Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya Her adımı bir öncekini unutturdu...

        ÇATIŞMALARIN hızlı ve iç içe geçmiş şekilde ilerliyor olmasından olsa gerek, Orta Doğu’da hafızalar da öncekini çabuk unutuyor.

        Bölgede yaptığı katliam ve işgalleri en çabuk unutturma başarısı gösteren de İsrail...

        Gazze işgalinin ardından yöneldiği Lübnan’a girişi de bunun en iyi göstergesi...

        Son dönem yapılan yorumları hayretle izliyorum.

        Sanılır ki İsrail Lübnan’a ilk kez giriyor...

        Oysa Lübnan topraklarını işgal etmeye hiç yabancı değil, hem de defalarca bunu yaptı.

        Her birinin ardından da pişkinliğini sürdürdü...

        Başka BM olmak üzere Ceza Mahkemesi dahil, uluslararası kurum ve kuruluşların kararlarını da her bir aşamada çiğnedi; sanki ilk kez böyle bir adım atıyormuş edasıyla katliamlarına devam etti.

        İlk işgali davasını savunmak için Lübnan içinde üs kuran Filistinli gençlere yönelik oldu.

        İLK İŞGALİNİ 46 YIL ÖNCE YAPTI

        Filistinli militanlar tarafından kurulan kampları yok etmek amacıyla ilk olarak 1978’de Lübnan’ı işgal etti.

        O dönem hedefini 8-10 km olarak belirledi ama üç gün sonra Litani Nehri’ne kadar ilerledi ve işgalini 20 km seviyesine kadar ulaştırdı.

        Buradan da 22 yıl boyunca ayrılmadı.

        Üstelik, ikinci işgalinin boyutunu 4 yıl sonra 1982’de çok daha ileri götürdü ve Başkent Beyrut’a kadar uzattı, üç yıl boyunca da işgal ettiği Lübnan topraklarının %10’undan çıkmadı.

        Filistin’de işgal ettiği topraktan çıkması için Lübnan içinde başlatılan mücadeleyi kendi işgalinin ikinci gerekçesi yaptı ve adına da “güvenlik bölgesi” dedi.

        BM’nin de devreye girmesi sonrası İsrail, sınırdan 30 km (18 mil) kadar içeriye uzanan bölgede silahlı güç bulundurulmaması gibi şartla, 2006’da ancak bölgeden çıktı.

        İsrail geçen yıl da Hizbullah güçlerinin Lübnan’da Litani Nehri’ne kadar dayandıklarını ileri sürerek, BM tarafından silahsızlandırılmış bölgenin ihlal edildiğini ileri sürerek bu güçlerin Nehrin kuzeyine çekilmesi gerektiğini belirtti ve saldırı gerekçesi olarak gösterdi.

        Son günlerde sürekli dile getirilen 2006 Kararı diye sözü edilen de bu anlaşmaya dayanıyor.

        Eğer bir ülke kendi sınırını kontrol altında tutamıyorsa sınırdaş ülke ile yapılacak anlaşma sonucu buranın ortak kontrolü sağlanabilir; ki Ankara ile Bağdat arasında yapılan anlaşmalar da bunun en iyi örneğidir.

        Ancak İsrail bunun ötesinde hep işgal ederek toprak genişletmeye ve orayı uzun yıllar elinde tutmaya dönük bir politika izledi.

        Kimse de dönüp, bir devletin silahlı güçlerini ülkesinin dilediği noktasında bulundurma hakkına sahip olduğu gerçeğini dile getiremedi...

        Buradan aldığı cesareti Filistin devletinin her bir arazisinde kullanma hakkına çevirdi.

        WORLD CENTRAL KİTHEN KATLİAMINDAN LÜBNAN’A

        Son örneğini de Gazze’de gösterdi.

        Üzerinden çok zaman da geçmedi, bugün Gazze’ye yardım götürmekten başka bir şey yapmayan Washington merkezli World Central Kitchen’ın açıkça işaretlenen kamyonuna İsrail dronlarından füzelerle saldırıldığını konuşmuyor bile...

        Üstelik, ABD, İngiltere, Polonya ve Avustralya’dan gelen 6 yardım gönüllüsü ve Filistinli bir şoför hayatını kaybetti...

        “Korkunç bir trajedi...” denilip geçildi...

        Bu da İsrail’i daha da azdırdı...

        Hatta o denli ki, Biden Gazze’ye saldırıyı durdurması için bizzat ziyaret etmesinin hemen ardından kara harekatını başlattı.

        Lübnan’a saldırısının Orta Doğu’da çok daha büyük bir savaşın tetiklenmesini de beraberinde getireceği konusunda ABD yönetiminin her bir uyarını da “devam edin” gibi okudu ve Lübnan’a kara harekatı başlattı.

        Üstelik Hizbullah’ın en tepe ismini roketlerle vurup öldürmesinin hemen ardından bu harekata girişti.

        Sonunda İran’ın füzeleriyle karşılaştı...

        Bölgede gerginlik aşırının ötesine geçti, adı konulmayacak kadar büyük bir karmaşaya dönüştü...

        Çözüm için diplomasinin tutacağı dal da bırakmadı...

        Üstelik işin boyutunu da çok daha tehlikeli bir aşamaya getirerek.

        ABD HİÇBİR ZAMAN NÜKLEER SİLAHI OLANA SALDIRMADI...

        Bir kaç gün önce ABD merkezli yayın kuruluşunun yorumcusunun şu tespiti de gelinen noktayı açık gösteriyor:

        “ABD, hiçbir zaman nükleer silahlı bir devlete saldırmadı. Onunla diplomatik müzakere ile mücadele yolunu seçti...”

        İran’ın bir hafta içinde nükleer silaha sahip olabileceğini söyleyenin de Beyaz Saray yönetiminin en önemli ismi olduğu gerçeğini bu cümle ile buluşturun...

        Ortada ciddi bir durum var...

        İran, füzelerinin gücünün İsrail’e ulaşacağını ve Demir Kubbenin işe yaramayacağını gösterdi.

        Ayrıca unutulmamalı ki İran’ın bu coğrafyada İsrail’in yanı başında bulunan Yemen’den Suriye’ye kadar uzanan alanda her şeyi göze alabilecek vekil savaşçıları var.

        Ama İsrail’in böyle bir gücü de bulunmuyor; ABD’nin bölgeye gelen askeri gücüne güveniyor.

        Bunun Afganistan’da, Irak’ta sonuç getirmediğini, bir gün çekip gittiği gerçeğini görmezden geliyor.

        Bölge içinden çıkılmaz güvensiz ve bir o kadar da macera dolu hale gelirken, kimse bir hafta sonrasında ne olacağını tahmin dahi edemiyor.

        Tıpkı İran’ın füzeleri gibi...