Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Yönetim Yaklaşımları Nedir?

        Kısaca başkalarına iş yaptırmak veya daha biçimsel olarak, örgütün amaçlarını gerçekleştirmek için örgütsel kaynakların kullanımına ilişkin planlama, örgütleme, yöneltme ve denetleme faaliyetleri olarak tanımlanan 'yönetim'e dair açıklama, inceleme ve uygulama farklılıklarını ifade eder. Yönetim, örgütlere özgü bir süreçtir. Örgütün büyüklüğü ve örgütsel düzeye göre; alt, orta ve üst düzey yönetimlerden, örgüt türüne göre 'devlet, ordu, işletme, sendika, dernek yönetiminden söz edilebilir. 

        Sanayileşme ile birlikte örgütlerin önem kazanmasıyla ortaya çıkmaya başlayan yönetim yaklaşımları, büyük ve karmaşık örgütlerin nasıl yönetilmesi gerektiği sorusuna cevap ararlar. Her yaklaşımın varsayımları ve odaklandığı sorun farklıdır.

        Tarihi süreç içinde yaşanan gelişmeler, yönetim yaklaşımlarını biçimlendirmiştir. Tarım toplumunda ekonomik etkinlikler çiftçiler, esnaf ve zanaatkarlar tarafından gerçekleştiriliyordu. 1500'lerin başından itibaren bazı Batılı ülkeler dünya genelinde sömürgeler kurdular. Buralardan edindikleri kaynakları ülkelerine akıttılar. Ticareti elinde tutanlar, kentsoylu (burjuvazi) sınıfını oluşturdu. Kentsoylular, sonrasında sanayi devriminin gerek duyduğu sermaye kaynaklarını sağladılar; ekonomik, siyasi ve toplumsal yapıları dönüştürdüler ve sanayi devrimini gerçekleşmesinde başat rol üstlendiler. 

        Sanayi devrimiyle birlikte insan gücünün yerini makineler almaya başladı. Üretim ve yaşam tarzı yeniden biçimlendi. Üretim, fabrika denilen ortak mekanda yöneticilerin gözetiminde ve ayrıntılı planlanmış süreçler ile gerçekleştirilmeye başladı. İşçi sınıfı doğdu ve kısa zamanda toplumun çoğunluğunu oluşturdu. Sendikalar kuruldu. İşçi-işveren ilişkileri üzerinden yeni ideolojiler oluştu. Devlet yönetimleri bu gelişmeler doğrultusunda yeniden yapılandı. Bu gelişmelerin doğurduğu sorunlar nedeniyle bedeller ödendi. Şehirlerde sefalet ile aşırı zenginlik iç içe geçti. Toplumsal huzursuzluklar baş verdi. Sonrasında Birinci ve İkinci Dünya Savaşları yapıldı. Bu dönemde sanayileşmiş ülkelerde refah artmaya devam etti. Savaş sonrasında devletler toplumsal beklentileri daha etkin karşılama becerilerini geliştirmeye çalıştılar. Süreçte işçi sınıfı da dönüştü ve ideolojik gerilimler azaldı. 1990'lardan itibaren bilgisayar ve internet, 2010'lardan itibaren dijital/akıllı teknolojiler kullanılmaya başladı. Bütün bu gelişmeler, örgütleri etkiledi ve yönetim yaklaşımlarına yansıdı.

        Yönetim yaklaşımları; klasik, neoklasik (İnsan İlişkileri), modern ve modern sonrası (postmodern) yaklaşımlar diye sınıflandırılabilir.

        Klasik Yönetim Yaklaşımları, yönetimsizlikten yönetime geçişin yaşandığı ilk dönemde ortaya çıkan "erken (öncü) yaklaşımlar" ile bunları takip eden Bilimsel Yönetim İlkeleri yaklaşımı, Yönetim Süreci ve Bürokratik yönetim gibi ilk yönetim yaklaşımlarını içerir. 

        Erken (Öncü) Klasik Yaklaşımlar'ın ortaya çıktığı ilk dönemde; işbölümüne vurgu yapan Adam Smith (ö. 1790) uzmanlaşmanın gerekliliğini 'iğne üretimi' örneği ile savunmuştur. Bir zanaatkarın bir iğnenin bütününü üretmesiyle üretimin her parçasından (kesmek, sivriltmek, delik açmak gibi) sorumlu uzmanlaşmış ustaların iğne üretmeleri arasında anlamlı bir verimlilik farkı olacağını ortaya koydu. Robert Owen (ö. 1858) ise çalışma koşullarının iyileştirilmesiyle verimliliğin artacağını savunurken Charles Babbage (ö. 1871) matematiğin yönetim problemlerinin çözümünde kullanılmasını önermiştir.

        Bilimsel Yönetimin İlkeleri Yaklaşımı'nın odağında çalışanların nasıl daha az zaman ve enerji harcayarak daha yüksek üretim gerçekleştireceği sorusu vardır. Temel kaygı, iş gücünün etkinliğinin artırılmasıdır. Mühendis ve yönetici olan F. Winslow Taylor (ö. 1915) Bilimsel Yönetimin İlkeleri kitabı ile yönetim düşüncesini derinden etkilemiştir. Ortaya koyduğu yönetim ilkelerinden bazıları bugün dahi uygulanmaktadır. Taylor'a göre Bilimsel Yönetim, 'işin daha etkin yapılacak biçimde yeniden tasarımı için, insanlarla görevler arasındaki ilişkinin sistematik olarak incelenmesidir'.

        Taylor'un odağında zaman ve hareket etütleri vardı. Taylor, 'çalışanlar nasıl daha az enerji ve zaman harcayarak daha çok iş yaparlar?' sorusuna cevap aramıştır. Bulduğu cevap; (a) iş yapma biçimlerinin iyileştirilmesi için araştırmalar yapılmasını, (b) en iyi iş yapma biçiminin belirlenerek kayıt altına alınmasını ve çalışanlara sıkı biçimde belletilmesini, (c) bu yolla yüksek performans gösterenlerin ödüllendirilmesini kapsıyordu. Yaklaşımın özünde sıkı eğitim, gözetim ve denetim vardı. Taylor'un eğittiği işçilerin diğerlerine oranla çok yüksek performans göstermesi bu yaklaşımın Amerika genelinde ve uluslararası düzeyde tanınmasını sağladı. Ancak, ödül sisteminde görülen aksaklıklar, performans ölçütlerindeki sorunlar ve işlerin aşırı biçimde monotonlaşması gibi nedenlerle yaklaşım eleştirilmeye başlandı. 

        Frank Gilberth (ö. 1924) ve eşi Lillian Gilberth (ö. 1972) de Taylor'unkilere benzer ilkeler geliştirdiler. Ayrıca çalışanların bitkinlik ve aşırı yorgunluk duymalarının önüne geçmek için renk, ısı, ışık gibi etmenlerin verimliliğe etkilerini araştırdılar. Henry Grantt (ö. 1919) da yönetime özellikle Grantt Diyagramı ile katkıda bulunmuştur.

        Yönetim Süreci Yaklaşımı'nın odağında örgütsel etkinlik için 'yöneticilerin hangi işlevleri hangi ilkelere uyarak yürütmesi gerektiği' sorusu vardır. Yaklaşım, Henri Fayol'un (ö. 1925) büyük bir kömür madeninin yöneticisiyken edindiği deneyimlere dayanır. Fayol bir işletmede "teknik, ticaret, finansman, muhasebe, güvenlik ve yönetim" olmak üzere "altı temel işlev"in olmasını önerir. Bunlardan yönetim işlevinin üzerinde durur ve yöneticilerin "Planlama, Örgütleme, Yöneltme, Eşgüdümleme (Koordinasyon) ve Denetleme" diye sıraladığı beş fonksiyonu yerine getirmesi gerektiğini söyler. Fayol, ayrıca yönetimin etkin işlemesi için uyulması gereken 14 ilke belirlemiştir. Bunlardan işbölümü, emir birliği, yön birliği, ödüllendirme, düzen, ortak çıkarların önceliği gibi ilkeler ile "yönetim işlevleri" geçerliliklerini hala korumaktadır.

        Bürokratik Yönetim; sosyolog, ekonomist, hukukçu, tarihçi ve felsefeci Max Weber (ö. 1920)'in geliştirdiği bir yaklaşımdır. Weber'in eserleri hala başvuru kitabı niteliğindedir. O nedenle, Weber'i uygulamacı olan Fayol ve Taylor ile aynı düzlemde düşünmek haksızlık olur. Weber'in yönetime başlıca katkısı geliştirdiği 'bürokratik örgüt' kavramıdır. Bürokrasi kimilerince gereksiz işler anlamında kullanılsa da Weber'in bürokrasiden kastı örgütün ussal (rasyonel), etkin ve adil işleyişini sağlayacak kurallar ve ilkelerdir. Çünkü devasa örgütler ancak insan eylemlerinin amaçsal-rasyonel olmasıyla ve biçimsellikle (formality) belirsizliklerin üstesinden gelebilirler. 

        Weber öncelikle 'yönetme ve emretme gücü' anlamına gelen yetkenin (otorite) üç türünden bahsetmiştir: Geleneksel, karizmatik ve yasal. Ona göre, bürokratik yönetimin etkili işleyişi için yetke yasal olmalıdır. Bürokraside merkezileşmiş bir yönetim hiyerarşisi, iyi tanımlanmış bir işbölümü, ayrıntılı yazılı kurallar, kişilerden bağımsız bir işleyiş, sahiplikle yöneticiliğin ayrıştırılması, çalışanların teknik bilgilerinin olması gereğini vurgulamıştır. 

        İnsan İlişkileri Yaklaşımı (Neo-Klasik Yaklaşım), aşırı uzmanlaşmanın getirdiği monotonlaşma, yabancılaşma gibi nedenlerle çalışanların işe ilgisinin kaybolmasından kaynaklanan verim kaybı sorununa odaklanır. Yaklaşım psikoloji, sosyoloji ve sosyal psikolojiden beslenmiştir. 

        1900'ların başlarında Marry Parker Follett (ö. 1933) çalışanların değerli olduğunu, örgütlerin "bireyler" üzerinden değil, gruplar üzerinden yapılandırılması gerektiğini söylüyordu. Böylece, moral ve dayanışma duyguları gelişecek ve performansları artacaktı. Endüstriyel psikolojinin kurucusu Hugo Munsterberg (ö. 1916) ise psikolojinin yönetim, işe alma, güdüleme ve pazarlamada kullanılmasını öneriyordu. Follet ve Munsterberg'in çalışmaları, neoklasik yaklaşımın öncü çalışmaları olarak kabul edilir.

        Hawthorne araştırmaları, insan ilişkileri (neoklasik) yaklaşım içinde çok önemli bir yere sahiptir. Elton Mayo (ö. 1949) ve ekibinin yürüttüğü deneysel çalışmalar başlangıçta işyerindeki ısı, ışık gibi fiziksel şartlardaki değişikliklerin işçilerin performansına etkisini belirlemeyi amaçlıyordu. Sonuçta performansın fizikselden çok psikolojik koşullardan etkilendiğini tespit ettiler. Ardından çalışma ve dinlenme süreleri, yorgunluk ve monotonluk konularını araştıran deneyler yapıldı. Görüldü ki grup halinde çalışma ve yöneticilerin ilgisi gibi psikolojik koşullar, verimliliği daha çok artırıyordu. Dahası, işçiler yöneticilerden habersiz olarak çalışma hızını, alt ve üst performans sınırlarını belirliyordu ve birlikte hareket etmeyen arkadaşlarını dışlıyordu. Yani, biçimsel (formel) yapı içerisinde biçimsel olmayan (informel) yapılar oluşuyordu. Bu da yöneticilerin işçiler ile işbirliğine gitmesinin zorunluluğunu gösteriyordu. 

        Neoklasik yaklaşımın ortaya çıkmasında başka çalışmalar da katkı sağlamıştır. D. McGregor (ö. 1964) geliştirdiği 'Teori X ve Teori Y' yaklaşımında yöneticilerin insanlara ilişkin varsayımlarını iki grupta topladı. Teori X'e göre insan tembeldir, arzu ve kararlılıktan yoksundur, kısa dönemli ve ben merkezli düşünür. O halde yönetim çalışanları denetlemeli, onlara emretmeli, başarılıları ödüllendirmeli, başarısızları cezalandırmalıdır. Teori Y ise insanın fırsat verildiğinde çalışkan, sorumluluk sahibi ve birlikte hareket edebilen bir yapıda olduğunu varsayar. Benzeri biçimde L. Likert'in "Sistem1 - Sistem 4 Modeli" ile C Argyris'in "Olgun ve Olgun Olmayan Kişi Modeli" insanların fırsat verdiğinde olgunlaşacakları, çalışacakları, sorumluluk alacakları ve bireysel beklentileri ile örgüt beklentileri arasında denge kuracaklarını esas almıştır. 

        İnsan ilişkileri yaklaşımı, işyerinde psikolojik ve davranışsal etmenlere odaklanarak yönetimi yeni bir boyuta taşımıştır. Ancak, yaklaşımın bazı açmazları zamanla ortaya çıkmıştır. 

        Yönetim Bilimi Yaklaşımı; matematik, istatistik ve sonrasında bilişim sistemleri üzerinden geliştirildi. Bu bilimlerin yardımıyla yönetimin tahmin ve karar kalitesi artırılmak hedeflendi. Yöneylem Araştırması, daha efektif bir yönetim için matematikten yararlanmayı amaçlıyordu. Kalite Yönetimi, kalite kontrol, kalite çemberleri gibi tekniklerde matematiğin ve istatistiğin kullanılmasıyla performansı artırmayı hedefliyordu. Bilgisayar teknolojisinin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan "Yönetim Bilişim Sistemleri" ise yöneticilerin kararlarını destekleyici ve onlara enformasyon sağlayıcı sistemlerin kurulmasını konu edinmektedir.

        Modern (çağdaş) yaklaşımlar, örgüt ile dış çevre arasındaki etkileşime odaklanan yaklaşımlardır. Bu yaklaşımlar, artan rekabet ve yükselen belirsizlik koşullarında yönetimin çevresel baskılara nasıl karşılık vereceğini sorgularlar. 

        "Sistem Yaklaşımı", örgütü alt sistemlerden oluşan ve çevresel etmenlerle kuşatılmış yapılar, açık sistemler olarak görür. Dolayısıyla başarı için hem örgütün alt sistemleri arasında hem de örgüt ile örgütü kuşatan dış çevre arasında uyum olması gerektiğini savunur. Örgütlerde teknik, psikolojik, yapısal ve yönetimsel alt sistemler bulunur. Dış çevrede ise devlet, toplum, ekonomi, rakipler, tedarikçiler, alıcılar, finansörler gibi aktörler yer alır. 

        Çevre değişken ve karmaşık olduğu için belirsizlikler üretir. Yönetimin işlevi, çevresel baskılara karşılık vermek ve uyum sağlamaktır. Uyum sağlayamayan sistemler entropiye (bozulmaya) uğrarlar, çürür ve yok olurlar. Uyum arttıkça sinerji oluşur. 

        Sistem yaklaşımı genel-geçer bir başarı modeli önermekteydi. Bu yaklaşım, örgütün çevresine yaptığı vurgu ve geliştirdiği bütüncül bakış açısı ile önceki yönetim yaklaşımlarından farklılaşmıştır. 

        Durumsallık yaklaşımına göre başarı, yönetimin "durumlara" verdikleri tepkiye bağlıdır. Çünkü her örgüt bağlamının bir fonksiyonudur ve kendine özgü durumların etkisindedir. Bu yaklaşımı biçimlendiren ve işletme büyüklüğü, teknoloji gibi etmenlerin örgüt yapısını biçimlendirici etkisini sorgulayan çok sayıda görgül çalışma yürütülmüştür. En bilinenlerinden birisi Burns ve Stalker'ın önerdiği "mekanik ve organik örgütler" ayrımıdır. 

        Durumsallık yaklaşımı, yönetsel başarı için (her yerde geçerli varsayılan) genel ilkeler yerine bağlama özgü koşullara ve durumlara odaklanılmasını önererek yönetim düşüncesini yeni bir aşamaya taşımıştır. 

        "Post-Modern Yönetim", 1980'lerden itibaren siyasi, teknolojik ve toplumsal gelişmelerden beslenen ve küreselleşmeci söylemle koşut olarak gelişen bir yönetim düşüncesidir. Tam olarak ne anlama geldiği belirsiz olan post-modern yönetimin önerileri arasında yönetimde çoğulculuk ve yerindenlik, hiyerarşi yerine yataylık, cinsiyet ve ırk ayrımlarına itiraz gibi konular yer alır.

        Dinamik bir olgu olan yönetime dair daha iyiyi arayış süregelmektedir. Teknolojik, siyasi, ekonomik, toplumsal ve bilimsel gelişmeler yönetim yaklaşımlarını etkilemektedir. Örneğin Çin'in yükselişi, ekonomik krizler, COVID benzeri salgınlar yönetim yaklaşımlarını da biçimlendirmektedir. Son zamanlarda 'eleştirel yönetim çalışmaları, yönetim karşıtlığı' dahil çok sayıda yaklaşımdan söz edilse de bunların hangilerinin etkili olacağı öngörülememektedir.

        YAZAR

        Recai Coşkun

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa