Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Hamdi Alkan: Fay, yürekleri ve ruhları da yerle bir etti
        • 1

          Geçtiğimiz yıl bu saatlerde şaşkınlık, çaresizlik ve endişeyle beslenmiş olan üzüntümüz, bir lav halinde ruhumuzu kavuruyordu. Kaybettiğimiz 53 bin 537 vatandaşımız için hissettiğimiz acı, ruhumuzda kalıcı bir yer edinerek her fırsatta baş göstermekten geri kalmıyor. Aradan geçen 365 günde devletten, sivil toplum örgütlerine; şirketlerden, spor kulüplerine kadar topyekün gösterdiğimiz tarihi dayanışmayla yıkıma uğrayan 11 ilimizde yaşamı yeniden yeşertmeye çabalıyoruz. Elbette depremde yakınlarını kaybedenlerin acısını tahayyül bile edemeyiz.

        • 2

          6 Şubat 2023'te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerde yakınlarını kaybedenlerden biri olan Hamdi Alkan için hiçbir şey 365 gün öncesi gibi değil. Yakınlarının yanı sıra evini ve Hatay'ın yerle bir olmasıyla anılarını da kaybeden Alkan, hayata tutunmakiçin büyük bir çaba harcıyor. En büyük güç kaynağı ise elbette kızları Zeynep ile Ayşe...
          Habertürk HT Stüdyo'da konuk ettiğimiz Hamdi Alkan ile depremin kendisinde bıraktığı izlerden, deprem bölgesi için neler yapılması gerektiğine kadar birçok konuyu konuştuk. Sürekli bir yas halinde olduğunu dile getiren Hamdi Alkan, kızları için hayata tutunmaya çalışırken işiyle ilgili olarak Çanakkale Savaşları konulu yeni bir sinema filmi hazırlığı içinde olduğunu söyledi. Özel hayatına yönelik yaptığı açıklamada ise bir daha evlenmeyeceğinin altını çizen Alkan, geçtiğimiz günlerde eski eşi Canan Hoşgör’ün evlenmesiyle ilgili olarak “Her zaman mutlu olsun” yorumunda bulundu

        • 3
        • 4

          "ÇANAKKALE SAVAŞLARIYLA İLGİLİ BİR FİLM ÇEKECEĞİM"

          • Hoşgeldin. Bu aralar neler yapıyorsun?
          2025’te Mart ayına doğru bir sinema filmi hazırlığım var. Onunla ilgili çalışıyorum. Çanakkale Savaşları ile ilgili bir film ama savaş filmi değil. Sürpriz. Onun detaylarını sonra seninle konuşmak isterim. İstanbul Nişantaşı Üniversitesi’nde haftada bir gün oyunculuk eğitimi için konservatuvara gidiyorum. Oraya da konuk öğretmen statüsünde gidiyorum. Böyle böyle, zamanı olabildiğince dağıtıp, programları yapıp, bir parça oraya bir parça oraya ayırmaya çalışıyorum. Bir de çocuklar da büyüdü artık ama onların da kariyerleriyle ilgili babaları olarak yanlarında durmaya çalışıyorum. Zeynep de Ayşe de şu anda oyunculuk yapıyor. Onun dışında koleksiyonerlik devam ediyor. Hazırladığımız içerikler ve sergiler var ve onları paylaşacağız. Bu program yayınlandığında 6 Şubat’ın üzerinden bir yıl geçmiş olacak. Ne mutlu ki yaklaşık otuz senedir topladığım, şehrin hafızasıyla ilgili çok önemli bir arşivim var. Antakya Sanayi ve Ticaret Odası, depremde çökmeyen binalardan biriydi ve onlar hasar almayan binanın altında korundu.

        • 5

          "İNSANIN ÇOCUKLUĞUNUN, GENÇLİĞİNİN GİTMESİ ÇOK AĞIR"

          • O arşivde neler var?
          O arşivde özellikle 1850’den 1940’lara kadar aklınıza gelecek olan, gönderilmiş fotoğraflar, kartpostallar, Hatay’ın devlet olduğu dönemdeki yazışmalar bulunuyor. Çünkü Hatay'ın yaklaşık dokuz aylık bir devlet olma süresi var. Hatay Devlet Başkanı Tayfur Sökmen’in bir terekesi vardı. Ben onu bir koleksiyonerden bir şekilde satın almıştım. Bütün bunlar şehrin haritaları. Şehir o dönem uzun süre Fransızlar'da kalmıştı. Onlar, böyle şehir düzenlemeleri yapmışlar. En azından şu konuda bir şekilde diyoruz ki, belki çok zor bir şey ama o görsel hafızanın somut olarak insanların elinde olması bir katkı sağlayacaktır. O konuda zaten çok üzüntülüyüm. İnsanın çocukluğunun, gençliğinin gitmesi çok ağır.

        • 6

          "ANTAKYA İÇİN ÇOK ZOR BİR SÜREÇ"

          • Mersin’de çocukluğumun geçtiği sokak duruyor ama bazı evler yıkıldı, yerine apartmanlar yapıldı. Tepesinden inmediğim dut ağacı, incir ağacı çoktan kesildi. Her gittiğimde eski mahallemizi ziyaret ediyorum ve içim acıyor. Senin üzüntünü hayal bile edemiyorum.
          Evet, bu küçücük bir avuntu... Onun dışında 6 Şubat’tan beri bir şekilde irtibatı koparmadık. Oradaki faaliyetlere ya da ihtiyaçlara bir şekilde gücümüz yettiğince, bazen aracı, bazen katkıda bulunan olarak yetişmeye çalışıyoruz. Antakya için çok zor bir süreç.

        • 7

          "GELECEĞE ŞEHRİN HAFIZASINI BIRAKACAĞIZ"

          • Arşivi, dijitalleştirerek koruma altına alacaksın değil mi?
          Tabii... Hepsini dijitalleştireceğiz. Antakya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı sevgili arkadaşım Hikmet Çinçin, o konuda çok hassas davranıyor. Hepsini dijitalleştireceğiz... Dediğim gibi yarın öbür gün en azından bizden sonraki nesiller için şehrin hafızasını bırakmak anlamında da bir şey yapmış olacağız. Böyle bir şey olmasını hiç istemezdim ama böyle bir vesile de oldu.

        • 8

          "BİLGİ BOMBARDIMANI VAR"

          • Ki böyle felaketlerle birlikte şehrin hafızası olan unsurların aslında ne kadar değerli olduğu da daha iyi anlaşılıyor...
          Tabii... Her şey çok hızlı değişiyor. Her şey o kadar değişiyor ki artık biz de o hıza yetişemiyoruz. Görsel hafızanın olması çok önemli çünkü insanlar gördüklerini unutmuyorlar. Daha çok hafızalarında kalıyor. Artık o kadar çok bilgi bombardımanına maruz kalıyorsun ki dünyada, okuyunca aklımızda kalmıyor ama görsel hafıza bir başka.

        • 9

          "İÇİMDE O KADAR DERİN ACISI VAR Kİ"

          • Ne yazık ki 6 Şubat 2023’te büyük bir felaket yaşadık. Hatay'da akrabalarını ve arkadaşlarını kaybettin. Hem onların kaybı hem de doğup - büyüdüğün mahallenin, anılarının yitip gitmesi psilolojini nasıl etkiledi?
          Belki depremde Antakya’da değildim İstanbul’daydım ama o fay, mutlaka senin yüreğini, senin ruhunu da yerle bir ediyor. Evet, ölüm hayatın bir parçasıdır, ölüm diye bir gerçek var. Bunu algılayabiliyorsun ama şunu hiç hesaplayamıyordum; Antakya tarihiyle ilgili çok okurdum, 6 defa batmış, depremler olmuş… Bu olayın Hatay’ın daha verimli ve daha güzel zamanlarını yaşayacağımız bir zamana denk gelmesi bir kere çok büyük bir şaşkınlık, çok büyük bir üzüntü, çok büyük bir acı. İçimde o kadar derin bir acısı var ki, çözemiyorum. Artık arkadaşlarıma, çocuklarıma, aileme, dostlarıma ya da insanlara anlatacağım bir sokağım, bir hikâyem yok. Hikâyeler de gitti. On binlerce insanın yaşamı orada bitti, gitti... Çok derin, çok önemli insanlar gitti. Antakya bir kültür şehriydi. Hâlâ şu anda o koşullar içerisinde, yine orada ayakta kalmaya çalışan, yaşamaya çalışan insanlar var. Biz şimdi burada konuşuyoruz ve ne kadar konforlu bir alanımız var ama o insanların her şeyleri bitti ve her şeye rağmen o topraklarda var olmaya, o topraklarda yaşamaya ve Antakya’yı yaşatmaya çalışıyorlar. Bütün bunları düşündüğüm zaman, çok dürüst söyleyeyim, normal yaşayamıyorsun. Arkadaşlarım bana; “Sen ne kadar asosyal oldun” diyor. Çünkü yas tutma duygusu değerli bir duygudur. İnzivaya çekilmekten bahsetmiyorum. O duyguyu yaşamak, o empatiyi kurmak, onlarla duygudaşlık yapmak, en azından beni biraz daha rahatlatıyor. Şu anda bizdeki en büyük sorun; empati sorunu. Tabii ki dünyada çok büyük olaylar, savaşlar var. Bir Gazze olayı var ki çok üzücü, hakikaten çok üzücü, yüreğim parçalanıyor ama Antakya’da ya da o civarlarda olan insanlar da çok zor koşullarda yaşıyorlar. Ona da bakmakta fayda var.

        • 10

          "ÖLDÜKTEN SONRA KIZLARIMDA YAŞAYACAĞIM"

          • Geçtiğimiz yıl annen Hilva Hanım'ı da kaybettin. İki derin acıyı ardı ardına yaşadın. "İnsan, ancak annesini kaybedince büyür" derler. Annenin kaybı sonrası hayatında radikal değişimler yaşadın mı?
          Babamızın ardından annemizi de kaybettik... Şunu söyleyebilirim; en azından güzel yaşadı. Ben 1930’lu kuşaklara hep, 'Cumhuriyet döneminin çocukları', 'Cumhuriyet döneminin genç kadınları' diyorum. Annem de öyle bir kadındı. Çok tatlıydı... Tabii ki özlüyorum... Bundan sonrası için en azından şöyle bir tesellim var; iki kızımın olması benim için hayatta çok büyük bir güç, çok büyük bir destek. Ve şunu da biliyorum; öyle ya da böyle genlerle taşınan bir şey var. Annem bende yaşıyor. Dolayısıyla öldükten sonra kızlarımda yaşayacağım. Dolayısıyla annem de kızlarımda yaşayacak. İnşallah bu sürdürülebilirlik devam eder. Bu benim için bir avuntu. Onun dışında, dediğim gibi, şehirden elimi çekmediğim sürece, o güç bende olduğu sürece de bir şekilde annemle beraber yaşadığımı hissediyorum.

        • 11

          "HİKÂYE ASIL DEPREMDEN SONRASIDIR"

          • Depremden etkilenen şehirler ve depremzedeler için herkes elinden geleni yapmaya çalışıyor. Sen özellikle ne yapılmasını umarsın, tavsiye edersin?
          Birincisi; orada yaşayan çocukların tez elden yaşam koşullarını bir şekilde iyileştirmek gerekiyor. En azından çok acil olarak, bir türlü faaliyete geçemeyen havaalanının faaliyete geçmesi gerekiyor. Öyle ya da böyle en çabuk yol şu anda havayolu. İrtibatı çok hızlandıracaktır. Çocukların orada anlık faaliyetlere değil, sürekli sosyalleşebilecekleri alanlara ihtiyaçları var. Sinema ve tiyatrolara ihtiyaç var. Bunlar çok önemli. Ben sanatın çok iyileştirdiğini düşünüyorum ama sürdürülebilirlik önemli. Bununla ilgili görüştüğümüz arkadaşlarımız var. Benim de oradaki evim yıkıldı, biz de bekliyoruz şu anda ama ben İstanbul’da yaşıyorum ve benim bir önceliğim yok ama orada önceliği olan insanlara yaşam koşullarının sağlanması gerekiyor. Bir de sosyalleşme alanlarının artırılması gerekiyor. Benim bu konuda aklıma gelen kendi mesleğimle ilgili sinema ve tiyatro çok önemli. Yaşam alanlarının, kafelerin, çarşıların yapılması gerek. Hayat böyle böyle başlayacaktır. İnsanların temas etmesi gerekiyor. Çünkü bu olaydan 11 il etkilendi. Sivil toplum kuruluşları çok değerli işler yapıyor. Benim bildiğim altı - yedi tane sadece Antakya özelinde çalışan ama uluslararası anlamda da çok doğru işler yapan örgütler var. Bu anlamda, hikâye asıl depremden sonrasıdır. Bu hikâye de uzun süreli olur. Bizim şu anda Orta Doğu’da lider ülke kimliğine soyunmak gibi bir iddiamız varsa bence bunu tesis edecek yer ortada. Ben hep aynı şeyi söylüyorum; bunu Antakya’da tesis edin. İnanın bana dünya barışı için, dünya kardeşliği için, iyilik için çok çok önemli adımlar atılmış olur. Tabii ki oradaki camiler yapılsın, kiliseler yapılsın ama orada o hayatı nasıl aşılayacağımızı, nasıl enjekte edeceğimizi konuşmak gerekiyor. Bunları uzun süre konuşmak gerekiyor ve bir yandan da ivedi ihtiyaçları gidermek gerekiyor. Gördüğüm, duyduğum ve yaşadığım kadarıyla barınma ihtiyacı had safhada. Bir sene oldu ama hâlâ ihtiyacı olan çok fazla insan var. Konteynırlarda yangınlar çıkıyor ve çocuklar ölüyor. Sürdürülebilir bir hayat lâzım. Mesela, tarım desteklensin. Şehri inşa etmekten öte orada o hayatı cezbedecek noktalar varsa o noktaları beslemek gerekiyor. Ben sürdürülebilir sanata çok inanıyorum. Ayrıca çizilmiş projeleri de gördüm. O projeler de hayata geçirilirse onlara keyif olacaktır ama dediğim gibi, sivil toplum kuruluşlarıyla devlet bir şekilde ortak hareket etse, edebilse... Çünkü hep münferit hareketler oluyor ve herkes bir yerden bir şeyi tutmaya çalışıyor. Biraz daha toplu hareket edilebilse daha verimli olabilir. Dediğim gibi çok zor, bir şehri inşa etmek, insanlığı inşa etmek gibi bir şey oluyor. Bence barışı da çok güzel bir şekilde inşa edecektir. Çünkü orada birçok medeniyet var; Türk var, Yahudi var, Alevi var, Sünni var, Kürt var. Herkes var... Orada birçok etnik grup karışmış durumda. Onları bir araya getirebilecek yılların şehrini inşa etmeyi başarırsak büyük bir iş başarmış oluruz.

        • 12

          Zeynep Alkan - Hamdi Alkan - Ayşe Alkan

          "KIZLARIMI ZORLAMADIM, KENDİLERİ SEÇTİ"

          • Mutlaka başaracağız... Ayşe ile Zeynep senin mesleğini seçti. Bunda ısrarın mı oldu yoksa armut dibine mi düştü?
          Armut dibine düşüyor ama benim de etkim olmuştur. Özellikle Zeynep setlerde büyüdü. Setlerde büyüye büyüye, o televizyonlarda gördüğü insanlar, daha sonra tiyatroda sinemada gördüğü insanlar bir şekilde onun ileriki mesleki tercihlerinde etkili olmuştur. Tabii ki çok yetenekli, müzik kulağı muazzam bir çocuk. Keza küçük kızım da öyle... O da şu anda henüz yayına girmeyen bir televizyon dizisinde keyifli bir rol oynuyor. Kendileri okuyan, araştıran, tam çağın çocukları. İyi yürekli çocuklar. Asla zorlamadım ama öyle bir yol seçtiler. Hatta Ayşe, işin biraz daha yazarlık kısmıyla da ilgilenmeye başladı. Çünkü işi görmeye başlıyorlar, seyrettikçe / izledikçe eleştiriyorlar. O zaman ben de şöyle söyleyebiliyorum; “Sen olsan ne yapardın? Sen de bunu bir düşün.” Mantıklı buluyor ve böyle bir yazma eğilimi de oluşuyor. Bir yandan da çizme işleri de var. Şimdilerde animasyon işlerine çok meraklı. Bu yaş grubuna bakıyorum, özellikle Kore ve Japonların bize empoze ettikleri o animeler ne kadar büyük bir piyasa oluşturmuş. Onlar da bundan çok etkileniyorlar, onunla da ilgileniyor. Dediğim gibi artık daha çok görerek öğrenen bir nesil. Görerek duymayı öğreniyorlar. Görme ana duyuları oldu. Umarım yolları açık olur.

        • 13

          "VEDA DUGYUSUNA TAKILMIYORUM"

          • Yazarsın, yönetmensin, oyuncusun, yapımcısın ve kariyerinin kırkıncı yılına yaklaşıyorsun. Neler hissediyorsun? Mesleğinin sana yeterince cömert davrandığını düşünüyor musun?
          Emekli olduk ama emekliliğin çok cömert davrandığını düşünmüyorum. Bunu söylediğimde insanlar, “Sizler çok para kazandınız” diyorlar ama ben burada başka bir şeyi anlatmaya çalışıyorum. Yeri geldiğinde biz, bırakın programları izletmeyi, kanallar var eden programlar yapmışız. Dizi tutturursun ama bir de kanal tutturmak diye bir şey vardır. Kanal tutturmuş işler yaptık. Bu anlamda bence çok zor bir iş yaptık. Yapmaya da devam ediyoruz. Komedi, işin çok zor kısmıydı. Özellikle başta sevgili üstadımız Levent Kırca’nın izinden giden bir programdık. Geriye baktığımda, ben gençlerle çalışmayı çok sevdim. Her zaman çok kıymetli sanatçı meslektaşlarımla çalıştım ama şöyle bakıyorum da yaptığım bütün dizilerde, yarışmalarda ya da programlarda, şimdilerde söz sahibi olan, şimdilerde gündemde olan, şimdilerde bu işin başını çeken arkadaşların bizim mutfaktan çıkmış olması ya da bir şekilde benim hayatımın bir yerlerinde, dizi çekerken, ders verirken, yarışma yaparken onlarla temas etmiş olmam ve onlara vesile olmam beni çok mutlu ediyor. "Vefa var mı?" dersen de ben artık onlara hiç takılmıyorum. Arada yazarlar, sosyal medya hesaplarından yazışırız, galalarda görüştüğümüzde konuşuruz. Bunun böyle başlamış olması bir hakikat, artık tarihe yazılmış ve bu beni çok mutlu ediyor. Ne mutlu bize, demek ki vesile olduk. Böyle yeni insanların gelmesi, yeni insanlara vesile olmak çok hoşuma gidiyor. Ne mutlu bana...

        • 14

          "ONLAR KALICI OLDU"

          • Onların başarıları, yaşama sevinci de aşılar değil mi?
          Kesinlikle öyle... Çok hoşuma gidiyor. Yedi yaşında, dokuz yaşında başlayanlar var. Ege Kökenli başladığında dokuz yaşındaydı. Miray Daner, yedi - sekiz yaşlarında ‘Dersimiz: Atatürk’ filminde oynamıştı. Aslıhan Güner on altı yaşında benimle çalışmıştı. Yüsra Geyik keza dokuz - on yaşlarındaydı. Bu saydığım isimler aklıma gelenler, küçükken başlayıp yürüyenler. Kızım Zeynep zaten beş yaşında başlamıştı. Bütün bunlar beni çok mutlu ediyor. Yaptığımız yarışmalardan da birincilerimiz, ikincilerimiz ya da o yarışmaya seçtiğimiz arkadaşlarımızın da başarılı olması beni çok mutlu ediyor. Kalıcı oldular ve bu işin lokomotifi oldular. Ben çok mutlu oluyorum. Yolları her zaman açık olsun.

        • 15

          "222 TANE AFİŞ VERDİM"

          • Biliyoruz ki komedi yapmak zordur. En zor türün komedi olduğu, insanları güldürmenin zor olduğu söylenir. Ne var ki komedi filmleri, film festivallerinde yer almıyor ve komedi filmlerinin senaristleri, yönetmenleri, oyuncularının performansları değerlendirilmiyor. Bu haksızlık değil mi? Sen bu konuda neler düşünüyorsun?
          Somut filmlerden gidecek olursak; geçmişte Louis de Funès, Fransız sinemasında çok önemli işler yaptı. Jim Carrey’nin komedi filmleri bence muazzam. Bir de nasıl bir gülmece olduğuna bakmak lâzım. Bunların birçok türü var; absürt türü var, çok sulu zırtlak olanları var. Baktığınız zaman, ‘Hayat Güzeldir' tebessüm ettiren bir filmdir ama dünyanın en güzel filmidir. Aslında bir savaş filmidir. Bir savaş filmi içerisinde bir babayla çocuğun hikayesini anlatır. Sizi an be an güldürür ama öyle bir yerde bir ters köşe yapar ki kalakalırsınız. Üstat Şener Şen’in son dönemki filmlerine bakalım, tebessüm edersiniz. ‘Züğürt Ağa’ filmini ele alın, çok değerli ve çok keyifli filmlerdir. Bahsettiğimiz bu tarz filmlere trajikomik filmler diyoruz biz, bu anlamda o filmler çok başarılı ama diğer taraftan da daha çok piyasa refleksiyle yapılan filmler var. Piyasa refleksiyle yapılan filmler de izleyicilerde belli bir karşılık buluyor ama onlardan o kadar çok üretiliyor ki hangi platformdaysa yerini alıyor. Sevgili Türker İnanoğlu, ona da sağlıklar diliyorum, ‘5555 afişle Türk Sineması’ diye bir kitap hazırlamıştı. Ben de onun içerisine 222 tane afiş vermiştim. 5555 tane afiş bakmıştım orada, o filmlerin içerisinde neler var neler... Şimdi sorsan, sinefiller haricinde, birkaç tanesini bile zor hatırlarız. Kalıcı olmak başka bir şey. Dediğim gibi, özünde sağlam bir gülme duygusu, sağlam bir hikayesi olan bu işler bin yıl sonra da yine gündemde olacak ve unutulmayacak. Biz yine onlara gülmeye devam edeceğiz.

        • 16

          "O FİLMLERİ PARÇALARI BİRLEŞTİRİP YAPMIŞLAR"

          • Afişleri nereden bulmuştun?
          Koleksiyonculardan... Onları da toplamıştım. Sorma... Evde yaklaşık beş yüz tane film afişim var. Bir iki kere onun sergisini yapmıştık ama onlar da ayrı bir keyif. Çünkü çok naif ve çok güzeller. Bir gün, sevgili Hülya Koçyiğit evimize misafir olmuştu. Onunla beraber bir afiş bulmuştuk, “Hamdi, böyle bir film var ama ben böyle bir filmde oynamadım” dedi. ‘Ringo Gestapo’ya Karşı’ diye bir film. “Peki neden böyle oldu?” dedim. “O dönem filmler toplanıyordu, parça dediğimiz şeyler, bizden bir şeyler, oradan bir şey toplanıyor, Anadolu’da millet bakıyordu, bizim ismimiz de popüler olduğu için koşa koşa gidiyorlardı” dedi. Bu parçaları birleştirip yaptıkları bir filmmiş. Buradan sevgili Hülya Koçyiğit’e de selam olsun.

        • 17

          "BEN TOPLAYICILIKTA KALDIM"

          • Bu sonradan oluşan bir özellik miydi yoksa hep var mıydı?
          Zaten insanlığın evrim sürecinde toplayıcılık vardır. Ben herhalde o evrimi geçiremedim. Toplayıcı ruhum kalmış. Ben, toplayıcılıkta kaldım. Topladım, topladım hatta toplarken de bir ara kilo da topladım, 140 kiloya kadar çıktım. Ondan sonra çıkarmaya başladım ama baktım ki çıkacak gibi değil şu anda yine çok geniş çapta birçok alanda topluyorum ama çok dağınık olmamakta fayda var. Şimdi o konuda daha derli topluyum.

        • 18

          "ONLARA HEYECAN VERİYOR"

          • Ayşe ile Zeynep, "Bizim geleceğimizi koleksiyonlara yatırdın" diye sitem etmiyorlar mı?
          Ayşe ile Zeynep seviyorlar, çok da keyif alıyorlar. Şimdi yeni nesil eskiye çok meraklı olmuyor ama ilgilerini çok çekiyor. Haberler ve gazeteler daha çok ilgilerini çekiyor. Geçenlerde bir gazeteye bakıyordum, Mustafa Kemal Atatürk’ün öldüğü günkü gazeteydi ve bu onları çok etkiledi. Son Teşrin 11 Kasım 1938 Ulus Gazetesi. “1969 ve aya ayak basıldı” gibi uç konuları seviyorlar. Parçaları gösterdiğimde çok heyecanlanıyorlar. "Bak, Michael Jordan’ın imzaladığı basketbol topu" diyorum onu filmlerinden, belgesellerinden az - çok bildikleri için, son dönemde de o kadar çok bilinen büyük popüler ve önemli figürler oldukları için, böyle şeyler onlara heyecan veriyor.

        • 19

          "KOLEKSİYONA ÇOK PARA HARCADIM"

          • Koleksiyon için çok para harcadın mı?
          Harcadım.. Çok harcadım. Ben bir dönem çok dağıldım. Her şeyi topluyordum. Hatta gittiğim yerlerde çay bardaklarına bile bakıyordum, iş oraya kadar gidecekti. Harcadım tabii ama ne kadar olduğunu hiç bilmiyorum.

        • 20

          "OKUMAYAN KESİM BENİ KORKUTUYOR"

          • Aslında sende bir servet var değil mi?
          Doğrudur... Vardır ama bunlardaki maddi değer benim için bitmiş oluyor. Şunu mutlaka söylüyorum; telefonlarınıza bakarsınız ama bir kitap okumak, koklamak, o kitapla ilişki kurmak daha kalıcı ve çok daha değerlidir. Özellikle kızlarıma ve öğrencilerime hep bunu söylüyorum. Çünkü okumayan bir kesim var ve bu beni çok korkutuyor. O konuda çok yoğunuz.

        • 21

          "OKUMUYORUZ"

          • Gerçekten okumayan bir nesil mi? Kitap satışları da artıyor ama...
          Okumuyoruz... Artabilir, yine okuyanlar bizim kuşak ve bizden sonraki kuşaktır ama çok okunduğunu düşünmüyorum.

        • 22

          "SÜREMİ, 4.5 SAATEN AŞAĞIYA DÜŞÜRDÜM"

          • Sosyal medyanın da etkisinin olduğunu düşünüyorum.
          Hem sosyal medyanın etkisi hem de telefonların etkisi. ‘Nomofobi’nin etkisi, “No Mobile Phobia” yani telefonum nerede korkusu. Düşünebiliyor musun? Ekran süremi 4.5 saatten aşağı düşürdüm. Bu çok önemli bir şey. Bu hesaplanıyor ve insan ömrünün bayağı büyük bir bölümü gitmiş oluyor.

        • 23

          "BİRAZ DA ZEKİ OLACAK"

          • Konservatuarda oyunculuk dersleri veriyorsun. Bir öğrencinin oyuncu olabilmesi için özellikle hangi özelliklere sahip olması lâzım?
          Bunun hikâyesi şu; o oyuncu, ekranda ya da sahnede kendine baktırabiliyor mu? Yani özeti, albenisi var mı? Bu olabilir. Aslında karizma lafı daha doğru. Bizim ‘şeytan tüyü’ dediğimiz, ‘elektrik’ dediğimiz, sahnede durduğu zaman baktırması, sana vereceği elektrik, sana vereceği enerji, duruşu, heyecanı, konuşması, gözleri, ve tabii ki bütün bunların içerisinde de yeteneği ve azmi önemli kriterler. Aslında bunların hepsi total. Mesela, çok güzel olur ama içi boş olur ya da güzel olmaz ama muazzam bir enerjisi olur. O şeytan tüyü dediğimiz, o sempatiklik dediğimiz şeye biz ışık diyoruz. O sahne ışığı. Sahneyi tiyatro sahnesi olarak da yorumlayabilirsiniz, monitörün arkası olarak da yorumlayabilirsiniz ama monitörün arkasına geçtiği zaman da orada başka kriterler devreye giriyor. Çünkü bazı oyuncular var hakikaten sahnede çok büyüyor ama monitörde bir başka oluyor. Ona özel çalışmak gerekiyor. Ben böyle, içerisinde o oyunculuk enerjisi olan insanların o enerjisini gördüğümde ve o enerjisini ortaya çıkarılabilecek bir malzeme olduğunu gördüğüm zaman yol arkadaşlığı yapıyorum. Bunun iki kere iki dört, dediğim bir formülü yok. Konuşmayı bilecek, bu çok önemli. Kendini ifade edecek. Biraz da zeki olacak.

        • 24

          "YAPAY ZEKÂ TEHLİKESİ VAR AMA..."

          • Bir de gündemimizde yapay zekâ var. ABD’de oyuncular sendikası ve senaristler birliği; “Yapay zekâ çok gelişiyor, yakında işinizi elinizden alabilir.” dedi. Böyle bir tehlike var mı?
          Böyle bir tehlike var... Zaten şimdi en çok tartışılan konu bu. Geçenlerde bunun çok güzel bir sohbetini yaptık. Yapay zekâ dediğiniz şey eskiden beri olan bir şeydi. İlk bilgisayar kurulduğunda da aslına baktığında bilgisayar dediğin şey yapay zekâydı ama onu kuran kim? İnsan... Ona o doneyi veren kim? Yine insan. Bu ne kadar yayılacak, nereye gidecek, onu bilemeyiz. Bir yapay zekâya senaristlik görevi veriyorsanız bile öyle ya da böyle komutları mutlaka kendiniz vereceksinizdir. O komutları da birileri yükleyecektir. Mesela, yapay zekânın konuşmaları çok iyi yazdığı söyleniyor. Geçenlerde bir arkadaşımla sohbet ederken “Bir yerde bir konuşma yapacaktım ve iklim değişimiyle ilgili bir konuşma yazmasını istedim. Bu iklim değişiminde sürdürülebilir tarımın önemini detay detay verdiğinde daha rahat çıkarabiliyor” dedi. Evet çok ilerlemiş, çok da ilerleyecek, hep bunu tartışıyorlar ama ben insanla beraber meç edildiği sürece, özellikle sağlık sektöründe çok başarılı olacağını düşünüyorum. Bizim sektörde ne olabilir diye düşünüyorum. Bizim o kadar güzel senaryo yazan arkadaşlarımız var ki bir de zaten mucize gibi bir şey yapıyorlar. Bence orada yapay zekâ biraz tutuşabilir. 150 dakika yazı yazmak ve onu çekmek çok zor bir iş. Şu anda ABD'liler; “Türkler bu işi nasıl başarıyorlar?” diye araştırıyorlar ama görüldüğü gibi, sektörde aslanlar gibi liderliği alacak kadar büyük bir üretim var.

        • 25

          "MUAZZAM BİR FİLMDİR"

          Yapay zekâ ne kadar gelişirse gelişsin, örneğin, Henry Fonda’nın ’12 Kızgın Adam’ filmini, Ertem Eğilmez’in ‘Canım Kardeşim’ filmini çekebilecek zekâda olacağını düşünmüyorum. ‘12 Kızgın Adam’ı defalarca izledim, bir film her defasında aynı etkiyi bırakır mı? Bir odada geçen bir film sonuçta.
          Bir odada geçiyor ama o ne kadar muazzam bir senaryodur. Ne kadar güzel tartışırlar. Herkes ‘evet’ derken bir kişi ‘hayır’ der ve film öyle başlar. Muazzam bir filmdir.

        • 26

          "BİR DAHA EVLENMEM"

          Bir daha evlenecek misin?
          Hayır, bir daha evlenmeyeceğim. Çocuklar da büyüdü. Yeter. O hakkımızı doldurduk.

        • 27

          "ESKİ EŞİMNİN EVLENMESİNDEN ÇOK MUTLU OLDUM"

          Eski eşin Canan Hoşgör geçtiğimiz günlerde evlendi. Neler hissettin?
          İyi yaptı. Ne mutlu ona. Artık aradan yıllar geçmiş, üzerine neler olmuş neler yaşanmış, mutlu olduğu gibi yaşasın. Çok mutlu olsun, evlilikten sonraki hayatı çok keyifli olsun. Zaten uzun zamandır beraber olduğu arkadaşıyla böyle bir birlikteliğe karar vermiş. Çok mutlu oldum. Her zaman sağlıklı ve mutlu olsun.

        BURÇLAR

        Yazı Boyutu

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

        Habertürk Anasayfa