Anadolu kulüpleri ne işe yarar ?
Ajax ve Porto gibi Avrupa'nın pekçok büyük kulübünden fazla yayın geliri olan Anadolu takımlarının Türk futboluna ne katkısı var ?
Copyright © 2020 - Tüm hakları saklıdır. Habertürk Gazetecilik A.Ş.
6gün süren Yılmaz Vural ve Gençlerbirliği birlikteliğinin ardından, Türk futbolunun "kronik teknik direktör kovma" hastalığı uluslararası medyanın da dikkatini çekmişti. 2015-16 sezonu başladığından bu yana Süper Lig'de koltuğundan olan teknik adam sayısı 14. PTT 1. Lig'deyse 17 hocanın yerinde yeller esiyor.
Aynı dönemde Premier Lig, Bundesliga, Ligue 1 ve Rusya'da 5; La Liga, Serie A ve Portekiz'de ise 6 kez teknik direktör değişikliği yaşandı. Hollanda Eredivisie'de teknik direktör kovmayı çare olarak gören kulüp sayısı sadece 3 olurken, her hafta Türkiye'ye getirilen Lucescu'nun çalıştığı Ukrayna Ligi hiç hoca değiştirmeyen tertemiz siciliyle en sabırlı lig konumunda.
Futbol, bir sinema filmi gibi. Yıldız başrol oyuncuları, yardımcı rolleri ve figüranları var. Ortaya izlenebilir bir sanat eseri çıkması için hepsinin doğru bir senaryo ve kurgu üzerinde buluşması, performanslarının iyi yönetilmesi gerek. Başroldekilerin döktürdüğü ama yardımcıların ve figüranların döküldüğü bir film festivalde en fazla bireysel ödüller kategorilerinde öne çıkabilir.
Süper Lig'in başrol oyuncuları 20 sene öncesine nazaran Avrupa'da kendine saygın bir yer edindi. İsimleri biliniyor. Aşağı yukarı her sezon bir iki tanesi Avrupa kupalarında son 8 ya da 16 takım arasında kendine yer buluyor. En kötü kapısına dayanıyorlar. Fakat yardımcı ve figüranlar tokat yemeyi, ağlamayı dahi bilmeyecek seviyede berbat oyunculuk sergiledikleri için filmin tamamı izlemek işkence hâline gelebiliyor.
Oysa nasıl iyi bir takıma sahip olmak için iki üç yıldıza sahip olmak yetmiyor ve kadronun geriye kalan görev adamlarının da belirli bir vasatın üzerinde kaliteyi barındırması, tüm sezonu götürecek çeşitlilikte olması gerekiyorsa; tüm bir ligin kalitesi için de iki üç tane üst düzey takıma sahip olmak yetmiyor. Tüm kast iyi ya da dengeli olmalı. Süper Lig toplamda sınıfta kalıyor. Daily Mail gazetesinin geçen yıl son 10 yılı baz alarak 10 kategori üzerinden yaptığı lig sıralamasında Türkiye ancak 28. oldu.
Barcelona ile Real Madrid'in sürüklediği La Liga'yı son dönemde daha da izlenilir kılan Atletico Madrid'in rekabete girmesi ve Sevilla, Valencia, Villarreal, Athletic Bilbao gibi istikrarlı yardımcı oyunculara bu sezon Eibar ve Celta Vigo'nun eklenmesi oldu.
Türkiye'de ise İstanbul'un üç doğal şampiyonluk adayını, birazcık Trabzonspor dışında, zorlamaya çalışan bir kulüp yok. Böyle bir dertleri de yok. Hatta Avrupa kupalarına katılmayı amaçlayanlar dahi çölde vaha. Süper Lig'de son 5 sezonda istikrarlı olarak 3-6 sıra arasına oynayarak baş altı takım geleneği oluşturmaya çalışanlar Bursaspor, Başakşehir ve Kasımpaşa gibi görünüyor.
Kasımpaşa bir yatırım kulübü. Başakşehir ise borçsuz ve huzurlu kulüp ortamına ek olarak İstanbul'un sağladığı oyuncu çekebilme gücü sayesinde baş altında istikrarlı bir yer edindi. Sadece Bursaspor bir şehir projesi olarak yarışmaya çalışıyor. Arkadan sağlıklı adımlarla gelen bir tek Aykut Kocaman yönetiminde yeni bir yola giren Konyaspor var. Diğer Anadolu takımlarının yegâne sezon hedefi küme düşmemek. Ligdeki rekabeti zenginleştirmek, futbola katma değer sağlamak gibi önceliklerden çoğunlukla yoksunlar.
Ligde ilk sezonunu yaşayan takımlar için gayet makul bir anlayış ama 3-4 sezon sonunda hâlen hedef yükseltilemiyor ve ligde kalmanın ötesine geçilemiyorsa bu kulüplerin varlık sebebi tartışılır. Örneğin, Hamza Hamzaoğlu yönetimindeki ilk sezonunda 14. olarak lige tutunan Akhisar Belediyespor ertesi sezon aynı hocayla 10. sırada ligi tamamlayarak yerini sağlamlaştırmıştı. Hamza Hamzaoğlu önce milli takım yardımcı antrenörlüğüne ardından da Galatasaray teknik direktörlüğüne yükseldi. Yerine gelen Mustafa Reşit Akçay ise konumunu sağlamlaştırmış Akhisar'da hedef büyütmeyeceğini açıkladı. Aksini düşünenleri de ütopik olarak niteledi.
Internet üzerinden "ligde kalmak" diye arama yapılınca oluşan manzara trajik.
Anadolu kulüplerinin rekabete yeltenmemesinin bahanesi az paralarının olması. Kısıtlı diye belirttikleri maddi imkânlar kartını sürekli oynamaktan hiç çekinmiyorlar. Her fırsatta sistemin adil olmadığını savunup, yayın gelirlerinden fazla pay istiyorlar. Eskişehirspor bu yüzden Rekabet Kurumu'na başvuracağını bile belirtmişti.
Madalyonun diğer yüzündeyse, Süper Lig'de geçen sezon küme düşen üç takımın yayın geliri toplamının Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Slovakya, İzlanda, Bulgaristan gibi liglerin ürettiği toplam gelirden; Yunanistan, Avusturya, Romanya, Macaristan gibi Orta Avrupa ve İskandinav liglerinin de tüm havuz ihalesinden daha fazla olduğu gerçeği var.
2014-15 sezonunda küme düşen Kayseri, Karabük ve Balıkesir dışındaki Anadolu takımları Porto ve Benfica'dan fazla yayın geliri elde etmiş durumda. Avrupa'da final oynama başarısı yakalamış, bu sezon grubunda Marsilya'nın önünde lider çıkan Braga'nın yayın geliri sadece 3,5 milyon €. Hollanda'nın üç devi Ajax, PSV ve Feyenoord ile Belçika'nın Avrupa kupalarında temsil edilen köklü takımlarının yayın geliri Anadolu kulüplerininkinin yarısından az.
Şampiyonlar Ligi'nde son 16'ya kalan Belçika şampiyonu Gent kulübü geçen yıl yayın haklarından kasasına sadece 6 milyon € koymuştu. Aynı dönemde 17.8 milyon € kazandığı halde bataklığa dönmüş Mersin İdman Yurdu'nun üçte biri. Villarreal'i geçip Avrupa Ligi'nde lider olarak üst tura yükselen Rapid Wien yayın ve ligin sponsorluk gelirinden geçen sene 3.1 milyon € elde etti. UEFA sıralamasında ilk 20 içinde olan, Avrupa'da her sezon düzenli olarak tur atlayan Basel havuz gelirlerinden yılda sadece 2 milyon € kazanıyor.
Anadolu kulüplerinin yayın gelirlerinin az olduğu iddiası doğru olmadığı gibi rekabet için de yeterli. Sorun bu kulüplerin yayın dışında başka gelir üretememesi. Aşağıdaki tabloda Süper Lig'den çok daha az ciro yapan ve yüzüne bakmaya tenezzül etmediğimiz liglerin gelir dağılımı görülebilir. Dikkatli incelendiğinde oran olarak Süper Lig kulüplerinin ticari, maç günü ve ağırlığını transferin oluşturduğu "diğer" kaleminde çok geride kaldığı görünüyor. Hollanda bizden neredeyse iki misli, İsviçre de yarım misli fazla tribün geliri elde ediyor.
Türkiye'de havuz haklarının toplam gelir içindeki oranı % 45. Üç büyük İstanbul takımı ayrıldığında bu oran % 70'i geçiyor (ki Avrupa genelinde İngiltere(%49) ve İtalya(%51) dahil daha yükseğe çıkan yok) ve iddaa, ebilet ve lig isim haklarının ağırlığını oluşturduğu % 23'lük sponsorluk payıyla birlikte bir Anadolu kulübünün kendi çabasıyla bütçesine yaptığı katkı % 7-10 gibi komik orana tekâbül ediyor.
Kısacası Anadolu kulüplerinin büyük bölümü gelir üretmek için hiçbir şey yapmıyor. Büyükler üzerinden gerçekleşen yayın ve diğer sponsorluk gelirler satışlarına konuyor. Ligi var etmelerinin bedeli olarak bu parayı alıyorlar ama böyle gitmeyeceği kesin.
Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç, geçtiğimiz haftalarda TFF ve kulüp temsilcileriyle yapılan toplantıda "Kulüplere gelir getirici bir takım çalışmaların hayata geçirilmesi konusunda iyi bir noktaya geldik." diyerek duruma el atılacağını belirtti. Başka türlüsü de beklenemezdi. Anadolu kulüplerinin büyüklerin sırtına binmekten daha çok sevdiği bir şey varsa o da devletin sırtına binmek.
Statlar, vergi ve kredi finansmanı üzerinden gerçekleşen, sadece Anadolu değil büyük kulüplerin de pekçoğu dahil olmak üzere tüm ligi kapsayan bu sömürü dudak uçuklatacak durumlara ulaştı.
Devam edecek...