Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar pınar erbaş yazıları

        Blakey Vermeule, “Edebi Karakterlere Neden Önem Veririz?” adlı kitabında 18. yüzyıldan bu yana edebi karakterlerin yayılmak, insanlara ortak hikâyeler vermek, kişisel ve ortak değerler hakkındaki tartışmaları desteklemek için çok büyük bir güce sahip olduğunu söylüyor. Bunun iyi örneklerinden biri şüphesiz kült masallar. Hani sözüm ona sadece çocuklar için yazılmış gibi görünen Pamuk Prenses, Oz Büyücüsü, Sindirella’dan bahsediyorum. Kurgu hepsinde farklı olsa da ortak noktaları iyilik ve kötülük kavramlarını en temel ve keskin bir şekilde bize sunmaları.

        İyi hep iyi, kötü hep kötü. Toplumsal değerlerle yeni yeni tanışan küçücük bireyleri bu öğretilerle hazırlıyoruz hayata. Ancak bir sıkıntı var; kötü niye kötü ya da iyi niye o kadar iyi, genelde pek ipucuna rastlanmaz. Zavallı Sindirella her zaman o kadar yardımsever, sevgi dolu ve alçakgönüllüdür ki... Ablalarıysa malumunuz tam tersi, dünyaya başkalarının gözünü oymak için gelmiş cinsten... Fakat işin sonunda Sindirella’mız kazanır. Mutlu son onun hakkıdır. Zafer iyilerindir. Uzun yıllar da bu kalıp hiç bozulmadan devam etti. Yine Vermeule’nin kitabında bu bozulmayan zincire bir gönderme var: “Edebi karakterler alışılmadık bir kalıcılık gücüyle donatılmışlardır” diyor. Haksız sayılmaz.

        Charles Lutwidge Dodgson’ın ünlü kurgu romanı Alis Harikalar Diyarında’yı ortaya çıktığı 1865 yılında eline alan bir çocukla, hikâyeyle bugün tanışan bir çocuk muhtemelen benzer heyecanı ve beğeniyi paylaşıyordur. Çünkü zamansızlar. Zaten hâlâ geçerliliği olmasa film şirketleri o kült masalları 2-3 yılda bir yeniden uyarlayarak karşımıza çıkarır mıydı?

        KÖTÜLERE İADE-İ İTİBAR

        Vermeule’nin edebi karakterlere dair söylediği ilginç bir ayrıntı daha var: “Bir eserdeki küçük karakterler birkaç yüzyıl sonraki yazarlar tarafından canlandırılarak, bir sonraki eserde bir yıldıza dönüşebilirler.” İşte geldik esas meseleye. Bir eseri edebi yapan en büyük unsurlardan biri de bu değil midir zaten? Her karakter kendi içinde öyle güçlü ve tutarlıdır ki, yan karakterleri alıp başrole rahatlıkla çıkarabilirsiniz. Buna bir nevi iade-i itibar da denebilir. Bakın son örneği “Malefiz”; nam-ı diğer Uyuyan Güzel’in kötü perisi, kudretli ve huzur içinde yaşayan bir krallığın ilk meyvesi küçük prensesi daha minicikken lanetler. Buna göre kız, 16. yaş gününde eline bir çıkrık iğnesinin batması sonucu sonsuz bir uykuya dalacaktır. Onu bu derin uykudan uyandırabilecek tek şey ise gerçek aşkın öpücüğüdür.

        Malefiz sahneye bir tek kötülük yapmak için çıkar. Peki ama neden? Durduk yere niye birilerinin canını yakmak için uğraştığına dair hikâyede pek bir ipuca rastlamayız. Oysa hiçbir kötülük nedensiz değildir... Bakın, bu masalın insanlıkla buluşma tarihi 1959. Geçtiğimiz hafta Disney uyarlaması ‘Malefiz’ adlı film gösterime girdi. “Uyuyan Güzel’i hepiniz bilirsiniz ama bakalım hikâyeyi size doğru anlatmışlar mı” diye başlıyor. Ve biz tüm olan biteni sözüm ona tek görevi lanet yağdırmak olan kötü cadı Malefiz’in gözünden izliyoruz. Perde, periler diyarında yaşayan Malefiz’in mutlulukla dolu çocukluk dönemine açılıyor. Onun esasında ne kadar iyi yürekli bir peri olduğunu görüyoruz. Ve pek tabii öyle bir anda ‘karanlık taraf’a geçmiyor. Buna sebep olan dünyadaki kötülük, insanların bencilliği, altı boş hırsları ve açgözlülüğü...

        MALEFİZ’E HAK VERMEMEK ELDE Mİ?

        Böyle anlatınca da çok klişe gibi durabilir. Oysa film şahane detaylar ve sürprizlerle dolu. Filmin büyüsünü kaçırmamak adına şu kadarını söyleyeyim; ihanete uğramış, kalbi kırık, acılar içinde bırakılmışken kimin içinden iyilik yapmak gelir ki? Günün sonunda Malefiz’e hak vermemek elde değil. Zaten tam olarak kötü olabilmeyi de hiçbir zaman başaramıyor. Nasıl ki bundan 2 yıl önce vizyona giren Pamuk Prenses’in maceralarında Julia Roberts’ın canlandırdığı kötü kalpli kraliçeyi izlerken “Yok yahu, tatlı kadın” dediysek, şimdi de özellikle Oscar’lı yönetmen Robert Stromberg’in etkisiyle kusursuz bir güzellikle karşımıza çıkan Angelina Jolie’nin Malefiz’ini de bağrımıza basmak istiyoruz.

        ‘Kötüyü iyileştirmek masum bir şeytan yaratmak gibi’

        Peki ne oldu da biz bu kötü karakterlerin derdine düştük, onları aklamaya çalışıyoruz? Psikiyatr Nevzat Tarhan bu durumun günümüzde iyi-kötü kavramlarının birbirine karışmasıyla alakalı olduğunu savunuyor. “Kötüyle iyinin bu derece karışması her zaman ilgi çekicidir. Kötüye iyilik sureti veriyorsunuz.” İşin bir de düşünsel boyutu var. “Beyindeki ödül-ceza sistemini harekete geçiren haz merkezidir” diyor Tarhan. “O da beklenmedik ödüllerle harekete geçer. Örnekse; her ay düzenli yatan maaşla değil, ummadığımız bir zamanda elimize geçen parayla mutlu oluruz. Kötünün iyilik yapması da beklenmeyen bir durum, dolayısıyla ilgi çekiyor. Hayal endüstrisi için iyi malzeme.” Tarhan, rollerin değişmesini pek olumlu karşılamıyor. “Kavramları kirleten bir durum. Kötüye iyilik kılıfı giydirmek bir nevi masum gözüken bir şeytan yaratmak gibi oluyor. Ki en tehlikelisi, kötünün en üst derecesidir. Sizi öyle bir aldatır ki, farkında bile olmazsınız. Bu yüzden en azından masallarda iyiyi tam iyi, kötüyü tam kötü yapmakta fayda var” diyor. Demek bu tür filmlere 7 yaş sınırı getirmeleri boşuna değilmiş. Bu anlamda çocukların kafasını yok yere karıştırmak belli ki istenmiyor. Tarhan’a göre bu durumun yetişkinler üzerinde de sıkıntı yaratabilecek etkileri var. Bu durumu, “Kötüye empati yapmak, onu içselleştirmek, haklı çıkarmak toplumdaki kötülük algısını bozar. Bu sefer dostunu düşmanını karıştırmaya başlarsın” diye açıklıyor. Ama kötünün çekici bir tarafı olduğunu da kabul ediyor. “İyilik yapıcı kötülük yıkıcıdır. Kimse bir binanın yapımını izlemekten zevk almaz, ama yıkımına herkes bakar. Sıra dışı olan her zaman ilgi çeker.”

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa