diyenlerin oranı daha güvende olanlara oranla yüzde 36 fazla çıkmış. Tehlike altında sanal kontrol refleksi, hepimizin başına gelebilir.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar