Zeytin üreticileri iyi haberi verdi. Zeytinde bu yıl toplam ürün bereketi yaşayacağız. Bu çok iyi değil mi? Dünyanın en kadim coğrafyasında tarihin en kadim meyvesinin yokluğunu çekmek hakikaten hak ettiğimiz bir şey değil…
Geçenlerde Ayvalık’ta Zeytin Hasat Şenliği yapıldı. İşin reklam boyutunu saymazsak yüzlerin güldüğü ortadaydı...
Geçen yüzyılın başlarında İspanya’ya Kızılçam fideleri karşılığında verdiğimiz zeytin fideleri o coğrafyayı zeytin üretimi ve ihracatında birinciliğe taşırken, bizim her biri el bombasını andıran çam kozalakları ormanlarımızı bir yerine iki kere yaktı…
Arayı kapatmamız için önce yaptığımız işe, ürettiğimiz zeytine, çıkardığımız ve sattığımız ürüne inanacağız, inandıracağız…
Anadolu zeytini Antakya’dan Artvin’e, Bursa’dan Muğla’ya kadar toplam coğrafyamız içinde yüz yıllardır her anlamda yüz akımız. Ve şimdi ayağa kalkmak üzere olduğunu görüyoruz…
Bu hafta sonu Milas’ta Zeytin hasadı var. Yine şenliklerle kutlanacak. Kaymakam Mustafa Ünver Böke, Belediye Başkanı Fevzi Topuz, MİTSO Başkanı Reşit Özer, Muğla İl Tarım ve Orman Müdürü Barış Saylak ve nice coğrafik gönüllü dünyanın en iyi zeytinlerinden biri olarak kabul gören Memecik zeytinini dalından toplayacak…
Sonrası önemli sevgili okur. Çünkü bu zeytinden üretilen zeytinyağı şimdi eloğlunun ABD pazarına rezerv koyduğu bir mamul oluyor başka ellerde…
Bizim ellerimizi, kollarımızı hatta bütün gövdemizi sıyırarak zeytin ve zeytinyağı tarihinin kodlarını yazan Anadolu’nun Antakya’nın, Edremit’in, Milas’ın, Gemlik’in sesini duyurmamız gerekiyor uzak coğrafyalara. Bizim olanın hakkını yine bizim yiyebilmemiz için…
En kadim meyvede zeytinyağı gibi üste çıkabilmemiz için şimdi ve sonrası hasat zamanıdır. Nokta!
***
Siz yine siyasetinizi yapın ama…
“Sosyal belediyecilik” kavramını siyaseti kullanarak konserlere ya da sanat performanslarına hapsetmek hayırlı bir şey değil bana göre…
Bunun orta kısa vadede sıkıntıları sadece bir değil hemen tüm partilerin ortak meselesi haline gelecektir. O yüzden ortak bir tanım gerekiyor. Dünü ve günü yargılayalım ama yarının belediyeciliğine de bir tanım getirelim…
Elbette ki belediye dediğin halkın tüm ihtiyaçlarını yerelden ve ilk elden halletmesi gereken kurumlar. Daha önce de yazdığım gibi gereksinimler içinde eğlenmek ve sosyalleşmek de var. Ama ilk sorun bu değil, olmamalı da…
Zamanın ruhu gereği başta depremsellik, alt ve üst yapı, ulaşım, kısmen de olsa temel tüketim maddelerine erişim, fiziki hayatın kolaylaştırılması ve yaşadığımız yeri bölüştüğümüz başka canların hayatının sürdürülebilir hale getirilmesi önceliklerimiz. Buna ilave olarak da unuttuklarımı ekleyebilirsiniz…
Merkezi yönetimle partiler üstü bir dil oluşturacak yerel yönetimler halkın kimi zaman yüksek sesle dile getirdiği sorunları yerinden çözebilir, “sorun- mazeret” cenderesinden tüm paydaşları kurtarabilir. Böyle bir koalisyon herkesin hanesine artı yazar…
“Yahu Mesut, şu siyasi ayrışma içinde dediğin ne kadar mümkün?” diye sorup üzerine “romantiksin” tespiti yapanlar için on yıllardır aynı örneği veriyorum; “Eskişehir”…
Aynı partiden olmayan birçok aklın, modern kentleşme öznesinde buluştuğu ve kimsenin diğerini kırmadığı bir modeldir bu. Birçok yeteneğinin yanı sıra Yılmaz Büyükerşen hocamızı unutulmaz yapan da bu modeli doğru yönetmesidir…
Kayyum, konser, meclis kavgalarını bir kenara koyup halkın hizmet hakkına süre ayırmamız gerekiyor sayın başkanlar…
İstanbul’da misal otobüsler yanıyor, Afyon’da 15 yıldır muayenesi yapılmadığı için kamu araçları bağlanıyor, birçok büyük kent ve ilçede refleks gerektiren insani meseleler çoğunlukla kaynak yokluğundan paspasın altına süpürülüyor ve sorun kar tanesinden çığa dönüşüyor…
Herkesi bir süreliğine koltuğuna ve sıfatının hakkına davet ediyorum. Siyasi pratikte kavga da gürültü de bitmez. Ama insanın hak ettiği hizmet böyle topal ördek yürüyüşüyle bir yere gitmez!
***
Bodrum yeni lüks kavramının peşinde!
İstanbul’da hafta sonu gerçekleşen Lüks Gayrimenkul Fuarı ve Zirvesi’ni dikkatle izledim. Malumunuz bir süredir gayrimenkul sektöründe işler pek de yolunda değil…
Haliyle adının içinde “Lüks” geçen bir fuar bu anlamda daha çok dikkat çekiyor. Öncelikle şunu söyleyeyim. Alternatif bir hayat isteyenler lüks kavramını yeniden tanımlamış…
Bu kavram İstanbul’da yüksek güvenlikli konforlu siteler olurken, Ankara’da gökdelenler etrafında toplanıyor. İzmir’i bilmem ama Lüks kavramının içine boylu boyunca giren yeni kentimiz Muğla…
Bir dönem herkesin sahil kasabası olarak bellediği o coğrafyada işler artık kentleşme boyutuna kadar geldi ilçelerde. Bodrum bu işin prototipi olmuş durumda…
Bırakın kenti, neredeyse büyük şehir kıvamına gelmiş olan Bodrum’da Lüks, tersine bir akım oluşturmuş…
Artık insanlar iç içe geçmiş dar sokaklara ya da denizin hemen kıyısına dikilen villalara milyon dolarlar vermek yerine merkezden kısmen uzak ama Bodrum dokusunu iliğine kadar taşıyan Yahşi, Meşelik, Mazı gibi köylerde butik evler peşinde koşturuyor…
Neden? Kolektif alana mesafeli ama doğal ve tarihsel yapıyı bireysel tercihe uyarlayabilen bir hayat tarzına Lüks denebiliyor artık.
Çılgın kalabalıktan uzak olmak eskiden inziva şimdi ise Lüks olmuş kısacası. Yatırımlarını bu rotalara kaydırmış sektördeki işadamlarından Koray Özkurt konuşmamızın finalinde, “Bodrum Türk turizminin lokomotifi oldu ki bunu herkes kabul ediyor. Ama odak değiştiren lüks kavramında da öncülük yapacak hale geldi. Akdeniz coğrafyasında markalaşmış rotalardan farklı olarak hala bakirliğini koruyor. Buradan sonrası çok daha önemli bana göre. Bu yapıyı asla zedelemeden, Bodrum’u antik çağdaki zarafetiyle yansıtacak butik çalışmalara ihtiyaç var. Kent merkezi ve bazı kalabalık köyler için bu çok mümkün değil. Saatimizi buna göre kuruyoruz” diyor…
Belki de sektörde işler stabil giderken “Lüks” tanımının peşinden koşanların bu mantaliteye talip olması bu yüzden…
Dilerim hurda olmadın marka olabiliriz. Umudum bu yeni lükste!
***
Hakikat acıtır!
“Biz nasıl bu hale geldik?” diye soranlara bir önerim var. Show TV’nin “Kalpazan” dizisinde bu sorunun yanıtı aşamalarıyla birlikte veriliyor…
İyi bir insan olarak kalma çabasının çevresel faktörler ve günümüz gerçekliğiyle örtüşür bir tarafı yok. Çünkü yaşıyoruz işte, saf kötülük her yerde!
Yine de bir sosyolojik izaha ihtiyaç duyanlara Kalpazan dizisinde Timuçin Esen’in hayat verdiği Adem karakterini takip etmelerini öneririm…
Aslında Âdemoğlunun kötüye doğru evriminin ayrıntılı halini, her pazartesi yayınlanan yeni bölümde biraz daha şaşırarak izliyorum…
Hayatı dizi replikleriyle tarif etmek gibi bir çaresizlikten değil, hakikati dizi repliğine sığdırmak gibi bir zenginlikten bahsediyorum. Bu sezon takip ettiğim az sayıdaki iyi işlerden biri Kalpazan!
Kalpı değil hakikati basıyor çünkü ekrandan…