2023 ve 2024 seçimlerinin mesajları, sadece siyasetin belli bir kesimine değil, tamamına yönelikti. Nitekim hem AK Parti’nin, hem de CHP’nin liderler düzeyinde bu mesajları aldıkları çok açık. Bu nedenle yeni dönemin kapılarını “normalleşme”yle açmaları geniş kesimlerde destek buluyor.
Kuşkusuz olumlu yönde giden her siyasi süreci, kendisi aleyhine gören ve dolayısıyla da bunu baltalamak isteyenler olacaktır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı arasında diyalog zemininin ilk adımlarından itibaren bunu gözlemlemek mümkün.
Açıkçası bu tepkiler çok daha yüksek düzeyde olabilirdi. Ancak seçmenin sandıkta verdiği mesajın kuvveti şu ana kadar bunu belli bir düzeyde tuttu.
Bir başka önemli nokta, Türkiye’nin kapısını araladığı normalleşmeden rahatsız olanlar, elbette sadece siyasi aktörler değil. Son dönemde ortaya çıkan bazı gelişmelerin bu bakış açısıyla okunmasını daha yararlı buluyorum.
SİYASETE VE İSTİKRARA TEHDİT
Ayhan Bora Kaplan’ın merkezinde olduğu suç örgütüyle ilgili yargılama sürecinin, aynı davadaki isimlerden birisinin bu kez yurtdışında “gizli tanık” olarak ortaya çıkmasıyla gelinen nokta, Türkiye’de hala bu tür yapıların siyaseti ve istikrarı tehdit potansiyelinin olduğunu gösteriyor. Kullanılan yöntemlere ve gerçekleşen kirli akışlara (en başta dezenformasyon anlamında) yabancı değiliz ne yazık ki.
Türkiye’nin coğrafi konumu, Asya’dan Avrupa’ya uzanan köprü rolü, pek çok önemli avantaj sağlıyor kendisine. Ancak sahip olduğumuz kritik güzergah aynı zamanda pek çok yasadışı faaliyet ya da arayışın geçiş noktası ne yazık ki. Uyuşturucudan insan kaçakçılığına kadar bir dizi yasadışı örgüt ve faaliyet sadece geçiş noktasında değil, bizatihi kendi güvenliğimizi ilgilendiren bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Dolayısıyla burada karşımıza çıkan manzara, bir gizli tanık üzerinden şekillendirilmek istenen algı operasyonları ve kuşkusuz bu gelişmelerin siyaseti hedef alan boyutları gündemin tam ortasında yer alıyor.
ERDOĞAN NASIL TANIMLADI?
Dün Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partisinin grup toplantında yapacağı konuşma gerçekten heyecanla bekleniyordu. Özellikle de az önce bahsettiğim konularda nasıl bir çerçeve ortaya koyacağı merak ediliyordu.
Bu konuşmadan hemen önce Habertürk ekranında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kamuoyundaki tartışmaları ve süreçleri yakın izlediğini, çok sayıda kurum ve isimden bilgi aldığını, tam da bu nedenle gündemdeki isimlendirme ve anlama çabalarından daha farklı bir çerçeve ortaya koyacağını söyledim. Bu çerçevenin “bürokratik vesayet” kavramı üzerinden kurgulanacağını bir kulis olarak aktardım.
Öyle de oldu. Cumhurbaşkanı, gündemin sıcak tartışmasına dair son derece sakin ve kuşatıcı bir çerçeve ortaya koyarken, bu tür yapılarla mücadele konusunda geçmişten bugüne uzanan kararlılığını tekrar vurguladı.
Grup toplantısındaki şu sözlerini aktaralım: “Son 21 yılda çetin mücadeleler sonucu gerilettiğimiz bürokratik vesayetin tekrar nüksetmesine fırsat vermeyiz, vermeyeceğiz. Son dönemde gündeme gelen her hadiseyi tüm boyutlarıyla en ince detayına kadar takip ediyoruz. Kanunun dışına çıkan, hatası, kastı veya marazı olan kim varsa hukuk zemininde hesabını mutlaka soruyoruz. Ülkeye ve millete karşı vazifesini yapmamanın hiçbir bahanesi olmaz.”
BİLGİ KİRLİLİĞİNE DİKKAT
Kuşkusuz kamuoyunda bahsettiğim dava süreci ve sonrasında ortaya çıkan “gizli tanık” meselesinin ayrıntıları sonuna kadar tartışılmalı. Çünkü bu tartışmaların varlığı, böylesi karanlık yapıların deşifresi için gerekli. Ancak burada iki nokta önemli. Birincisi devam eden teftiş ve yargılama süreçlerinin sonuçlarının beklenmesi. İkincisi, tartışmaları yürütürken kirli bilgi akışına dikkat edilip, yeni girdapların içine girilmemesi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meseleyi “bürokratik vesayet” başlığı altında ele alması ve bu tür güçlerin tekrar ortaya çıkmasına izin vermeyeceklerini belirtmesi, bu anlamda devletin ve hükümetin ana stratejisini ifade eden yerinde ve sakin bir adlandırma. Ama devamında söylediği "hadiselerin en ince detayına kadar yakından takip edildiği" vurgusu ise ortaya çıkan rahatsız edici gelişmelerin üzerine gidileceğinin işareti.
Cumhurbaşkanının bu mesajlarının daha geçtiğimiz hafta, 10 Mayıs’ta Danıştay'ın 156. Kurulu Yıl Dönümü Töreni’ndeki sözleriyle birlikte anlamak daha doğru olabilir.
“İktidarı ve muhalefetiyle, basını ve sivil toplumuyla hep birlikte yargımızın her türlü taassuptan, menfaat eksenli gruplaşmadan ve ideolojik kamplaşmadan uzak durmasını temin etmemiz gerekiyor. Milletin maslahatı ve ülkenin selameti yerine belli bir zümrenin menfaatini gözeten dar kadrocu anlayışların adalet teşkilatımız dahil, devletimizin kurumları içinde tekrar yuvalanmasına izin veremeyiz, vermeyeceğiz.”
Bu önemli vurgunun gündemin hızı ve yoğunluğu arasında yeterince tartışılmadığı çok açık. Birinci cümlede yargı üzerinden verilen mesajın, ikincisinde “devletimizin kurumları” üzerinden genişletilmesi çok önemli. Bir cümleyle açalım. Bunun muhatabı sadece cemaat ya da cemiyetler değil; dar kadrocu anlayışa sahip tüm yapılar ve elbette siyaset.
Bulunduğumuz konumda olup biteni değerlendirme ve toplumla paylaşma konusunda sorumluluk sahibiyiz. Ancak devleti yönetenlerin sorumluluğu bundan çok daha fazlası. O nedenle bakış açılarının ve tanımlamaların, güncelin akışında şekillenmesini beklemek yanlış.
Devlet çarkının vesayet odakları eliyle çevrildiği günler geride kaldı. Bu mücadeledeki en büyük avantajımız bu zaten.