Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya Aykırılıklar kampüsü…
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ÜNİVERSİTE yerleştirme sonuçları dikkat çeken aykırılıklarla dolu…

        Her ne kadar genel kontenjanların %99,8’i dolmuş görünse de asıl sorun “Nasıl yerleştiler?” sorusunda karşımıza çıkıyor.

        Çünkü yerleşenlerin ağırlıklı bölümü devlet okullarını tercih etti…

        Buna neden de üniversite okuma maliyetlerinin aşırı yükselmesi…

        Sonuçta vakıf üniversitelerindeki boş kontenjan sayısı geçen yıla göre üç kat arttı.

        Öğrenci gelmediği için zaten güç bela ayakta duran bazı vakıf üniversitelerinin bu dönemi çok zor geçireceği de aşikar…

        Alarm veren bir diğer nokta ise fakültelerin durumu…

        Eğitim fakültelerine bu dönem “Nasıl olsa öğretmen atanamayacağım” endişesiyle kayıt olanların sayısında ciddi düşüş yaşandı…

        Bunlar işin bir yönü…

        ARALARINDA ON BİNLER VAR

        Bir diğer taraf var ki bir şekilde vakıf üniversitelerine kayıt olan öğrencilerinin geleceğini ilgilendiriyor…

        Sözünü ettiğim üniversitelerde yüzdelik olarak 4 farklı şekilde uygulanan, destek amaçlı farklı modelleri de bulunan “burs sistemi…”

        Öğretim teknolojileri alanında önde gelen isimlerden, ODTÜ Eğitim Fakültesi’nden Prof. Dr. Soner Yıldırım ile sohbet ederken dikkatimizi çekti.

        Her ikimizin de yakını, Ankara’nın bilinen iyi bir üniversitesinin iktisat bölümünü kazandı.

        Yakınım ÖSYM sınavında 6 bininci oldu; kaydını %50 bursla yaptırdı.

        Prof. Yıldırım’ın yakını ise sınavı 16 bininci sıranın biraz üzerinde tamamlamış, o da aynı bölüme burssuz kaydoldu…

        Her iki gencin arasında 10 binden fazla sıra var…

        2 BİNİNCİ OLAN İLE 150 BİNİNCİ AYNI SINIFTA…

        Prof. Dr. Yıldırım, “Bu daha ne ki, vakıf üniversiteleri 2 bininci sıradan burslu, 150 bininci sıradan da burssuz öğrenciyi aynı bölüme alıyor…” diye söze girdi.

        Yani başarı düzeyi 2 bininci sırada olan bir çocuk ile başarı düzeyi 150 bininci sırada olanı aynı dersliğe koyuyor…

        Her ikisi de diyelim ki aynı matematik dersini alıyor…

        Yani sınavda 4 matematik neti olan bir öğrenci ile 40 sorudan 39’unu çözen aynı sınıfta var sayın ki bilişim sistemleri okuyacak…

        Verdiği bir diğer örnek ise hayret verici…

        Yine bildik bir vakıf üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümüne ilk 1000 arasından, hatta ortalama alındığında ilk 800 içinden burslu öğrenci almış…

        Burssuz okuyacak öğrenciler için de aynı bölümü, ilk 30 bin sıralama içine girenlere açmış…

        İkisinin arasında 29 binden fazla sıra var…

        Aralında bu denli uçurum bulunan iki farklı öğrencinin aynı sınıfta birbirlerini olumlu etkilemeleri olası mı?

        POZİTİF AYRIMIN NEGATİF GETİRİSİ

        Buna bir de bu yıl uygulanan “pozitif ayrımcılık” kapsamında 35 yaş üstü kadınlar için getirilen kontenjandan gelen öğrencileri eklendiğinde sınıflardaki algı kademesini varın siz hesaplayın.

        Çünkü YÖK 35 yaş üstü kadınlara bu yıl ilk kez getirdiği özel kontenjan ile Boğaziçi üniversitesine 166, ODTÜ’ye 190, Galatasaray’a 207, İTÜ’ye 223 puanla girme olanağı var…

        Prof. Dr. Soner Yıldırım’ın itirazı da buna…

        En düşük bölümüne dahi giriş puanı 450-500’den başlayan bu fakültelere, baraj uygulansa açık öğretime giremeyecek kişilerle çok yüksek puan alanları koymanın eğitim sistemini bozacağı kanaatinde…

        Önerisi herkesi aynı sınava sokmayıp, temel bilimler ile mühendislik, hukuk, tıp gibi meslek bilimleri sınavlarını ayırmak…

        Hatta devlette veya özel sektörde çalışmakta olup, sırf kademe yükselmek için sınava girip dışarıdan fakülte bitirme peşinde olanlar için de farklı bir sınav yapılmasını sağlamak…

        GRUBUNUZ ÖNEMLİ Mİ?

        Eğitim bilimci Dr. Özgür Bolat da düşük puanlılar ile yüksek puan alanların aynı sınıfta konulmasının yanlış olduğu görüşünü savunanlardan…

        Bu konuda biri Princeton Üniversitesi, diğeri ABD Hava Kuvvetleri Akademisi’nde yapılmış farklı üniversitelerden bilim insanlarının katıldığı iki araştırmayı yolladı…

        “Grubunuz önemli mi?” başlığını taşıyan araştırma, önemli veriler sunuyor.

        Zorlu rekabetin akademik performansı nasıl olumsuz etkilediğini bilimsel çalışmayla sergiliyor.

        İlki stereotip; bu kuramı ilk kez dile getiren Lipmann’ın tanımıyla, insanları içine yerleştirilen kalıplarla tanımlamak diye aktarabiliriz.

        Bir öğrenciyi baştan diğerinden çok daha kötü olarak tanımladığımızda veya eşitlenme eşiği çok yüksek olduğunda olumsuz bir sonuca yol açıyor.

        Yani ilk 800’de olan bir öğrenci ile 30 binde olan öğrencileri yan yana koyduğunuzda sonra olanlar kendilerini dersten soyutluyor, başarısızlığa terk ediyor.

        AYNI GRUPTA OLMANIN GETİRDİĞİ DEZAVANTAJ

        ABD Hava Kuvvetleri’nde yapılan bir diğer araştırmada da benzer sonucu veriyor.

        Bilim insanları ilk adımda, “daha düşük notlara sahip öğrencilerin, okulda başarılı olan öğrenci arkadaşlarıyla zaman geçirirlerse akademik olarak gelişme gösterecekleri” savına sığınıyor.

        Hava Kuvvetleri Akademisi de aday pilotlardan oluşan filonun kompozisyonunu kasıtlı olarak buna uygun tasarlıyor.

        Not ortalaması ve SAT puanları düşük olanlarla, çok yüksek olanları birlikte gruplandırıyor.

        Sonuç başarısızlıkla sonuçlanıyor…

        DENEMEKTEN VAZGEÇİYOR

        Düşük performanslı öğrenciler, kendileri gibi düşük performansa sahip arkadaşları ile birlikte olduklarında sergiledikleri başarının çok gerisinde bir noktaya düşüyor…

        Çünkü “Yüksek performansla uçan filo arkadaşlarıyla rekabet edemeyen düşük performanslılar, başarılı olmayı denemekten vazgeçiyor…”

        Aynı zamanda da iktisatçı da olan Bronson ve Merryman, yaptıkları araştırmanın sonucunu şöyle özetliyor:

        “Yarışmalar yalnızca eşit bir eşleşme veya yakın bir yarış olduğunda işe yarar; öyle ki ekstra çaba, kazanmak ve kaybetmek arasında belirleyici olur. İnsanların en azından savaşma şansına ihtiyacı var. Liderlere meydan okunmadığında biraz kaçarlar. Çok geride olanlar, kazanmanın mümkün olduğuna dair herhangi bir histen yoksun olduklarından, o kadar da çabalamayı bırakırlar…”

        EŞİT YETİYE, EŞİT EĞİTİM

        İnsanoğlu bu; teknoloji karşısında duygusu değişmedi…

        Çevresinde hissettiği ipuçlarına karşı son derece duyarlı oldu, onun göstergelerinde hareket etti.

        Etmeyenler de oldu, onlar da zaten aradan sıyrılıp, farkını ortaya koydu…

        Ancak sayıları hep çok azda kaldı…

        Umarım karar tekrar gözden geçirilir, eşit yetiye, eşit eğitim verilir…