Ünlü işadamı başarının sırrını açıkladı!
Bülent Eczacıbaşı: Dünya çok yetenekli, çok akıllı, çok iyi eğitim almış, ama bir baltaya sap olamamış insanlarla dolu"
Dilek BİRGEN/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR
Eczacıbaşı Holding ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, 14. İstanbul Bienali’nin kapılarını önce HT Pazar’a açtı. Bugün başlayan ve 1 Kasım’a kadar sürecek olan bienalin öncesini ve sonrasını, sanata olan aşkını ve başarının sırlarını anlattı
İstanbul sanat hayatına o yön veriyor” desem hiç de abartmış olmam. Zira İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) ve İstanbul Modern ile yıllardır sayısız etkinliğe imzasını atıyor. Evet, Bülent Eczacıbaşı ülkemizin önde gelen işadamlarından ancak İstanbul Modern Sanat Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı, İKSV Yönetim Kurulu Başkanı olarak sanata verdiği destekle sanatseverlerin kalbinde taht kuruyor. Yıl boyu süren, Film Festivali, Tiyatro Festivali, Müzik Festivali ve Caz Festivali’nin ardından bugünlerde bütün zamanını 14. İstanbul Bienali’ne ayırıyor. 1988’de ilkinde 40 bin kişiyi ağırladıkları bienalde 2013’te 340 bin kişiye ulaştılar, bu yıl ise 500 bin kişiyi bekliyorlar. Bülent Eczacıbaşı bienalden önce HT Pazar’ı ağırladı, sorularımızı cevapladı.
‘BABAM SALONDA NE ÇALARSA ONU DİNLERDİK’
Sanatla iç içe büyüdünüz. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Sanat tutkusu olan, her türlü sanat etkinliğini izleme geleneğine sahip bir ailede yetiştim. Ailemizde tek sanatçı ise Türkiye’nin önde gelen fotoğrafçılarından olan Şakir Eczacıbaşı idi.
Ailenizdeki sanat tutkusunun kaynağı babanız olabilir mi?
Hem babam Nejat Eczacıbaşı hem de annem Beyhan Eczacıbaşı sanata yakın insanlardı. Babamın sanat dalları arasında en fazla merak duyduğu alan müzikti. Gençliğinde keman çalmış, bırakmış. Evimizde müzik hiç eksik olmazdı. Asıl merakı klasik Batı müziği olmakla beraber müziğin her çeşidini tanımaya ve anlamaya çalışırdı. O zamanlar müzik henüz kişiselleşmemişti, babam evin salonundaki koca müzik dolabında ne çalarsa hepimiz onu dinlerdik. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın İstanbul Müzik Festivali ile başlamış olması tesadüf değildir. Müziğe olan merakımı babamdan, edebiyata olan merakımı ise annemden aldığımı söyleyebilirim. Annemin yayımlanmış bir hikâye kitabı ve çevirileri vardı.
Babanız sanatla alakalı hayallerini gerçekleştirebildi mi?
İKSV’nin ve İstanbul Modern’in geldiği noktaya bakınca bu hayallerin bir bakıma gerçekleşmiş olduğunu görüyorum. Ama onun hayallerinin ve projelerinin sonu yoktu.
Nasıl?
Örneğin; İstanbul’u dünya standartlarında bir konser salonuna kavuşturmak bu projelerden biriydi! n Hâlâ bu büyük bir eksik... Evet! Hâlâ bu eksikliği yaşıyoruz. Onun dışında, genç yetenekleri araştıran ve eğiten bir anlayışa, sisteme sahip değiliz. Babam; pek çok dünya ölçülerinde yetenek sahibi genç insanımızın keşfedilmeden ziyan olup gittiğini düşünürdü. Bunun çareleri üzerinde çalışırdı.
Size bu konuda vasiyeti oldu mu?
Net ve açık bir vasiyeti olmadı, ancak babamız tarafından başlatılmış olan sanat kurumlarının sürdürülmesini bir anlamda vasiyeti olarak görürüz. İstanbul’a bir modern sanat müzesi kazandırma çalışmaları onun tarafından başlatılmıştı, ancak İstanbul Modern’in hayata geçmesi onun vefatından 11 yıl sonra gerçekleşti. İKSV’ye olan desteğimizi ve Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı’nın sanata ve sanatçılara yönelik verdiği desteği o başlattı.
İKSV olarak Türkiye’de sanata büyük hizmet ediyorsunuz...
İKSV, kuruluşundan bu yana birçok konuda öncü görevi üstlenmiş bir kurum. Uzun yıllardır kültürsanat alanında faaliyet gösteriyor. Türkiye için bir ilk. Temel amaçları arasında İstanbul’u dünya kültürsanat başkentlerinden biri olarak konumlamak ve dünyanın dört bir yanındaki değerler arasında bağ kurmak var. Pek çok yeniliği ve ilki art arda gerçekleştirdi. Her şeyiyle özgün bir kurum.
Getirdiğiniz ilkler saymakla bitmez...
Yakın zamanda gerçekleştirdiği ilklere örnek vermek gerekirse, 2012’de başlattığımız İstanbul Tasarım Bienali, çok kısa bir süre içerisinde dünyanın önde gelen uluslararası tasarım etkinlikleri arasında sayılmaya başlandı. 2013’te İKSV’nin girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla dünyanın en önemli güncel sanat ve mimarlık etkinlikleri arasında sayılan Venedik Bienali’nde ilk kez bir mekâna sahip olması da önemli. Böylece, 2014’te Türkiye Pavyonu ilk kez Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde uzun süre yer aldı. Ayrıca 2009’da İKSV tarafından düzenlenen “Fransa’da Türkiye Mevsimi” vesilesiyle, Paris’in en köklü sanat kurumlarından Cité Internationale des Arts’ta 20 yıllığına kiraladığımız Türkiye Sanatçı Atölyesi’nde de 2029’a kadar sanatçılara Paris’te çalışma imkânı sunmaya devam ediyoruz. Türkiye’den sanatçılar ilk kez İKSV’nin girişimiyle Cité des Arts’tan faydalanma imkânı buldu.
Peki bundan sonra...
Bundan sonra da her zaman İstanbul’un kültür ve sanat yaşamını zenginleştirebileceğimiz yeni çalışma alanlarına eğilmeyi amaçlıyoruz.
Ülkemizde kültür ve sanata yeteri kadar destek veriliyor mu?
Son yıllarda bu konunun giderek daha çok gündeme geldiğini görüyoruz. İçinde bulunduğumuz koşullara göre aslında bu bile olumlu bir gelişme. Halihazırda belirli devlet destekleri ve özel sektörün kültür-sanata desteğini teşvik eden bazı düzenlemeler var. Ancak bunlar her zaman geliştirilebilir. Dünya çapındaki örnekleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’de yerel ve merkezi yönetimin kültürsanata yeterli katkıda bulunmadığını görüyoruz. Özellikle büyük altyapı eksiklerimiz var. Konser salonu yok, yeni yapılan salonlar da kültür ve sanat faaliyetleri düşünülerek inşa edilmiyor, kongre salonu olarak, farklı amaçlara hizmet edecek şekilde yapılıyor. Bu da orada kültür-sanat etkinliklerinin kalitesini etkiliyor.
Toplumunda sanata olan duyarlılığı artırmak için neler yapmak gerekir?
İKSV’nin amaçlarından biri de bu. Bu konunun hem devlet hem de özel kurumlar nezdinde öncelikler arasına taşınması gerekiyor. Örneğin, kültür endüstrisinin de ekonomideki büyüme hedefinden payını alması gerek. Daha çok kitap okuyan, daha çok sergi gezen, konsere giden ve sanatsal-kültürel faaliyette bulunan bir toplumun, her türlü hedefe daha rahat ve çabuk ulaşacağını unutmamak gerekir.
'TUZLU SU ŞEHRE YAYILACAK'
İKSV tarafından 14’üncüsü düzenlenen İstanbul Bienali dün başladı ve 1 Kasım’a kadar sürecek. 2 ay boyunca neler göreceğiz?
Bu bienal; güncel sanat dünyasının en etkili ve önemli isimleri arasında sayılan, Carolyn Christov-Bakargiev tarafından hazırlandı. 2012’deki; DOCUMENTA (13) sergisi ile büyük övgü toplamıştı. Kendisi akademisyen, yazar ve araştırmacıdır.
Neden “Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori” başlıkları kullanılıyor?
Carolyn Christov-Bakargiev; bienalin merkezine, İstanbul’u ve Boğaz’ı yerleştirerek “Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori” başlığına karar verdi. Şöyle bir bilgi paylaşmak istiyorum; İstanbul Bienalleri’nin başlıkları küratörleri tarafından belirleniyor. 2011’de 12. İstanbul Bienali’nin küratörleri Adriano Pedrosa ve Jens Hoffmann bienalin başlığını “İsimsiz” olarak belirlemişti. 14. Bienal için de bir yıllık araştırma sürecinin ardından bu başlık kullanıldı. Adından da anlaşılacağı gibi İstanbul’u çevreleyen sudan esinlendi ve suyu merkezine alarak tüm şehre yayılacak.
Teması ve konusuyla nasıl bir farkı var bu kez bienalin?
“Tarihinin en yaygın bienali” diyebiliriz bu bienale. Bir diğer özelliği de sanatçıların İstanbul’a özel olarak ürettiği yapıtların, okyanus bilim, tarih, çevre araştırmaları, deniz arkeolojisi, Art Nouveau, nörobilim, fizik, matematik ve teosofi gibi alanlardan alınmış malzemelerle bir arada yer alması. Bu bienal, düşünce biçimlerine, dalgalara, düğümlere, çizgilere ve bunların güncel sanatla, tarihle, bilimle ve insanlıkla ilişkisine odaklanıyor. Büyük bir romanın farklı parçalarını bir araya getirir gibi bir araya getiriyor. Kentin yapısını, suyla ilişkisini, tarihini ve tarihsel mekânlarını da bu içeriği tamamlayacak şekilde kullanıyor.
‘4 BİNI YABANCI KONUK’
Uluslararası sanat çevrelerinden katılacak önemli isimler var mı?
Eczacıbaşı Holding ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, 14. İstanbul Bienali’nin kapılarını önce HT Pazar’a açtı. Bugün başlayan ve 1 Kasım’a kadar sürecek olan bienalin öncesini ve sonrasını, sanata olan aşkını ve başarının sırlarını anlattı
İstanbul Bienali, her sene dünya sanat çevrelerinin ilgiyle izlediği bir etkinlik. Avrupa’da Venedik Bienali ile beraber yılın en önemli sanat etkinliği olarak anılıyor, dünyanın en önemli sanat etkinliklerinden biri olarak kabul ediliyor. İzlemek üzere, 4 binin üzerinde yabancı konuk İstanbul’a geliyor. Bu sene bu sayının daha da artacağını tahmin ediyoruz. Aralarında MoMA, Tate Modern, Tate Britain, Guggenheim, Centre Pompidou, MAXXI gibi güncel sanatın öncü kurumlarından yöneticiler, küratörler ve koleksiyoncuların yanı sıra The Guardian, Financial Times, New York Times, Huffington Post, Forbes, Le Monde gibi pek çok önde gelen yayının temsilcileri İstanbul’da olacak.
Bu yıl gelen sanatçılar kimler?
Afrika, Asya, Avustralya, Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Kuzey Amerika’dan 80’in üzerinde katılımcının bin 500’e yakın eseri yer alacak. Bienal sergisinde 1906’da nöronu keşfederek Nobel Ödülü’nü kazanan Santiago Ramón y Cajal’ın 1870 yılına ait çizimlerinden Güney Afrikalı sanatçı William Kentridge’in Troçki’nin Büyükada’da yaşadığı yıllardan esinlenerek hazırladığı yeni video çalışmasına, Orhan Pamuk’un çizimlerinin yer aldığı not defterlerinden son dönemin en başarılı genç sanatçıları arasında sayılan Arjantinli Adrián Villar Rojas’ın Büyükada’da Troçki’nin evinin kıyısına yerleştirdiği heybetli hayvan heykellerine kadar, ilgi çekecek pek çok eser yer alıyor.
Ve sponsorlarınız...
İKSV gibi kâr amacı gütmeden büyük çaplı sanat etkinlikleri düzenleyen bir kültür kurumu için sponsor desteği çok önemli. İstanbul Bienali gibi, birçok işin özel olarak üretildiği, farklı mekân seçimleri ve büyük prodüksiyon bütçelerinin olduğu uluslararası bir etkinliği sponsorlarımız, kamu kurumları ve yurtdışından fon kuruluşlarının desteği olmadan gerçekleştirmemiz mümkün değil. Bienale, ana sponsorluğunu 2007’den beri üstlenen Koç Holding başta olmak üzere pek çok kurum ve kuruluş destek veriyor. Sponsorumuzun da katkılarıyla bienalin kapılarını bu yıl da ücretsiz açıyoruz.
'BİENAL İÇİN EN AZ 3 GÜNÜNÜZÜ AYIRMANIZ GEREK'
İstanbul’un birçok noktasına yayılacak olan bienal sergilerinin yer alacağı mekânlar arasında benim dikkatimi çekenlerden biri Büyükada’daki Splendid Palas oldu. Ulaşımın zor olacağı bu uzak noktanın eminim önemli bir seçilme sebebi vardır?
Bu bienal, mekân seçimleriyle de dikkat çekiyor. Bahsettiğim gibi Christov- Bakargiev, Boğaz hattını serginin merkezi olarak belirledi. İstanbul’u sadece alıştığımız doğu-batı aksıyla değil, kuzey ve güney rotalarıyla da sergiye dahil etmek istedi. Rumeli Feneri’den Büyükada’ya uzanan bir sergi olacak. İstanbul’a yaptığı seyahatlerinde Büyükada’da kalan Christov- Bakargiev, 1929-1933 yılları arasında sürgün kaldığı Büyükada’da otobiyografisini yazan Troçki’nin kaldığı evi ziyaret ederek çok etkilendi ve sergi mekânlarından biri olarak bienale dahil etti. Bu vesileyle ilk kez bienalin ev sahiplerinden biri olan Büyükada; bu bienalin en önemli duraklarından biri oldu. Troçki’nin evinin yanı sıra; Art Nouveau tarzından esinlenerek 1900’lü yıllarında başında inşa edilen, bahsettiğiniz, Splendid Palas Oteli de Büyükada’da kullanılan 7 mekândan biri. Otelin odaları, William Kentridge’in, Troçki’nin Türkiye’de kaldığı yıllardan esinlenerek çektiği 5 kanallı yeni video işine ev sahipliği yapacak. Teması “Tuzlu Su” olan ve izleyicilerini su üzerinde vakit geçirmeleri için teşvik etmek isteyen bir bienal için adalardan daha iyi bir sergi mekânı olabilir mi? Tabii ki olamaz!!
Diğer sergi noktaları nereler?
Boğaz’ın Avrupa ve Anadolu yakasını içine alan 30’un üzerinde sergi mekânı var. İstanbul Modern, ARTER, Özel İtalyan Lisesi ve Galata Özel Rum İlköğretim Okulu gibi mekânlar karma sergiye ev sahipliği yaparken, aralarında faaliyette olan ve olmayan okulların, eski garajların, otel odalarının, depoların, eski konutların da bulunduğu mekânlarda sanatçıların solo sunumları görülebilecek. Mekânların sayısı ve dağılımı bienali gezme deneyimini yavaşlatarak aslında izleyicilere bu serginin üzerinde düşünecek vakit tanıyor. Tek bir mekânda gerçekleştirilen bir sergiyi bazen birkaç saat içinde gezip hızlıca tüketebiliyoruz. Ancak bu serginin tamamını tecrübe etmek için en az 3 gününüzü bienale ayırmanız gerekiyor. Bu bienal, sanatçılarının yapıtlarının rahat nefes aldığı, kendi alanlarını yarattığı bir bienal.
'500 BİNDEN FAZLA ZİYARETÇİ BEKLİYORUZ'
Ne kadar izleyici beklentiniz var?
Daha geniş bir kitleye ulaşabilmek amacıyla 2013’ten beri bienal kapılarını ücretsiz açıyor. Erişilebilirliğin artması, hem sergiye hem de bienal kapsamındaki etkinliklere toplumun farklı kesimlerinden çok sayıda izleyicinin ilgi göstermesi bizi sevindiriyor. Bienali, 2013’te yaklaşık 340 bin kişi ziyaret etmişti. Bu sene yine ücretsiz olarak gezilebilecek, 30’un üzerinde mekânda tüm şehre yayılacak bienal sergilerini 500 binden fazla izleyicinin ziyaret etmesini bekliyoruz.
İstanbul dışında başka illerimiz için de bienal hazırlığı projeniz olabilir mi?
İstanbul dışında Mardin, Sinop, Çanakkale ve Antakya gibi birçok farklı kentte çok başarılı bienaller gerçekleştiriliyor. Bilgi birikimimiz ve deneyimimizle istendiği takdirde bu etkinliklerle işbirliklerine her zaman açığız. Türkiye’nin birçok farklı merkezle dünyanın önemli kültür-sanat ülkelerinden biri haline gelmesi adına bu girişimleri ilgiyle takip ediyoruz.
'HER İSTANBUL BİENALİ İÇİN BİRİCİK DİYEBİLİRİZ'
14. İstanbul Bienal’ini bir Venedik Bienali ile kıyaslarsanız ...
Venedik Bienali de İKSV gibi; müzik, tiyatro, dans, sinema, mimarlık gibi farklı alanlarda etkinlikler de düzenliyor. Bunun dışında Venedik Bienali ve İstanbul Bienali, düzenlendikleri yılın en önemli güncel sanat etkinlikleri arasında sayılıyor. Tabii Venedik Bienali bilinen en eski sanat bienali. Çok daha eskiye dayanan bir tarihi, her yıl kullandığı sabit mekânları ve çok daha kapsamlı bir bütçesi var! Ayrıca Venedik Bienali’nin İstanbul Bienali’nden farklılaştığı bir nokta da içeriği; Venedik’te uluslararası bir sergiye ek olarak yurtdışından her ülkenin ulusal pavyonlarla temsil edildiği bir model mevcut. İstanbul Bienali’nde ise böyle bir ulusal katılım durumu yok, tüm sanatçıların çalışmaları, belirli bir fikir ekseninde bir arada sergileniyor.
Bienalin tanıtıldığı bir davette; Orhan Pamuk yaptığı konuşmasında “Bu bienal kesinlikle biricik olacak. Taşıdığı gizemlerin gün ışığına çıkarılması adına sürprizli bir bienal” diye söz etti. Ne tarz sürprizler var?
Aslında “Her İstanbul Bienali biricik” diyebiliriz. Her bienalde mekâna ve zamana özgü çalışmalar sergileniyor. Bir İstanbul Bienali’ni o yıl ziyaret etmediyseniz, bu sergiyi bir daha başka bir yerde tecrübe etme şansınız bulunmuyor. Yine de bu yıl, gerek mekânların çokluğu ve kente yayılımı, gerekse katılımcılar arasında yalnızca sanatçıların değil farklı disiplinlerden birçok ismin bulunmasıyla şimdiye kadarkilerden de farklı bir bienal oldu.
Çağdaş sanat bilincinin gelişmesini sağlayan başarılı bir işadamı olarak, diğer işadamlarına sanata katkıları olması açısından nasıl bir işbirliği önerirsiniz?
Sanırım ülkemizde tüm sanat kurumlarının ve sanatı destekleyenlerin üzerinde buluştuğu ortak ideal, en başta kültür-sanat izleyicisinin sayısını olabildiğince artırmak, sanatı mümkün olabilen en geniş tabana yaymak... Bu anlamda hem iş dünyasından hem de kamu kaynaklarından beklentimiz, bu ortamı yaratma çabasında birlikte hareket edebilmek.
1987’deki ilk bienalden bugüne nasıl bir yol kat edildi?
Çok büyük yol kat edildi. 30 yıldan az bir sürede bugünkü konumuna gelmesi gurur veriyor. İstanbul Bienali’nin uluslararası sanat çevrelerinde büyük etkisi var. İzleyicilerin ilgisi de her yıl biraz daha artıyor. Sanatsal olarak yeni formlar, yeni kavramlar ve farklı tartışma alanları açan bienal, uluslararası sanat dünyasında da hızlı bir şekilde üst sıralara tırmandı. Bienali takip eden izleyici sayısı 1999’da 40 binken 2011’de 110 bine ulaştı. Ücretsiz olan 13. İstanbul Bienali’yle de 340 binlere vardı. Biz de her yıl çıtayı biraz daha yükselterek bu konudaki öncü konumumuzu korumak için çalışıyoruz.
'DÜNYA ÇOK YETENEKLİ, ÇOK AKILLI, ÇOK İYİ EĞİTİM ALMIŞ, AMA BİR BALTAYA SAP OLAMAMIŞ İNSANLARLA DOLU'
Oğlunuz Emre ve kızınız Esra’nın sanatla arası nasıl?
Her ikisi de sanata yoğun ilgi gösteriyor. Esra ekonominin yanı sıra sanat tarihi dalında da yüksek öğrenim yaptı.
Babanız anılarını “Kuşaktan Kuşağa” adlı kitabıyla yayımladı. Sizin kitap projeniz var mı?
İnsanın içinde dışarı çıkmak için bekleyen bir kitap olduğunu fark etmeden böyle bir projeye başlamaması gerekir. Bakalım, zaman gösterecek.
Sizce başarılı olma kriteri nedir?
Mütevazı koşullarda da olsa iyi bir yaşam süren, gülmesini bilen ve çok gülen, aşkı ve gerçek dostluğu yaşayabilen insanlar bence hayatlarında başarıya ulaşmıştır.
Gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Her yaptığınız işte hedefinizi dikkatle belirleyin ve gözünüzü hedefinizden ayırmayın. Ayırdığınız zaman engelleri göremezsiniz. İş yaşamında başarının “olmazsa olmaz” koşulları kararlılık ve sebattır. Dünya çok yetenekli, çok akıllı, çok iyi eğitim görmüş, ama hayatta hiçbir şey elde edememiş, bir baltaya sap olamamış insanlarla doludur. Kararlılık ve azimle bir hedefe ulaşmak için yılmadan çalışmak yetkinliği, başarılıları başarısızlardan ayırt eden tek özelliktir.
Babanız Nejat Eczacıbaşı’ndan aldığınız en önemli ders nedir?
Kendi kendisine saygısı olmayan insanlardan uzak durmak...
Son olarak ilgimi çeken bir konuyu sormak istiyorum! 2 sene önce Türkçe’nin korunması ve düzgün kullanılması konusunda holding çalışanları arasında kampanya başlattınız. Bu kampanya yabancı dilde kelimelerin, Türkçe cümleler içinde kullanılmasını engellemeyi ve bu sayede Türk dilini korumayı hedefliyor. Hâlâ sürüyor mu?
Türkçe’de karşılığı bulunmayan kavramlar için yabancı kökenli kelimelerin kullanılmasına karşı çıkmamak gerek. Başka dillerden kelimeler almak dillerin gelişme sürecinin doğal bir parçasıdır. Hatta “Yabancı kökenli kelimeleri dilimizden atalım” çabasıyla Türkçe’mizi çok fakirleştirdiğimizi düşünürüm. Biz Eczacıbaşı’nda başlattığımız kampanya ile Türkçe’de karşılığı olsun veya olmasın, İngilizce’den alınan bir sürü kelime ile konuşulan Türkçe-İngilizce karışımı “uydurukça”nın giderek yaygınlaşan kullanımına dikkati çekmeyi hedefledik. “Bu acayip lisanı bari Eczacıbaşı’na sokmayalım, inovasyonu başka konularda yapalım!” dedik... “Yüzde yüz başarılı olduk” diyemem ama böyle konuşanlar en azından fark ediyorlar ve gülüyorlar. O da bir kazanç...
'İSTANBUL'UN DÜNYA KÜLTÜR BAŞKENTİ OLMA VİZYONU MEVCUT AMA...'
İstanbul Bienali ile Tasarım Bienali arasındaki farklar neler?
İstanbul Bienali, güncel sanatın yeni eğilimlerini ve dünyadaki önemini tartışmak için bir platform oluşturuyor. Bir yandan güncel sanatçıların uluslararası alanda tanınmalarını sağlarken, diğer yandan sanat çevreleri, sanatçı, küratör ve eleştirmenler arasında uluslararası bir kültür ağının kurulmasına olanak veriyor. İstanbul Tasarım Bienali ise Türkiye’deki tasarım politikalarını irdeleyen ve tasarımın tartışmaya açılmamış yönlerini de ortaya koyan bir platform. Günümüzde tasarımın önemi artarken, bunun üretime, ekonomik kalkınmaya, sosyal ve toplumsal gelişime, kültürel etkileşime ve bireylerin yaşam kalitesine olan etkilerini Tasarım Bienali ile vurguluyoruz.
Türkiye’yi kültür-sanat alanında nasıl bir yerde görmeyi arzu edersiniz?
Kültür ve sanatın hak ettiği önemi kazanması ve bir değer olarak benimsenmesiyle birlikte bu alandaki gelişim de hız kazanıyor. Kentimizdeki özel müzelerin sayıları 2000’lerin başında bir elin parmakları kadarken, şimdi 10’larla ifade ediliyor. 100’ü aşkın sanat galerisine ev sahipliği yapan İstanbul’da düzenlenen sergi sayısı her yıl artıyor.
Geçtiğimiz 10 yılda sanat üretimi ve tüketiminde bir artış görüldüğü kesin.
Evet. Ancak, bu hızlı gelişmeye rağmen bugün kültür-sanat tüketiminde İstanbul’un bile arzulanan düzeyi yakaladığını söylemek henüz mümkün değil. Avrupa metropollerinin performansı ile karşılaştırıldığında kültür-sanat faaliyetlerine katılanların sayısı, düzenlenen etkinlikler rakamlarında İstanbul hâlâ gerilerden geliyor. Oysa ki İstanbul dünyanın önde gelen metropol kentlerinden ve dahası bir dünya kültürsanat başkenti olma vizyonu mevcut. Bu iddiayı gerçekleştirebilmek için de kültüre ve sanata olan ilgiyi, katılımı, erişimi ve tüketimi çok daha yukarı çekmek gerektiği açık. Bu potansiyelin bir kültür tüketimi profiline dönüşebilmesi için ise kültüre yatırımın artarak devam etmesi gerekiyor. Türkiye’yi kültüre yatırımın teşvik edildiği, sanatsal ifade özgürlüğünün korunduğu ve sanata gerek kamu, gerekse özel teşebbüsün desteğinin arttığı bir yerde görebilmek en büyük arzumuz