Edebiyat allâmesi iki kardeşin yaptıkları sessiz bağışların ve ödüllendirilmelerinin öyküsü
Türkiye’de herşeyin kötü ve berbat hâle geldiğini söyleyenlere bakmayın. Sık sık iyi, güzel ve gayet faydalı işler de yapılıyor ama bunların çoğu sessiz-sadasız olup bittikleri için pek duyulmuyorlar...
Böyle işlerden biri, çok önemli bir kültür hadisesi geçenlerde yaşandı: Klasik Türk Edebiyatı’nın günümüzdeki en kıdemli hocası Prof. Dr. Günay Kut, kendisi ile rahmetli allâme kocası Turgut Kut’a ait ve bir kısmı gayet nadir olan onbinlerce kitabı Rami Kütüphanesi’ne bağışladı.
Prof. Günay Kut, elinde bulunan elyazmaları ile İbrahim Müteferrika’nın bastığı kitaplardan meydana gelen kolleksiyonu daha önce Fatih’teki Ali Emirî, yani Millet Kütüphanesi’ne vermişti. Bu son bağışı münasebeti ile Rami Kütüphanesi’nde geçenlerde bir toplantı düzenlendi ve “Günay ve Turgut Kut İhtisas Kütüphanesi” araştırmacıların hizmetine açıldı.
Günay Hoca’yı üniversiteye yeni başladığım senelerde tanımıştım. 1970’li yıllar idi, ilk defa rahmetli Baki Hoca’nın, yani Abdülbaki Gölpınarlı’nın yanına geldiğinde görmüştüm. Sekiz sene boyunca ders verdiği Chicago Üniversitesi’nden memlekete henüz dönmüştü, aradan geçen o kadar sene boyunca münasebetimiz hiç kesilmedi ve Günay Hanım bu kadar uzun zaman boyunca hep elyazması kitap yığınlarının arasında koşuşturdu, hiç durmadan çalıştı ve etrafında da her dâim elli küsur kedi oldu.
Hoca, Chicago dönüşü Boğaziçi Üniversitesi’nde Türkoloji bölümünün kuruluşunda görev aldı, yıllarca bu bölümün başkanlığını yaptı, arada yine bol bol dolaştı, Oxford’da hocalık etti, Oxford’un en önemli şarkiyat merkezlerinden olan Bodleian’daki Türkçe elyazması eserlerin kataloğunu tek başına yayınladı, derken Kıbrıs’taki bir üniversiteye gitti, yeniden Boğaziçi’ne döndü ve emekliliğine kadar orada kaldı.
Daha önce de yazmıştım: Hoca, bütün bu koşuşturmaları arasında yetenekli, yeteneksiz, lâyık yahut lânet dünya kadar talebe yetiştirdi ama güvendiği bazı kişilerden harikulâde kazıklar da yediği de oldu fakat birşeyler soranları hiç geri çevirmedi, hep öğretmeye çalıştı. Böylelerinin akademik dertleri ile, uğraşıp seneler boyu malûmatının zekâtını dağıtıp duracağı yerde daha fazla yazsa idi, cildler dolusu kitap ile yüzlerce makaleden meydana gelen yayın listesinin hacmi kimbilir ne kadar artmış olurdu!
Hoca en son, Timur’un soyundan gelen ve Türk Sanatı’nın hemen her alanında çok önemli yeri bulunan Sultan Hüseyin Baykara’nın hem vezîri, hem de en yakın dostu Ali Şîr Nevâî’nin eserlerinin yeraldığı ve Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen 1604 sayfalık tezhipli ve minyatürlü nüshanın tıpkıbasımını yayınladı. Baş tarafında Günay Hoca’nın kaleme aldığı geniş önsözün bulunduğu kitabın hacmini ifade edebilmek için ağırlığını vermem kâfi gelecektir: 5 kilo 280 gram!
Prof. Günay Kut’un Rami Kütüphanesi’ne bağışladığı birbirinden nâdir kitaplar, bundan böyle ilim yolcularının yollarını aydınlatacak...
İKİ ALLÂME KIZKARDEŞ...
Siz, Günay Hoca’dan ziyade, ablasını bilirsiniz: Seneler önce iki defa Tarihin Arka Odası’na çıkan, eski Şark efsanelerinden, Sümerler’den, huruf-ı mukattaadan, İnanna’dan, Dumuzi’den bahsedip milleti şaşkın ve hayran bırakan Harvard hocası Prof. Gönül Tekin’i...
Gönül Hoca’yı programa çıkmaya ikna edebilmek için haftalarca dil dökmüştüm ve anlattıkları sadece beni değil seyirciyi de derinden etkilemişti ve üzerinden seneler geçmiş olmasına rağmen, her iki program internetten hâlâ izleniyor. Kur’an’ın sırlarından biri kabul edilen ve Gönül Tekin’in o konuda tam birşeyler söyleyeceği sırada “Aman hocam, sakın haaa!” deyip anlatmasına mâni olduğum “huruf-ı mukattaa” hakkında hâlâ her hafta mutlaka birkaç mail alıyorum.
Gönül Hoca’nın Türkiye’deki akademik hayatı çilelerle ve hayal kırıklıkları ile dolu geçti. İstanbul Üniversitesi’ni bitirdikten sonra asistan olarak girdiği üniversitelerdeki diğer akademisyenler, ilmî çalışmalarına haset edip burun kıvırdılar; hoca itildi, kakıldı, istifaya mecbur bırakıldı. Gidip tâââ California’da doktora yaptı, sonra geçmişte yaşadıklarını unutup memlekete döndü, tekrar asistan oldu ama aynı tarzda hareketlerle karşılaşınca Türkiye’yi temelli bıraktı ve yine Amerika’ya gidip Harvard Üniversitesi’nde hocalığa başladı.
Orada, Türkoloji ve linguistik sâhasında dünyanın önde gelen âlimlerinden olan rahmetli Prof. Şinasi Tekin ile evlendi, kocası ile beraber Harvard’da senelerce ders verip üniversitenin bünyesinde “Ottoman Studies Foundation”ı, yani “Osmanlı Araştırmaları Vakfı”nı kurdular. Vakıf, iki alanda faaliyet gösteriyordu: 1971’den itibaren “Journal of Turkic Studies” başlığı altında Türkoloji’nin birinci derecedeki kaynaklarını yayınladılar ve Cunda Adası’nda yine üniversitenin bünyesinde “Harvard Üniversitesi Osmanlıca Yaz Okulu”nu açtılar.
Yayın faaliyeti ve okul hâlâ devam ederken, Gönül Tekin yayınlarından elinde bulunan 35 bin 966 adet kitabı önceki yıl Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’ne bağışladı...
CUMHURBAŞKANLIĞI ÖDÜLÜ VERİLECEK
Bu sene verilecek Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri’ne lâyık görülenler arasında Gönül ile Günay Hoca da bulunuyor ve ödül töreni önümüzdeki haftalarda yapılacak...
Her iki hocaya ödül verilmesi, Türk kültürünün akademik alanda daha da yaygınlaşması için yurtdışında senelerden buyana kendi başlarına çaba gösteren bu âlim hanımlar için geç de olsa gelen bir takdir olduğu kadar, Türkiye’de akademisyenlik yaptığı sırada bilgisine duyulan haset sebebi ile yurtdışına gitmeye mecbur bırakılan Prof. Gönül Tekin ile devletin bir yerde helâlleşmesi demektir.
Prof. Dr. Günay Kut, Rami Kütüphanesi’ne bağışladığı kitaplarının yerleştirildiği salonda. Son allâmelerden olan ve 2021’de vefat eden Turgut Kut. Prof. Gönül Tekin (solda) ve kardeşi Prof. Günay Kut ilim yaparlarken. Gönül Tekin ve rahmetli eşi Prof. Şinasi Tekin bir elyazmasını okurlarken.*
Serserinin biri sosyal medyada benim söylediğimi iddia ettiği birtakım saçmalıklar karalamış, bazı safdiller de bu palavralara inanmış ve retweet etmişler.
Ben güya, “İttihatçılık bugün Zafer Partisi ile küllerinden tekrar doğuyor. Evet, Sayın Ümit Özdağ, bugünün Talât Paşasıdır” demişim...
Böylesine garabet ifadeler bana ait değildir; ait olmaması bir tarafa, kanaatlerime de tamamen terstir ve birilerinin bunları benim söylediğime inanıp oraya-buraya göndermeleri de iz’anın memlekette ne hallere geldiğini gösteren acı bir örnektir.
Bu söylediklerimi yine de anlamayacak olanlar için daha açık ifade edeyim: Sosyal medyayı kullanmıyorum, o platformlarda hiçbir hesabım bulunmuyor ve İttihadçılık ile Zafer Partisi’nden bahseden sözler de bana değil, ismimi utanmazca kullanan bir sahtekâra aittir!