Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Kamboçya’nın Angkor bölgesinin kalbinde yer alan, 12. yüzyıldan kalma Bayon Tapınağı'nın duvarlarına, üzerine oyulmuş taş yüzlere güneşin gölgeleri vuruyor. Her biri ürkütücü güzellikteki kuleler ve duvarlardan oluşan Angkor zamanın bir portresini andırıyor.

Görkemli kral heykellerinin ortasından geçen geniş caddeler terk edilmiş. İnsanın hayal gücü ise bir zamanlar burada neler yaşanmış olabileceğine dair hikayeler yazıyor.

2014 yılında, Kayıp Şehirler Atlası adlı kitabı kaleme alan yazar Aude de Tocqueville, “Artık bir yerin mevcut olmaması, insanın hayallerini bir şehre dönüştürebilir” diye yazmıştı. “Kayıp şehirler; şiirler, hayaller ve tutkular için muazzam ortamlardır.”

Dört antik kentten biri Türkiye’den Çatalhöyük

Yazar Annalee Newitz, Dört Kayıp Şehir adlı kitabında, binyıllar boyunca geri gitmek ve kentleşmenin başlangıcını görmek için ziyaret edilmesi gereken dört antik şehrin adresini veriyor: Kamboçya’da Angkor, Amerika’da Cahokia, Roma’da Pompeii ve Türkiye’de Çatalhöyük.

İnsanlık tarihinin en görkemli yerleri, gerçek hikayeler gizliyor. Bu dört antik şehrin kimler tarafından nasıl kurulduğu, neden terk edildiği, nasıl bu kadar ihtişamlı yapılara dönüştüğü hala tam olarak bilinmiyor.

Angkor’un bulunuşu

Angkor, 1860’da Fransız kaşif Henri Mouhot tarafından bulundu. Mouhot, hayranlık uyandıracak kadar devasa eserlerin Yunan veya Mısır uygarlıkları tarafından inşa edildiğini düşünüyordu. O dönem için bilinen bu güçlü, aydın ve uygar topluluklar dışında var olmuş bir başka kültürden haberdar değildi.

Kayıp şehirlerin bazıları, sömürgeci anlayış sonrasında, 18. yüzyılda Avrupalı kaşiflerin ülkelerinin sömürgelerinde yaptıkları keşif gezileri sırasında bulundu. Geride kalan kalıntılar ise burada yaşamış medeniyetlere dair sonsuz sayıda soru bıraktı.

Sömürgeci Avrupalıların asıl arayışı Atlantis’ti. Bugün bile hala en büyük tarihi kayıplardan olan ve çoğu arkeolog için takıntı haline gelen Atlantis, ilk kez Platon’un yazılarında yer almıştı. Belki Platon sadece bir felsefeyi anlatmak için hikaye uydurmuştu ama onun inandırıcı anlatımı, efsane avcılarını yüzyıllardır peşinden sürüklüyor.

Angkor Wat, Kamboçya’da bulunan tarihi bir tapınak kompleksidir. Dünyanın en büyük dini yapısı olarak bilinen Angkor Wat, 1.6 milyon metrekarelik bir alanı kaplar. Yapılışı 30 yıl sürmüş bu gerçeküstü yapı dünyanın en büyük yapısıdır. Angkor Wat, düzgün şehircilik anlayışıyla dizayn edilmiş, geniş bir su dağıtım şebekesi olan, yontma taş işçiliği harikasıdır. Planlama ve mühendislik harikasıdır. Sanatsal ve kültürel açıdan eşsiz bu yapı, kemerler, teraslar, asma katlar ve ormandan gelebilecek tehlikelere karşı etrafında yapılmış hendeklerden oluşur.

Henri Mouhot, Angkor Wat hakkında şu sözleri yazarak tapınağın batı dünyasında popülerlik kazanmasını sağlamıştır: “Burası Süleyman Peygamber’in tapınağına rakip olabilir. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel yapılardan biri. Romalıların ve Yunanlıların bıraktıkları her şeyden daha heybetli. Ancak bölge insanının içinde bulunduğu barbarlıklar üzücü...”

Cahokia (Kahokya) höyüklerini kim inşa etti?

Angkor ve Atlantis kadar meşhur olmayan Cahokia, bugünkü ABD’nin St. Louis kenti yakınlarında bulunan eski bir metropol. Mısır piramitleri kadar yüksek höyükler, MÖ 1050 yılında buranın günümüz Paris’inden bile daha büyük bir şehir olduğunu gösteriyor. O dönemde kıtanın en büyük kenti olan Cahokia 40 bin nüfusa sahipti, evler kil ve tahtadan yapılmıştı ve kentte 120 piramit vardı.

Tıpkı Angkor gibi Cahokia’nın da Mısırlılar tarafından inşa edilmiş olabileceği gibi çılgın teoriler ortaya atıldı. Oysa Cahokia’yı inşa edecek mimari gelişmişliğe ulaşmış başka kültürler de olabilir, her ne kadar torunları bu topraklardan kovulmuş olsa da…

Yapılan arkeolojik kazılar sonrasında burada bakır işçiliği, mücevherler, başlıklar, taş masalara oyulmuş kuş adam resimleri, chunkey ismi verilen bir oyun ve kafein oranı yüksek bir içecek ortaya çıkarıldı. Son zamanlarda yapılan araştırmalar sonucunda Cahokia'da yaşayan insanların büyük çoğunluğunun başka yerden gelen göçmenler olduğu, arazinin başka bir topluma ev sahipliği yaptığı düşünülüyor.

Cahokia 1982 yılından beri bir Dünya Mirası alanı.

Volkanın yok ettiği Pompeii

Kayıp şehirlerin kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor ve gerçek hikayeleri gizli kaldıkça yeni efsaneler uyduruluyor.

Pompeii ve Çatalhöyük çöküşten yeni başlangıçlara geçişin pırıltısını sunar.

Antik Roma‘nın en büyük kentlerinden biri olan Pompeii, MS 79 yılında Vezüv Yanardağı’nın patlaması sonucu lavlar altında kalan ve yerle bir olup tarih sahnesine gömülen bir antik şehir. 1599 yılında yeniden keşfedilen şehir, o zamandan bu zamana kadar her süreçte ilgi çeken bir hikâyeye sahip. Hamamlar, tapınaklar, freskler, tiyatrolar, duvar yazıları, bazilikalar, caddeler, amfi tiyatro, su kemeri, atölyeler, kenar mahalleler, hamamlar, meyhaneler, çamaşırhaneler, değirmenler, fırınlar, kumarhaneler, batakhaneler, hanlar, şehri gezenler tarafından bugün bile farkedilebiliyor.

MS 79’da patlayan Vezüv Yanardağı'nın lav püskürtmeye başlamasından birkaç saat sonra, dönemin en zengin şehirlerinden Pompeii 20 bin insanın bulunduğu büyük bir mezarlığa döndü.

Çok az insan kurtulabildi ve kaçabilenler Napoli başta olmak üzere diğer Roma şehirlerine kaçtılar. Tarihçi Steven Tuck, Pompeii’den kaçanların izini sürdü ve göç ettikleri şehirlerde isimlerini değiştirdiklerini keşfetti. Pompeii’nin adını isimlerine taşımışlardı. Kalabalık liman kenti Puteoli’den gelenler oğullarına Puteolanus ismi veriyorlardı. Felaketten sonra hayatta kalanların birçoğu, yeni şehirlere taşındıktan sonra bile birbirleriyle evlenmiş. Böyle yapan kadınlardan biri olan Vettia Sabina Napoli’de bir aile mezarına üzerinde “Have“ yazan bir yazıtla gömülmüş. “Have” Romalıların MÖ 80’de şehri ele geçirmesinden önce ve sonra Pompeii’de konuşulan bir lehçe olan Oskan diline ait bir sözcük. “Hoş geldin” anlamına gelen bu sözcüğe günümüz kapı paspasları gibi evlerin önünde rastlamak mümkün.

Çatakhöyük’ün insanları

Konya Ovası’nda 9000 yıl önce kurulan Çatalhöyük, Neolitik bir yerleşim yeri. İnsanlığın gelişiminde önemli bir evre olan yerleşik toplumsal hayata geçişle birlikte, tarımın başlangıcı ve avcılık gibi önemli sosyal değişim ve gelişmelere tanıklık eden Çatalhöyük Neolitik Kenti, Güney Anadolu Platosu’nda yaklaşık 14 hektarlık bir alan üzerinde yer alıyor.

Bir bal peteğinin hücreleri gibi birbirlerine bağlı evlere çatılardan merdivenle iniliyordu. İlk şehir, insanların toplumsal yaşam, duvar resimleri, el sanatları, yemek ve insanlığın yuva kavramı ile tanışmasıydı.

2 bin yıl boyunca kesintisiz yerleşim gören Çatalhöyük, dönemin en büyük ve en kalabalık yerleşimlerinden biri olarak kabul ediliyor. Dönem içerisinde Çatalhöyük’te en az 8 bin insanın yaşadığı düşünülüyor. Burası sadece nüfus büyüklüğü ile değil, bu dönemde Mezopotamya dışında böylesine büyük bir yerleşimin olması dolayısı ile de oldukça şaşırtıcı bir yer.

Çatalhöyük’te bulunan sanat eserleri arasında pek çok farklı hayvanın betimlendiği figürinler var. Aynen Göbeklitepe’deki gibi burada da leoparın önemli bir hayvan olduğu görüşü hakim.

Ancak yerleşik hayat ile birlikte değiş-tokuş başladı. İklim daha az elverişli hale geldi, sosyal gerilimler ortaya çıktı.

ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi araştırmacılarının önderliğindeki uluslararası ekip, Neolitik döneme ait antik DNA analizleriyle Anadolu'da 10 bin yıl önce yaşamış insanların geleneklerine ışık tuttu. 11 ülkeden 57 bilim insanının oluşturduğu ekip, aynı yapıya gömülen insanlardan elde ettikleri DNA’nın analizleriyle eski topluluklarda kan bağından farklı "sosyal akrabalık" türlerinin de olabileceğini ortaya çıkardı.
-

Çatalhöyük’ün gerçek hikayesi belirsiz olsa da tarihçiler, arkeologlar süreci tahmin etmeye çalışıyorlar. Teorilerden biri, insanlığın ilk kent yaşamının gerilimleri nedeniyle, sakinlerinin kırsal göçebe hayata geri dönmek için Çatalhöyük’ü terk ettikleri yönünde.

Bir diğer deyişle, Çatalhöyük bir toplum denemesiydi, daha iyisini yapmak mümkündü ve aileler kendi deneylerini kurmak için teker teker ayrıldılar, ta ki Çatalhöyük’te kimse kalmayana kadar.

Bugün terk edilmiş kayıp antik şehirlerin insanları, çevre bölgelere yayıldılar, kendi şehirlerini kurdular ve bir süre sonra uygarlıklar oluşturdular.

Terk edilmiş bu şehirler aslında hiç kaybolmadılar, onlar sadece insanlığın başlangıç noktası oldular.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua