Akbank Kısa Film Festivali’nin ‘özel’ konuğu Nuri Bilge Ceylan’ın dinlemek için Akbank Sanat’ın İstiklal Caddesi’nin girişindeki binasındayız. İkinci kattaki salona çıkan merdivenlerde onlarca kişi NBC’yi dinlemek için sıra bekliyor. Popüler bir dizi oyuncusu, şarkıcı ya da maç kuyruğundansa usta bir yönetmen için böyle bir sırada beklemenin beni neden mutlu ettiğine şaşırarak yukarı doğru çıkıyorum. Salon küçük... İçerisi, tıka basa, Yusuf Atılgan’ın ‘Aylak Adam’da bahsettiği ‘sinemadan çıkmış insan yaratığı’yla dolu! Çoğunluğu gençlerden oluşan ama her yaş grubundan, ‘gördükleri filmleri onlara bir şeyler yapmış sinemadan çıkmış insan yaratıkları’ bir ustayı dinleyecek olmanın heyecanıyla sahnedeki, boş kırmızı koltuklara bakıyor. Ve biraz sonra spor ayakkabıları, koyu renk kot pantolonu, siyah deri ceketiyle Nuri Bilge Ceylan sahneye geliyor. O yerini alırken alkışlar kulakları çınlatırken, ‘sinema yaratıklarının’ yüzlerindeki tebessüm de salonu dolduruyor. ‘Saygı’ elle tutulur, gözle görülür bir şey olsaydı, o gün o salonda fotoğrafını çekebilirdim eminim...
Festival Direktörü Selim Evci’nin sorularıyla anlatmaya başladı NBC!
"FİLM SETİNDE HER ŞEY BİR MUCİZE GİBİ GELİYORDU"
Çocukluğunun geçtiği Çanakkale Yenice’de her gün yeni bir Türk filmi gösteren sinemayı anlattı. “Nasıl yaşamamız gerektiğini ve ne olmak istediğimizi o sinemadan öğrendik. Filmler değiştiği için de her gün hayallerimiz değişirdi” diye devam etti. Cüneyt Arkın en büyük kahramanıymış o zamanlar mesela...
Yenice’den çıkış, fotoğraf tuksu ve ardından sinema...
Mehmet Eryılmaz'ın teklifiyle yönetmenlikten önce oyunculuğa başlamış: “Filmdeki bütün aşamalara dahil olmak şartıyla, bir film nasıl yapılır öğrenebilirim diyerek oyunculuğu kabul ettim... Her aşamaya da dahil oldum, kamerayı öğrendim, montajına girdim. Tüm o süreç boyunda bana her şey mucize gibi geliyordu...”
O sette ‘mucize’lere inanmaya başlamış işte... Sonra aldığı ilk kamerayla annesini, babasını çekmeye başlamış. O ikisinin yaşantısından bir çatışma çıkarmaya çalışarak kurguladığı ‘Koza’nın 1995’te Cannes Film Festivali’ne kabul edilmesine hala şaşırıyor gibiydi: “Film 21 dakikaydı, Cannes’da kısa film için maksimum süre 15 dakikaydı. Kesip parçalar çıkardım, filmleri bantla yapıştırarak filmi 15 dakikaya indirdim. Cannes’da gösterilirken o 15 dakika bitmek bilmedi, bana çok uzun geldi, bir ara yer yarılsa içine girsem dedim. Ama 'Koza' çok şey öğretti bana... Öğrenmenin en iyi yolu hata yapmak. Kendinizi ortaya atacaksınız. En iyi senaryoyu yazmak için beklemeyeceksiniz. Harika olduğunda bile şüphe duyacaksın. Belki tam tersini çekeceksin...”
"BİLDİKLERİM BENİ İLGİLENDİRMİYOR, BİLMEDİĞİME YOĞUNLAŞIYORUM"
Salonda çıt çıkmıyor! Kalabalıklar önünde konuşma konusunda çok da maharetle olmadığın düşünse de usta yönetmen ufak ufak içini açıyor. 65 yaşındaki NBC, “İnsan bedenen yaşlanıyor ama ruhu çocuk...” diyor. Hayatı, insanı anlamaya çalıştığını söylüyor: “Bilinç daha çok bilmediği bölgelere yoğunlaşıyor. Ben mesela öğretmen olamam. Çünkü bildiklerim beni ilgilendirmiyor. Bilmediğim, kendi ruhumun, dünyanın veya hayatın sırları kafama takılıyor ve onların peşinde gidiyorum. Film yapmak da asla bir bildiri ya da bildiklerimi diğer insanlara aktarmak değil. Film yaparken ben de bir anlam arıyorum, öyle motive oluyorum. Film yapmak bir tür terapi gibi benim için.”
Bir soru üzerine Dostoyevski, Çehov sevgisini anlatıyor: “Cemal Süreya’nın ‘1944 yılında Dostoyevski'yi okudum. o gün bugün huzurum yoktur’ dediği gibi... Çehov’u, Dostoyevski’yi kendimi, insanı tanımama yardımcı oldukları için seviyorum...”
Beat Kuşağı’nın önemli isimlerinden Jack Kerouac’tan, onun bizde ‘Zen Kaçıkları’ diye çevrilen ‘Dharma Bums’ kitabından, hippi akımında etkilendiğini söylüyor. Nuri Bilge Ceylan’ı bir hippi olarak gözümün önüne getiriyorum, sadece birkaç saniye sürüyor. “Gençlik” diyor: “Gençlikte duygular merak daha büyük...” Bisikletiyle çıktığı yolculukları, o yolculuklarda gittiği şehirlerde, kasabalarda, köylerde karşılaştığı insanların öykülerinin kendisini nasıl zenginleştirdiğini anlatıyor. “Artık otellerde kalıyoruz” diyor biraz mahsun. Sinema eğitimi alan oğlu Ayaz’ın Kuzey Kutbu’ndan aşağıya yaptığı yolculuğu anlatırken sesi o genç Bilge oluyor: “O yolculuk Ayaz’a çok şey kattı, görebiliyorum.”
"ÇEKMECESİNDE BİR SÜRÜ PROJESİ OLAN YÖNETMENLERDEN DEĞİLİM"
Salondaki ‘sinema yaratıkları’ yeni şeyler bekliyor ondan. Ama onun acelesi yok. Kendisi için ‘zaman’ın dünyadaki en trajik şey olduğunu belirtiyor. Zaman kavramı benliğine hakim olduğunda her şeyin anlamını yitirdiğini söylüyor: “Her şeyi çok anlamlı bulan biri değilim. Her şeyin boş gelme duygusu beni çok kolay etkisi altına alabiliyor...”
Dedim ya acelesi yok, konuşurken de öyle yavaş yavaş, tane tane anlatıyor. Ağzından çıkan her kelime için saatlerce düşünüyormuş gibi.
Bu aralar daha çok fotoğrafla ilgilendiğini söylüyor: “Çekmecesinde bir sürü projesi olan yönetmenlerden olmadım hiçbir zaman. Çünkü bir film yapmak insanı değiştiriyor. Ayna anda iki proje Dolayısıyla duygularıma bırakıyorum, bekliyorum, kitap okuyorum, geziyorum sonra kendiliğinden bir şey yavaş yavaş hakimiyet kuruyor üzerimde. Film çekmek için onu bekliyorum. Belki de artık hiç film çekmem, bilmiyorum. Proje bazlı film çeken biri değilim...”
Hemen telaşlanmayın, endişe edecek bir durum yok... O ‘üzerinde hakimiyet’ kuran duygu onu yeniden bulacaktır. Salondaki herkes bundan emin. Kimse onun bir daha film çekmeyeceğin düşünmüyor, bir an bile...
Onun da bundan bir endişesi olmadığına eminim... Yeni bir film yapmakla ilgili onun endişesi başka!
Gectiğimiz haftalarda Habertürk’ten arkadaşımız Mehmet Çalışkan’ın bir haberinin konusu Nuri Bilge Ceylan’ı düşündürüyor. Zaten kimse sormadaN o açıyor konuyu...
"TELİF KONUSUN OLAN SAHNEDE BEN DUYGU MONTAJI YAPIYORUM, ŞARKIYI DUYMADIM"
Hatırlayacaksınız Ceylan’ın son filmi ‘Kuru Otlar Üstüne’nin bir sahnesinde Fehrat Göçer’in ‘Son Aşkım’ şarkısı duyuluyor 8-9 saniye! İşte bu kısacık an yüzünden usta yönetmen şarkıyı izinsiz kullanmak ve telif ihlali yapmakla suçlanmıştı. Konu sonradan tatlıya bağlandı ama söyleşi sırasında bu ‘telif’ konusunu usta yönetmenin kafasına takıldığı anlaşılıyor!
“Biz nasıl film çekeceğiz artık” diye girdi konuya NBC: “Biz film çekerken sokaktan geçen adam ben filmde göründüm diye telif istese ne diyeceğiz! Ferhat Göçer’in şarkısının duyulduğu sahnede karakter zap yapıyor. O sırada birkaç saniye şarkı duyuluyor. Ben şarkıda değilim ki ben duygu yakalamaya çalışıyorum, duygu montajı yapıyorum. Mesela bir dizi sesi de geliyor, Tamer Levent’in sesi. Telif istese ne yapacağız. Ben duymadım o şarkıyı ekipten duyan olmuş ama 10 saniyeden kısa telif sorunu olmaz diye düşünmüş. 10 saniye ABD’de var bizde o da yok. Böyle şeyler bizde olmaz diyordum oldu. Hollywood’da sokaktan geçen adamlara imza attırıyorlar sonradan hak doğmasın diye. Ya da sokağı stüdyoda baştan yaratıyorlar bu sorunlara karşı ama çok büyük bütçe. ‘Memory’ filminin yönetmeni Michel Franco arkadaşım. Filmi New York’ta sokakta çeceklerini söylediklerinde Jessica Chastain ‘İzinle uğraşma korsan çekelim, izinle uğraşılmaz’ demiş. Fotoğrafta da böyle ben dünyanın dört bir yanında portreler çekiyorum. Adama fotoğrafları kullanmak için ‘izin kağıdı imzala’ diyorum yüzü değişiyor... Nasıl olacak bilmiyorum; biz nasıl film çekeceğiz artık!”
"POLİTİK MESELELER DEĞİL KARAKTERLER ÜZERİNE FİLM YAPIYORUM"
Politik, sosyolojik meseleler üzerine değil karakterler üzerine film yaptığını söylüyor Nuri Bilge Ceylan... Kuru Otlar Üstüne’de Nuray ile Samet arasındaki politik diyaloğun amacının her iki karakterin de birbirini incitmek olduğunu söylüyor: “Benim için o incitme arzusu önemli orada. İkisini de amacı bir gerçeği ortaya çıkarmak değil. Özellikle kız için amaç karşı tarafın alt edip incitmek. Başka bir şey söylemek istiyor ama yansıtma yapıp buradan yükleniyor. Kurguda dikkat ettiğim şey bu duygu. Politik meseleler değil. Onlara bir çözüm getirmek gibi de bir niyetim yok. Ama varlığını hissettirmemek kaçak dövüşmek gibi olur. Erzurum taraflarında bir film çekip hiç bunlar yokmuş gibi davranmak istemiyorum. Bunun varlığını, böyle sorunların olduğunu belirtmek istiyorum... Ama tarafımı çok belli ettiğimde karakterler arasındaki mücadele gümbürtüye gidiyor. Diyorlarki bu böyle konuşmaz, böyle söyler... Onun amacı bir gerçeği ortaya çıkarmak değil ki karşı tarafa acı vermek. Onun için ne aklına geliyorsa onu söylüyor. Hayatta da böyle! Biz eşimle tartışırken kontrolü kaybediyoruz sadece kazanmak önemli oluyor. Benim için bu psikoloji daha önemli... Kazanmak için yapılan tartışmalarda yalan da söylersin. Zaten ben filmlerimdeki tüm karakterlerin yalan söyleyebileceği gerçeğini herkesin düşünmesini isterim... Hayatta olduğu gibi! Ben karakterledeki nüanslarla igiliyim. Politik konularla değil zaten o konuda uzmanda değilim.”
FİLMLERİNDE YAPAY ZEKA KULLANIR MI ACABA DİYE SORAMADIM!!!
Oyunculuk, yazarlık, yönetmenlik konusunda tavsiyeler almak isteyen gençlere anlattıkça anlattı Nuri Bilge Ceylan... Sahne sahne, plan plan filmlerini sordu gençler. Filmlerindeki her kelimenin, her jestin, her mimiğin, kamerayı koyduğu açının, seçtiği mizansenin altında ‘kendi dünyalarında’ yarattıkları anlamları ona onaylatmak istediler. NBC, “Hiç öyle düşünmedim” dedi... Bir planda dolu görünen bardağın bir sonrakinde boş görünmesiyle ilgilenmediğini anlattı. “Çok oldu bıraktım ben bunlara takılmayı” deyip yine ‘duygulardan’ bahsetti.
Sofistike bir hayat yaşamadıklarını söyledi ailece. Evin salonunda bir araya gelip tüm aile çekirdek çitleyerek yerli dizi izlediklerini anlattı.
Söyleşi biterken salonda soru sormak isteyen eller hala havadaydı.
Maalesef bana da sıra gelmedi.
Kuru Otlar Üstüne’de 20 tane kuş kullandığı ama bir türlü ‘hayalinde canlandırdığı’ sonucu alamadığı o sahneye atıfta bulunup Nuri Bilge Ceylan’ın bir gün bir filminde ‘kafasındaki sahne’yi yakalamak için yapay zeka kullanıp kullanmayacağını merak ediyordum oysa... Başka bir söyleşiye artık.
Sohbet bitti. Biraz önce salonda bir arada oturan onlarca insan Yusuf Atılgan’ın ‘Aylak Adam’ romanında anlattığı çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü, gördüğü film ona bir şeyler yapmış, salt çıkarını düşünmeyen, insanlarla barışık ‘sinema yaratıkları’ olarak İstiklal Caddesi’ne dağıldık.
Sokak sinemadan çıkmayanlarla doluydu!