Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Mozilla/5.0 AppleWebKit/537.36 (KHTML, like Gecko; compatible; ClaudeBot/1.0; +claudebot@anthropic.com)
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya Kaldığı yerden devam…

        TBMM’de karşılaştığım MHP’nin üst düzey yöneticisi daha bir şey sormadan iki elini yana açıp ekledi:

        “Geçen sene birileri bana şu günlerde yaşananların olacağını söylese, ‘git işine…” derdim…”

        Bu söz sadece MHP yöneticisinde değil, CHP ve DEM Parti’ye de hakimdi…

        Yaşananların kısa sürede bu noktaya gelmiş olmasına kimse anlam veremediğini söylemekten kaçınmıyordu…

        Hepsinin de cümlelerinin ortak paydası bu noktaya gelinmiş olmasının yarattığı memnuniyetten başka bir şey değildi.

        Nitekim TBMM’de dün CHP ve DEM’in Grup toplantılarında kürsüdeki iki genel başkanın sözleri de bunun yansımasıydı…

        Şunu da belirteyim ki bu kez herkes üzerinde yürünmekte olan zemine zarar vermemek için temkinli davranıyor…

        Nedeni de belli.

        Kimse, bugüne kadar 4 kez denenen, her birinde yeniden bozulan terörün olmadığı ülke yaratma çabasına çelme takan olmak istemiyor…

        Özellikle en son 2013’te yaratılan bahar ikliminin yarattığı filizin, bir kez daha soğuk vurmasına uğramasını arzu etmiyor.

        Hatırlanırsa o dönemde de bugünü andıran bir süreç yaşanıyordu.

        BAHÇELİ’NİN ETKİN İNİSİYATİFİ

        Ancak bu kez geçmişten çok daha güçlü bir aktör, MHP lideri Devlet Bahçeli de zeminin sağlamlaşmasına, olası zararların ortadan kaldırılmasına katkı veriyor.

        Bunun en belirgin olanlarından biri, İmralı görüşmelerine katılanların yanı sıra HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile yaptığı telefon görüşmesi…

        Onun sürece verdiği katkıya da teşekkür etmiş olması.

        Terörsüz bir ülkenin yaratılması için birbirine tezat uçta yer alanların birlikteliğinin bu kez sağlanmış olması.

        İki uç aynı hedefte birleşince ister istemez arada kalanlar da katılmaktan geri duramıyor; oyun bozan olmaktan kaçınıyor.

        Şunu belirteyim ki “yurttaşına karşı silahın kullanılmadığı; barışın sağlandığı ülke…” arzusu ortak payda olmakla kalmamış, kamusal bir söylem haline de dönüşmüş.

        Meselenin konuşarak, diyalog ile daha rahat çözüleceği konusundaki kararlılık öne çıkmış…

        Bunun birçok nedeni sayılabilir.

        Ancak görünen şu ki PKK, 2012’de de olduğu gibi “zafer yılı…” ilan etse de halk nezdinde bunların hiçbir karşılığının kalmadığını bir kez daha gördü.

        Sadece Türkiye sınırları içinde değil, sınır dışında da yönetim kadrolarının sürekli MİT tarafından avlanıyor olması örgütü terörden arınmış zemine çekti.

        ÇATIŞARAK ÇÖZÜLMÜYOR

        Devlet de sınırının geniş bir alanını korumak için onlarca birlik göndererek başka ülkenin toprakları üzerinde yapacağı operasyonlarla daha fazla yol almanın olası olmadığını fark etti.

        MHP lideri Bahçeli’nin bu zeminde inisiyatif almasının bir diğer faydası da medyada çatışmadan geçinenlerin aradığı desteği bulamamasını ve susmasını sağlaması.

        PKK devleti silahla yeneceği hayalini hayata geçirebilecek güçte olmadığını gördü.

        Devlet de sürekli dağda asker ve polis tutarak sorunu çözmenin olası olmadığını fark etti…

        Ülke içinde sorunu çözmeden, özellikle Irak ve Suriye sahasındaki Kürtlerin sağlıklı iletişim kurmanın olası olmadığını gördü.

        Suriye’de yeni yönetimle şekillenen fırsatı da iyi değerlendirdi, iç barışı sağlarken, uzun süredir yaratmak istediği Orta Doğu’nun etkin aktörü olma çabasına da hız kazandırdı.

        SİLAHLA ÇÖZÜM ÇAĞI BİTTİ

        Dolayısıyla siyasetin var olan akil aklı devreye girdi ve ortak çözüm noktasında “silahla çözüm çağı bitti” anlayışında buluştuğu barış zeminini oluşturdu.

        Bu zemin, herhangi birinin çıkıp da “ne taviz verdiniz?” diye sorabileceği bir yer olmaktan da çıktı.

        Çünkü zeminin muhatapları bu soruyla muhatap tutulabilecek kişiler değil…

        Bütün kesimlerin buluştuğu ortak payda da belli, “Misak-ı Milli Sınırları içinde demokratik ve hukuki boyutunu tamamlamış bir Türkiye hayalini inşa etmek; bu zeminin getirdiği iklimi bölgeye yaymak…”

        Samimiyet içinde yürütüleceği de açık, en ufak aykırı bir ses yok…

        Buluşulan ise Kurtuluş Savaşı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki ortak tarih geçmişi; ortak kültür ve din…

        KARŞILIKSIZLIĞIN KAZANCI

        İmralı görüşmelerinde de yer alan ve bu zeminin güçlenmesine olumlu katkıda bulunan TBMM Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder’in de önceki gün Habertürk ekranlarında dile getirdiği gibi bu sürecin karşılığında tarafların birbirinden beklentisi de yok.

        Nitekim birinci aşama tamamlandı, çağrı mektubu yayınlandı, PKK kendini feshedeceğini açıkladı.

        Burada elde edilen tek şey var; daha az ölümün olması…

        Kendi içinde en büyük etnik yapı Kürtlerle kavga ederek endişe içinde güçsüz kalmak yerine, barışı sağlayarak güçlenmenin daha faydalı olacağı tartışma kaldırmaz bir gerçek…

        Ayrıca uluslararası engelleri de var; çünkü sorun salt Kürt meselesi olarak da görülmüyor, Türkiye’de yaşam süren birçok kesimde ötekileştirmenin kolaylaştırılmasını da sağlıyor.

        Daha ilerisi bölgede kendi hesabını yürüten başta ABD ve İsrail olmak üzere diğer ülkelerin var olan Kürt yapılarını diledikleri gibi kullanmalarını da sağlıyor.

        KORUMA ALTINA ALMASI GEREKLİ

        Terör örgütünün içinde ne kadar çok ülkenin askeri ve devlet istihbaratının karıştığını bizzat PKK çevreleri dile getiriyor.

        Bunun en iyi örneğinin 33 erin öldürülmesinde yaşandığı da hafızalardaki yerini koruyor…

        Peki, bu zemin sadece açıklamalarla mı ilerleyecek?

        Yoksa kanunlarda bazı değişikliklere de gidilecek mi?

        Şurası açık ki olması gerektiğinden fazlasına dönük bir beklenti her iki tarafta da mevcut değil.

        Olması gereken ne derseniz, bunu en iyi Sırrı Süreyya Önder Habertürk yayınında bir soru üzerine dile getirdi.

        Terör örgütü ile görüşmelerinin olup olmadığı sorusuna, “Bununla ilgili söylenecek bir cümle 16 yıldan başlıyor” yanıtını verdi.

        Ancak Suriye’nin kuzeyinde yerleşik PYD/YPG ile de görüşmeye gideceklerini gizleme gereği duymadı.

        ÇERÇEVE KANUN ÇIKMALI

        Bu durumda zeminde daha sağlıklı ilerlenebilmesi için hukuki düzenlemeye ve görüşmede bulunanlara koruma sağlanmasına dönük bir adımın da atılması gerekiyor.

        Nitekim 10 Temmuz 2014’te Çözüm Sürecinde bu adım atıldı ve o dönem TBMM’de bulunan HDP ve CHP’nin de oylarıyla bir Çerçeve Kanun çıkarıldı.

        Aslında toplam 6 maddeden oluşan kanun, getirdiği koruma açısından sürece katkı verenlere önemli kolaylıklar sağlarken, yapılacakları kolaylaştıran bir özelliğe de sahipti.

        Çözüm Süreci’ni 1,5 yıldır yürütenleri hukuki bir zırhla koruma altına alırken, uzun süredir CHP, MHP, DEM ve İYİ Parti’den gelen açıklamalar doğrultusunda parlamentoyu da sürecin yürütüleceği bir zemine dönüştürdü.

        Kabineye de yapacakları konusunda etkin yetkiler sağladı.

        Kamu görevlilerini ileride oluşabilecek zararlardan korurken, ellerini de rahatlattı.

        Negatif barıştan, pozitif barışa geçilmesini kolaylaştırdı.

        Yani, çatışmanın sona ermesi aşamasından, çatışma nedenlerinin ortadan kaldırılması için ortak çaba gösterilmesinin yolunu kolaylaştırdı.

        Çerçeve Kanun, o dönem geniş kesimlerin desteğini almış, CHP’nin de katkı vermesini sağlamıştı.

        Benzer bir yasaya ihtiyaç olduğu bugün de açık…

        Dolayısıyla yakında bir Çerçeve Yasa gelmesi kaçınılmaz görülüyor.

        Bunlar da bir şartın yerine getirilmesi gibi algılanacak işler arasında yer almıyor…

        MAHKUMİYET YERİNE TUTUKLULUK TARİHİ

        Bir diğeri ise cezaevlerinde gittikçe artan ve yatacak yer kalmamasına yol açan mahkum sayısının azaltılması.

        Pandemi döneminde ceza süresinin bitimine az kalan mahkumlar salıverilmiş ve bir daha dönmeleri istenmemişti.

        Uygulama gözaltına alınıp tutuklandığı tarih yerine, mahkumiyetin kesinleştiği tarih baz alınarak yapılmıştı.

        Türkiye’de yargılama süreci çok uzun olduğu için önceden yatılan süreler sanki içerde yatılmamış gibi kabul edilmesine neden olmuş tepkilere yol açmıştı.

        Şimdi, mahkumiyetin kesinleştiği tarih yerine, tutuklandığı gün baz alınarak yeniden hesaplanmasına yönelik Kanun değişikliği çabası var.

        Eğer böyle bir düzenleme olursa, bundan en çok yararlanacak olanların, toplu davaların uzun sürmesi dolayısıyla terör suçundan yatmakta olanlar olacağı görülüyor.

        Kanun değişikliğinin MHP tarafından öneriliyor olması da TBMM’den geçmesini kolaylaştıracağa benziyor.

        Aslında değişen bir şey de yok, 1991’den başlayan ve 2014’te kaldığı yerden devam eden bir zeminde deneyim kazanılmış olarak ilerleniyor…

        Türkiye aradan 11 yıl geçtikten sonra bıraktığı yerden terörsüz bir Türkiye’nin kapısını aralamaya ramak kalmış bulunuyor...

        Umarım bu fırsat da bir kez daha heba edilmez…

        Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.