Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        8-18 Eylül arasında düzenlenen 41. Toronto Uluslararası Festivali’nde dünya prömiyeri yapılan iki Amerikan filminin eleştirileri… Charlize Theron, Chloe Grace Moretz ve Ron Perlman, galalara katılanlar arasındaydı…

        “ALL I SEE IS YOU”: GÖRME ENGELİNİ YANSITMA BECERİSİ

        Marc Forster, senaryolarında sıkıntılar yaşadığı için kariyerinde hedeflediği noktaya gelemese de iyi bir yönetmendir. “Lütfen Beni Öldürme” (“Stranger Than Fction”, 2005) yeni milenyumun en özgün yaratıcılık dönemi krizi filmlerindendir. Yönetmenin “Everything Put Together”daki (2000) hamileliğe karamsar bakışını yansıtma becerisi ise halen akıllarda.

        Burada Blake Lively’nin gözünden koyu renklerin hakim olduğu bir ‘körlük durumu’ çiziliyor. 90’larda çekilen birkaç filmi, özellikle de “Kördüğüm”ü (“Blink”, 1994) akla getiren bir ‘psikolojik-gerilim’ gibi “All I See Is You”. Evliliğin kontrolden çıktığı bir dünyada aslında yatak hayatının iyi gitmesinin de, her şeyin yoluna girmesinin de geçerli olamayacağını ‘bilinçaltı parçaları’ ile yorumluyor.

        İngiliz kurgucu Hughes Winborne’un katkısıyla çok yakın ve yakın planlarla seksi bedenlerin bir araya geldiği, bir anlamda gerilimin içsel bir öğeye dönüştüğü bir anti-evlilik portresi canlanıyor. Yönetmen, Blake Lively’nin başarılı performansından da beslenerek seks ve ilişki sahnelerinin öne çıktığı akıcı bir atmosfer yaratma peşinde. Araya giren planlarla da ‘görme engelli’ olmanın ruh halini araştırıyor.

        “All I See Is You”, “Hayallerin Ötesinde” (“Imagine”, 2012), “Blind” (2014) işlerle de akrabalık kurarak belki de görme engelinin en hassas ve yaratıcı haline ulaşıyor. Lively’nin müthiş performansından da beslenerek 110 dakikalık süresine su gibi akan bir kurgu ve başarılı bir sinematografiyle destek vererek nefes aldırıyor. Dinamizmi bir an bile kaybetmeyip klişelere bağlı kalıp tıkanan senaryosunu unutturuyor. Memuriyet işlerini (bkz. “Dünya Savaşı Z”, “Uçurtma Avcısı”) düşününce Forster’ın üst sıralarına yerleşiyor film. Böylesi ‘bağımsız’ denemelerin en vasatını bile tercih edebiliriz.

        FİLMİN NOTU: 6.5

        “BRAIN ON FIRE”: SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ

        Farklı sonuçlar veren bir çeşit beyin iltihabından mustarip Susannah Cahalan’ın 2012’de yazdığı otobiyografik romandan yola çıkan bir TV filmi... “Brain on Fire”, bu zorlu karakteri çiçeği burnunda Chloe Grace Moretz’e teslim ediyor. Film boyunca da oyuncu için ‘acaba bunu becerebilecek mi?’ diye düşünüyoruz. Hafıza kaybına varan aşamalar hiçbir şekilde inandırıcı hale gelemiyor. Bilinçaltının kıvrımlarında şaşkına uğramıyoruz. Proje İrlandalı yönetmen Gerard Barrett’a ağır gelmiş.

        Sinemada canlandırması zor ve dönüşüm gerektiren hastalıkları perdeye aktarmak aslında belli bir süreç, emek gerektirir. Jennifer Aniston “Cake”de (2014) potansiyelinin üzerine çıkarak bunu iyi beceriyordu. Ama burada Moretz bunu yapamıyor. Zira ona uygun bir ‘karakter draması’ alanı açılmıyor. Film popüler gözükse, rahat izlense de bu durumu yansıtacak bir olgunluğa ulaşamıyor.

        Aksine zamanla ‘sosyal sorumluluk projesi’ne dönüşüyor. Theron’un yapımcılığa girmesini eleştiremeyiz. Ama bu etiketi taşıyan işler arasında “Uyurgezer” (“Sleepwalking”, 2008) dışındakilerin net olarak başarılı olduğunu söylemek güç (“Cani” ve “Genç Yetişkin”in de hakkını yemeyelim).

        “Brain on Fire”, bu teşhisi zor konan hastalıktan mustarip onca sıkıntılı insana hitap ediyor. Finaldeki kareler ve yazılarla ‘sömürü’ hedefi açığa çıkıyor. Bu engeli aşmak için perdede profesyonel bir rejisöre ihtiyaç var. O isim Barrett değil.

        FİLMİN NOTU: 2.9

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar