Bir incir çekirdeğinden Kıbrıs'ın kayıp bedenlerine
Geçen hafta KKTC'de bir defin töreni vardı. Son yıllarda sık sık rastlananın aksine, tek bir tabut için tören yapıldı. Rumlar tarafından 1964'te katledilen Halil Abdullah'ın kimliği, Kayıp Şahıslar Komitesi'nin yaptığı araştırmalarda, ailesinden alınan DNA örnekleri sayesinde belirlendi ve naaşı nihayetinde Lefkoşa'da defnedildi. Geçen ağustostaysa 34 kayıp defnedilmiş, yakınları 40 yıl sonra ziyaret edecek bir mezara kavuşmuştu. Gelecek aylarda kimlik tespiti için çalışılan 50 kayıp şehit daha defnedilecek. Ama bu defin törenlerinin tümünü birleştiren bir öykü var ki, Oscar'ı garanti bir film olmak için bekliyor...
Murat GÜRGEN/ANKARA
Bu, Kıbrıs’ta 40 yıllık acıları tazeleyen ama aslında mucizevi bir hikâye... Bir incir çekirdeğinin, hiç olmayacak bir yerde filiz vermesiyle başlıyor. Yahut bitiyor da denebilir. 15 Ağustos 1974’te silahlı Rumların bastığı Taşkent Köyü’nde kaybolan ve bir daha haber alınamayan Türklerin izi yaklaşık 40 yıl sonra nasıl bulundu biliyor musunuz?
En başa dönelim... Ada’da takvimler 15 Ağustos 1974’ü gösteriyor. Bir gün öncesinde, Türk Hava Kuvvetleri havadan ikinci harekatı başlatmış. Bunun üzerine Rum EOKA örgütünün liderleri “Eli silah tutacak yaşta kim varsa toplayın” talimatı vermiş. Yer, Ada’nın güneyinde, Limassol ile Larnaka arasındaki Taşkent (Dohni) köyü. Kıbrıslı Türklerle Rumların birlikte yaşadıkları, nüfusu binin biraz üzerinde bir köy. Köylüler ellerinde silahlarla dolaşıyor, çocuklar da dahil olmak üzere Türk erkekleri görüldükleri yerde alınıp okulda toplanıyorlar. Ertesi gün ise felaketin habercisi otobüsler köye gelmeye başlıyor... Köylülerden 69’u otobüslere bindirilerek bilinmeyen bir yere götürülüyor. Gidecekleri adresin esir kampı olduğu söyleniyor. Ama sonra ne onlardan ne de Ada’nın farklı köylerinden koparılan insanlardan bir haber alınabiliyor. Ta ki 3 yıl önce yaşanan o mucizevi olaya kadar.
AHMET CEMAL’İN İNCİR AĞACI
Kıbrıs’ta 60’lı ve 70’li yıllarda kaybolan Türk ve Rumları bulmak için 1981’de Kayıp Şahıslar Komitesi (KŞK) kuruldu. Biri Türk, biri Rum biri de Birleşmiş Milletler’den (BM) 3 üyesi bulunan komite, 2000’lerin sonuna dek yalnızca kayıpların listesini çıkarabilmişti. Bir sonuç alınamadığı için BM 8 yıl atama bile yapmadı. Rivayet o ki Ada, BM görevlilerinin tatil piyangosu haline gelmişti. Kıbrıs’a atananlar ilk iş bir tekne kiralar ve balığın bol bulunduğu sularda demir atardı. Ancak işler, BM tarafından gönderilen İsveçli Christophe Girod ile değişmeye başladı. Muhtemelen o da denizi ve balık tutmayı seviyordu ama, bir yandan da komite iki toplumun birlikte sorunsuz çalıştığı tek kurum haline geliyordu. Komitede Girod ile birlikte çalışan Rum üye Ksenofon Kallis’in 2011’deki keşfi, filmlere konu olacak türdendi...
Bir Türk, bir İsveçli ve bir Rum’dan oluşan ekip adada sık sık gezintiye çıkıyordu. Bir gün Limasol’e bağlı Pareklişa Köyü yakınlarında bir incir ağacı Kallis’in gözüne takıldı. Etrafta sadece taş ocakları vardı ve o incir ağacından başka tek bir ağaç bile yoktu. Gel zaman git zaman, bu ağacın nasıl olup da böyle kumluk, kayalık bir yerde filizlenip büyüyebildiğine kafayı taktılar. Sonunda araştırmaya karar verdiler. Andoliniga türü bu incir ağacından yakın bölgelerde dahi bulamadılar. Ardından, adada incir bahçesi sahibi aileleri ziyaretlere başladılar. Ziyaret ettikleri insanlara, yakınlarından kaybolan olup olmadığını soruyorlardı. Önceleri bu soruya adada pek bir mana verilemedi. Bir gün Kallis, Taşkent Köyü’nde bu tür incir yetiştiren bir aile olduğunu öğrendi. Ve evet, aileden Ahmet Cemal 1974’te ‘’İncir bahçesine gidiyorum’’ diyerek çıkmış, bir daha haber alınamamıştı. O gün kaybolan başka köylüler de vardı. Yetkilileri ikna etmek için epey çaba harcadılar. Ancak 2011’de kazı izni alınabildi ve KŞK ekipleri kafayı taktıkları o yapayalnız incir ağacının köküne kazmayı vurdular. Ağacın kökleri arasında 3 kişinin iskeletine ulaşıldı. Aileden DNA örnekleri alındı. Takip eden günlerde yapılan DNA analizlerine göre cesetler Ahmet Cemal ve 2 arkadaşına aitti. Komite üyeleri, insanın ağzını açık bırakan hikayeyi aslında daha incir ağacı gözlerine batınca fark etmişti: 15 Ağustos 1974’te Ahmet Cemal’in incir bahçesinde yediği ya da cebine koyduğu bir incirin çekirdeği, katledildikten sonra gömüldüğü yerde filizlenmiş, yıllar sonra Kallis’in kafayı taktığı o ağaca dönüşmüştü. Ardından kazı genişletildi ve Taşkent kayıplarına ait toplu mezara ulaşıldı.
KATLİAMIN YILDÖNÜMÜNDE CENAZE
Taşkent köylülerinin kelimelerle ifade edilemeyen acısının sadece başlangıç tarihi var: 15 Ağustos 1974. O günün ardından, kayıplarının akıbetini öğrenebilmeleri ve artık kemik parçalarından ibaret de olsa cansız bedenlerine ulaşabilmeleri neredeyse yarım asır sürdü. Ve 15 Ağustos 2014 günü, olayın tam 40. yıldönümünde, Taşkent Köyü’nde toplu cenaze töreni düzenlendi. 3 yıl önce bir incir ağacının altı kazılarak toplu mezarlarına ulaşılan 34 Türk, DNA testi ve kimlik tesbitinin ardından Girne’de yeni açılan Taşkent Şehitliği’nde toprağa veriliyordu. Kayıp yakınlarına destek olan psikologlardan Ziliha Uluboy, şöyle diyordu: Burada babalarını hiç görmemiş, onunla ilk kez iskelet olarak karşılaşanlar var. Babam diyerek kafataslarını okşuyorlar...
Taşkent Kayıp Yakınları Komitesi’nden Erdinç Erdağlı, geçen uzun yıllara rağmen şehit yakınlarının acılarından hiçbir şeyin eksilmediğini belirtiyor. Aileler, yakınlarının şehit olduklarını bilmelerine rağmen içlerinde yine de bir gün geri dönebilecekleri umudunu hep taşımış. Erdağlı; ailelerin şehitlerden geriye kalan ufak tefek şahsi eşyalarını hâlâ evlerinin bir köşesinde özenle sakladıklarını söylüyor. “Ancak” diye ekliyor, “Bayraklarla sarılı şehitlerimizi gördükçe beslenen umutların bittiğini, artık her şeyin gerçeğe büründüğünü kabulleniyoruz. Artık başlarında dua edebileceğimiz şehitlerimiz var.” Bugüne dek kayıp Kıbrıslıların bir kısmı defnedildi, gerisinin kimlik tespit işlemleri devam ediyor. Ve nihayet, aileler birer mezara kavuşuyor. Taşkent Köylüleri, kemiklerine de olsa kayıplarına kavuşmanın buruk mutluluğunu yaşıyor. O acı günün tanıkları, yaşadıklarını, hissettiklerini anlatıyor.
Bedenlerine ulaşılamayan kayıp aile büyükleri, bugün Kıbrıs’ta her iki kesimin ortak acısı. Kayıp Şahıslar Komitesi (KŞK), kayıpların bedenlerini bulup ailelerine teslim ederek bu acıyı bir nebze de olsa dindirmek amacıyla görev yapıyor.
KŞK’nin geçmişi aslında Birleşmiş Milletler’in (BM) 1977’deki girişimlerine dek uzanıyor. 1981’de kurulan Komite’nin ilk 20 yılı iki kesimin kabul edebileceği ortak bir kayıplar listesi oluşturmakla geçti. 1997’de iki toplumun liderleri Rum ve Türk kayıp kişilerin gömü yerleriyle ilgili bilgileri karşı tarafa vermeyi kabul etti. 2006 yılında ortam kazı çalışmalarına uygun hale geldi ve 2007’de ilk cansız bedene ulaşıldı.
KŞK, 2007’den bu yana Kıbrıs’ın dört bir tarafında kayıp Türk ve Rumların bedenlerini toprak altından çıkarıyor. Kimi 1963, kimi 1974 olayları sırasında kaybolan 1493’ü Rum ve 508’i Türk olmak üzere tam 2001 kişinin bedeni, 9 bin 251 kilometrekarelik adanın her karış toprağında aranıyor. Adeta samanlıkta toplu iğne ararcasına... Ada’da her alanda olduğu gibi, kayıp bedenlerin bulunması da ünlü ‘bire üç’ hesabına uygun bir istatistikle ilerliyor. Nasıl nüfusta TürkRum oranı bire üç ise, kayıp sayıları da bire üç, kemikleri bulunup kimliklendirilenlerin dağılımı da bire üç... Bugüne kadar 892 noktada kazı çalışması yürütüldü. 1093 kişinin bedenine ulaşıldı. Bunların 127’si Türk, 424’ü Rum.
TÜRK-RUM İŞBİRLİĞİ
KŞK’nın en önemli özelliği, yönetim, saha ve laboratuvar çalışmalarının Kıbrıs’ın iki toplumundan uzmanlar tarafından ve birlikte yürütülmesi. Her iki kesimdeki kazı alanlarında arkeologlar; laboratuvarda antropologlar birlikte çalışıyor. Ada’nın iki kesimli yürüyen tek projesi niteliğindeki KŞK’nın yeni nesillerde empati oluşturması, karşılıklı hoşgörüyü geliştirmesi ve burada başlayan işbirliğini siyasal kurumlara da taşıması hedefleniyor. Aileler kayıplarına kavuştukça, KŞK’daki atmosferin her iki toplumun geneline de adım adım yansımaya başladığı da rahatlıkla söylenebilir. Çünkü kayıp bedenlerinin bulunması, ancak bireylerin yapacakları ihbarlarla mümkün olabiliyor. Kayıp Rumların bedenlerinin bulunabilmesini Türklerin yaptığı ihbarlar, Türklerin bulunabilmesini ise Rumların girişimleri sağlıyor.
‘BEKLEYECEK 10 YIL YOK’
KŞK’nın Türk üyesi Gülden Plümer Küçük, her kararın konsensüsle alındığının altını çiziyor. “Şu anda tüm işgücümüzü iki kesimden Kıbrıslılar oluşturuyor. Toplam 80 çalışanımız var. Buradaki atmosferi barış görüşmelerine taşıyabilirsek Ada’da daha iyi bir gelecek oluşturulmasına şans vermiş oluruz. Bu çok önemli. Genç insanlarımız birlikte çalışıyor ve 1963 ve 1974’te neler olduğunu birlikte anlamaya çalışıyor.” KŞK BM Üyesi Paul Henri Arni’ye göre bu projenin en önemli özelliği, görgü tanıklarının haklarında adli takibat açılmayacağı garantisiyle Komite’ye bilgi aktarabilmeleri, ihbarda bulunabilmeleri. “Sırbistan’da, Bosna’da, Hırvatistan’da, Kosova’da kemikler bulundukça mahkemeler devreye giriyor, soruşturmalar açılıyordu. Kıbrıs’ta her iki taraf da insani bir proje yürütme noktasında anlaştı.”
Zaman ilerledikçe, her yıl ulaşılan beden sayısı azalıyor ama kimliklendirilen kişi sayısı artıyor. Ancak zaman daralıyor. Çünkü zaman geçtikçe tanıklar ve aileler ölüyor. Arni, “Bugünkü hızda devam edersek 10 yıl daha sürer. Ama Kıbrıs’ın bekleyecek 10 yılı daha yok” diyor.
‘FARKLILIKLARIMIZI KONUŞMAYI BIRAKTIK’
1963 ve 1974’te Ada nüfusuna kıyasla anormal sayıda insan kayboldu. Savaşta ölenlerle karşılaştırıldığında bu çok yüksek bir rakam. Komite’nin BM üyesi, “Böyle yüksek sayıda insan kaybolunca toplumda travma meydana geliyor. Ve zamanın geçmesi bu travmayı tedavi etmiyor, aksine derinleştiriyor” diye anlatıyor. “Bu ailelere yardımcı olmamız lazım. Politik olarak baktığımızda da, bu konu çözülmeden iki toplum arasındaki sorun da çözülemez.”
Komite’nin Rum üyesi Nestoras Nestoros ise “Burada topluma farklı mesajlar veriyoruz. Bu işbirliği mesajıdır” diyor. “Meselenin politik boyutuyla ilgilenmiyoruz. Çünkü aradan 40-50 yıl geçtikten sonra farklı bilgilere sahibiz, farklı yaklaşımlarımız var. Ve bu projede, farklılıklarımızı konuşmayı bıraktık.”
BAĞIŞLARLA YÜRÜYOR
KŞK çalışmalarını bağışlarla yürütüyor. 2014 yılı bütçesi için en önemli bağışçı 3.5 milyon dolar ile AB oldu. Ayrıca İsviçre, Kuveyt ve Clerides Vakfı’nın taahhütleri var. Toplam bağış miktarı 2.8 milyon Euro düzeyine ulaşırken, 2014 yılı projeleri için 3 milyon Euro kaynağa ihtiyaç bulunuyor. KŞK bütçesine 2006-2014 döneminde Türkiye, Kıbrıs Türk ve Rum Yönetimleri, Yunanistan ve ABD’nin yanısıra 10 kadar ülkeden bağışlar geldi. Paul Henri Arni, “İki lider laboratuvara ilk kez geldiklerinde masaların üzerlerinde iskeletleri görünce çok etkilendiler. Ve bu sayede bağışlar arttı” diyor. “Türkiye maddi olarak desteğini artırırsa müteşekkir oluruz. Çünkü daha fazla araştırmacıya ihtiyacımız var. Kazı alanlarının sayısını artırsak sonuca daha hızlı ulaşabiliriz.”
Nesteros ise “Mesele daha fazla para istemek değil. ‘Burada ne yapıyorum?’ diye sürekli düşünüyorum” diyor ve ekliyor: “İçine para dökülen kara bir delik olmak istemiyorum. Elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Tek istediğimiz işimizi doğru yapmak.” “
40 YILLIK ÜMİT BİTİYOR”
KŞK bünyesindeki psikologlar, cenazelerin teslim edilmesi öncesinde aileleri yeni bir travma yaşamamaları için hazırlıyor. BM temsilcisi Arni, “Sadece 3 hafta önce evlendiği eşini kaybeden bir kadın, şimdi hergün mezarlığa giderek ziyaret ediyor. Eşine 40 yılın hasretiyle dokunduğunu söylüyor” diye anlatıyor. Evet, bu insanların hayatları zaman içerisinde donmuş gibi... “Balkanlarda da aynısını gördük” diyor Arni, “Travma çok büyük. 10 yıllık, 30 yıllık ümit, kemikleri masa üzerinde gördükleri anda bitiyor ve gerçekle yüzleşiyorlar.”
“HAYATTA OLDUKLARINA İNANIYORLARDI”
KSK’nın Türk Üyesi Gülden Plümer Küçük ise bedenlere ulaşıldıkça insanların projeye inancının arttığını belirtiyor. “İnsanların yaklaşımları değişti. Muhtemelen Rumlar Türklere, Türkler de Rumlara ne olduğunu bilmiyordu. Kayıp kişilerin hayatta olduklarına dair söylentiler vardı.” 2006’da yapılan araştırmaya göre; Rumların yüzde 30’u ve Türklerin yüzde 18’i kayıp kişilerin hâlâ hayatta olduklarına inanıyordu. Türk tarafında ailelerin pek çoğu mevlit bile okutmamıştı. Çünkü öldüklerine inanmıyorlardı.
84 kişiyi bir günde alıp götürdüler
Taşkent Kayıp Yakınları Komitesi’nden Erdinç Erdağlı, “Sanki dün şehit olmuşlar gibi hissediyoruz. İnsanlarımızda olay 40 yıl önce olmuş gibi bir algı yok. Benim babam, amcam ve dayım da götürülenler arasındaydı. Köyde zaten herkes akrabaydı” diyor. 20 Temmuz’daki 1. Harekat sonrasında köydeki tüm silahlar BM nezaretinde toplanmış. BM, köyün korunacağına söz vermesine rağmen silahlı Rumlar, 69’u Taşkentli toplam 84 kişiyi bir günde toplayıp götürmüş. Götürülenler arasında en küçüğü Sultan Nine’nin 14 yaşındaki çocuğu... Erdağlı, “Ben 9 yaşındaydım. Evimiz esir tutuldukları okula bitişik duvardı. Yaşım küçüktü, ama her şeyi çok iyi hatırlıyorum çünkü gözlerimin önünde oldu” diyor. Köye gelen otobüs, köylüleri “Limassol’de esir kampına götüreceğiz” diyerek toplamış. Katliamdan kurtulan tek isim 19 yaşındaki Suat Kafadar olmuş. Yaralanmış, ama bir şehidin altında kalınca fark edilmemiş. Köylüler de yaşananları bir hafta sonra ondan öğrenmiş. Erdağlı anlatıyor: “Dağlık bir bölgede otobüsten indiriyorlar. Bir taşocağı alanı... Üzerlerine yaylım ateşi açıyorlar. Suat Kafadar hariç, tamamı ölüyor. Sonra cenazeleri dozerle toplu olarak gömdükleri anlaşılıyor.” İşte Ahmet Cemal ile ya cebinde ya da midesinde kalan incir çekirdeği toprağa böyle düşüyor.
“eşimi patronu götürdü”
Fatma Kubilay: Eşim Kubilay İbrahim, Andriko’nun (EOKA bölge sorumlusu) yanında şoför olarak çalışıyordu. Köyden ilk eşimi aldı. Taşkent’te kaç erkek varsa hepsini bilirdi ve kapı kapı dolaşıp onları tek tek toplattı. Evinde olmayanı da geri dönüp aldı. Onları bir daha göremedik. İçimizde biraz olsun umut vardı. Çukurlar açılınca bitti. Şimdi mezar taşı bizim için mutluluk oldu. Eşimi, iki ağabeyimi, kayınbiraderimi, halamın 4 çocuğunu her akşam ziyaret ediyorum. “Tamamını tanıyorduk” Ömer Özyıldırım: Biz bunu yapanları biliriz. Kardeşimi ve yeğenlerimi kaybettim. EOKA’nın bölge sorumlusu köyümüzdendi.
Kayıpları kimliklendirenler anlatıyor
Kayıp Şahıslar Komitesi (KŞK), arkeologların kazı çalışması yürüttüğü bir alan ile bulunan kemiklerin kimliklendirilmesinde ilk aşamanın gerçekleştirildiği antropoloji laboratuvarını açtı. Kemikleri toprak altından çıkaran ve daha sonra parçalarını birleştirip bedene kavuşturan uzmanların büyük bölümü 20’li, 30’lu yaşlarında. Tamamına yakını 1974 travmasıyla büyümüş.
Laboravutar, Ada’nın sınır hattındaki tarafsız bölgedeki BM kampusu içerisinde. Her gün Rum çalışanlar güney, Türk çalışanlar kuzey kapısından laboratuvara gelip işbaşı yapıyor. Laboratuvarda iki takım halinde çalışılıyor. Bunun amacı bulunan kemiklerin hızla kimliklendirilebilmesi. Yakınlarını yitirenler bir an önce kemiklerine de olsa kavuşabilmek için sabırsızlanıyor. Çünkü onlar da artık yaşlı ve hayatlarının son dönemlerini yaşıyor. Kendileri de toprak olmadan önce, kayıplarının toprakla buluşmasını istiyor.
Sinem Şöföroğlu, Uyum Vehit, Ahmet Barsakçı, Maria Constantinou, Emine Çetinsoy laboratuardaki 19 antropologdan sadece birkaçı. Yaptıkları çalışmayı şöyle özetliyorlar: “Kemikler çoğu zaman paramparça bulunuyor. Bir kazı alanında bulunan kemikler birden fazla kişiye ait olabilir. Ailelere mümkün olduğunca bütün bir iskelet vermeye çalışıyoruz. Tıpkı bir puzzle çözer gibi, kemik parçalarını bir araya getiriyoruz. Kemik bütünlüğü sağlandığında sıra DNA testine geliyor. Burada alınan örnekler DNA testi için ABD’deki laboratuara gönderiliyor.” Taşkent kayıpları için yapılan kazı 18 ay sürdü, kemiklerin birleştirilmesi ve analizi 2 yılı buldu...
‘RUM MU, TÜRK MÜ BİLMEYİZ’
Antropologlara aranan kişinin özellikleri söylenmiyor. “Kemikler laboratuara getirildiğinde Rum’a mı ait, yoksa Türk’e mi ait bilmeyiz. Aranan kişilerin özellikleri de bize verilmez ki, etki altında kalmayalım” diye anlatıyorlar. Aynı kazı alanından iki kardeşin kemikleri çıkabiliyor. Yaşları ve boyları yakınsa, hangi bedenin kime ait olduğunu ayırt edebilmek çok zor. Bu durumlarda DNA testinin sonucu da aynı çıkıyor. Böyle durumlarda kardeşlerin yaşam öyküsüne başvurmak gerekiyor.
KŞK ekipleri kazı alanlarını genellikle tanıkların ifadeleri doğrultusunda belirliyor. Güneyde 2, kuzeyde 7 kazı sahasında çalışma yürütülüyor. Kazı sahasına KŞK Sekreteri Florian von Konig’in eşliğinde ulaştığımızda, bir Rum vatandaşının bedenine ulaşılmış, diğer ikisi ise halen aranıyordu. İşin dramatik yanı, Rum vatandaşının kemiklerinin bulunduğu alan Taşkent Şehitliği’ne sadece birkaç kilometre uzaklıkta.