X

Günün gelişmelerini anlık takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

Takipte Kalın

Muharrem SARIKAYA /YAZI DİZİSİ 1/ GAZETE HABERTÜRK

Kum torbaları arkasında elleri tetikte bekleyen polisin oluşturduğu barikat önünde duvara yaslanmış bedeni titriyordu. Henüz yirmisine girmemiş genç kıza ismini sordum. Bedeniyle ritmik titrek ses tonuyla “Dorşin...” dedi. Sakinleştirmek amacıyla sözü uzattım, “Ne anlama geliyor?” diye sordum. Çilli burnunun iki yanında kocaman açılan kara gözleri çaresizce baktı: “Çevresi, etrafı yeşil demek...” Öğrencisi olduğu Dicle Üniversitesi’nde bir dersinin final sınavı için evden çıkmış. Geri dönmek istediğinde İnönü Bulvarı ile Gazi Caddesi’nin kesiştiği polis noktasından geçememiş. Polisin, “Yasak... Karar alındı içeri girmek yasaklandı...” sözüyle karşılaşınca, kitapları, naylon poşet içinde iki pide, on kadar mandalina ile barikatın başladığı duvarın dibinde kalmış. Yanına vardığımda dokunsan ağlayacak durumdaydı. Silah seslerinin yükseldiği bir ortamda Ankara alışkanlığı ile kravat takıp sokağa çıkmış halimden de çekindiğini hissettirmekten geri durmadı. Kendimi tanıttım, yüzüme baktı, “Birkaç yazınızı okumuş, sizi televizyonda izlemiştim” dedi. Yüzündeki gerginlik yumuşadı, sohbete başladı.

"ANNE SINAVIM VARDI"

“Daha önce arama yaparak mahalleye giriş çıkışa izin veriyorlardı. Bugün üniversitede final sınavım vardı, çıktım, ama şimdi yasak gelmiş, içeri almıyorlar. Annem ve kardeşlerim evde. Bense ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyorum...” Tam da bu sırada cep telefonu çaldı, arayan annesiydi; duyacağımız yükseklikte “Neredesin, nereye gittin, niye evde değilsin?” diye bağırıyordu. Dorşin’in cevabı kısa ve öz oldu: “Anne sınavım vardı; girmesem okul uzayacaktı...” Telefonu kapattı, nerede kalacağını sordum, “Bir yakınım var. Annem de onun yanına gitmemi istedi” deyip, silah sesleri arasında derin sessizliğe gömüldü.

24 BİN KİŞİDEN 2 BİN KİŞİ KALDI

Silah sesleri yükseldikçe Sur’un sokağa çıkma yasağı olan mahallelerinden hızlı adımlarla gelen insan sayısı da arttı. Ellerinde bir büyük naylon torba, çocuklarının sırtlarında ise okul çantaları... Omuzlarında veya ellerinde ise battaniyeye sarılmış birkaç ev eşyası... Bölgede hendeklerin kazıldığı, ardından sokağa çıkma yasağının ilan edildiği 24 bin nüfuslu ilçede şu an yaşamaya çalışansa 2 bin kişi... Göç edenlerin bazısı başka mahallede ev tutmuş, bir kısmı da akrabalarına sığınmış. Ancak sokağa çıkma yasağı dördüncü haftasına girince, akraba yanında kalmak da sorun olmuş. Çoğu ev bulma derdine düşmüş, bazıları da valiliğin gösterdiği otellere taşınmış. Eşi, kızları ile mahalleyi terk etmekte olan Samet Altıntaş da bunlardan biri. Yeni ev tutmuş, çocuklarını dışarı çıkarmak için dönmüş, şimdi evinden yanına alabildiği birkaç parça eşyayla taşınıyor... Sur Belediyesi’nin astığı “Dest Nedin Vina Me... (İrademden elini çek)” yazan pankartın altında sohbete başladık. “Yine biz şanslı sayılırız, evimiz çatışmanın yoğun yaşandığı alanın biraz dışarısındaydı. Yine biz evden çıkabiliyoruz, ya çatışma arasında kalıp çıkamayanlar!...”

"KULAĞIMI İKİ ELİMLE SIKICA KAPATTIM"

Kamile Elçek günlerdir çatışmanın ortasında kalanlardan... Gece yarısı silah sesleri yoğunlaşmış, kapısının önünde saatlerce sürmüş. Kucağındaki bebeğinin başını battaniye ile örtüp yanındaki küçük kızını gösterdi, “Çocuğun psikolojisi bozuldu” dedi. Annesine sarılmış 11 yaşındaki Cemile Elçek ise devamını getirdi: “Penceremizin önünde silah sesi çok fazlaydı, ben de kulaklarımı iki elimle kapatıp, başımı yastığın altına soktum... Bir de dua ettim. Ama yine duyuyordum.” Çöp yığınları arasında yol boyunca karşılaştığım Suzan-İslam İçten, damadı hapiste olan Filiz Aras, oğlunun mahallede yeni kurduğu işletme için harcadığı 70 bin lira borca yanan Melek İbiçeker, ekmek alma derdindeki Medine Uzin’in de sözleri diğerlerinden farklı olmadı. Hepsi “Barış yeniden sağlansın” diye başlıyor, nasıl olacağı sorulduğundaysa “Çatışarak değil, konuşarak” deyip susuyordu.

"YİRMİ YIL SONRA AYNISINI YAŞIYORUM"

Mahallede yaşayanların hemen hepsi benzer sorunu 20 yıl önce de tecrübe etmiş. O gün kırsalda köy boşaltma ile sonlanan çatışma ortamı, kaçıp geldikleri Diyarbakır’ın ortasındaki Sur Mahallesi’nde yine karşılarına çıkmış. PKK’nın gençlik örgütlenmesi YDG-H’nin hendek kazıp, kepenk kapatması sonrası başlayan sokağa çıkma yasağı, göçü artırmış, 22 bin kişi evini terk etmiş. Sokağa çıkma yasağının 28’inci gününde 4 güvenlik görevlisinin şehit olduğu, 52 güvenlik görevlisinin yaralandığı Sur’da etkisiz hale getirilen terör örgütü mensubu sayısı 44’ü bulmuş. Ocak ayından bu yana da 171’i şehit olmak üzere, 195’i militan, 157’si sivil 523 kişi hayatını kaybetmiş. Nitekim, “Yirmi yıl sonra aynısını yaşıyorum” diye söze girdi Mehmet Ekin... Terör arttığı için 1994’te boşaltılan Lice kırsalından 6 nüfusla göç edip Sur’un Savaş Mahallesi’ne yerleşmiş. Komşularının büyük bölümü de sokağa çıkma yasağının ilan edildiği Sur’daki 6 mahalleye, çevre kent ve ilçelerdeki köylerden benzer nedenlerle kaçıp yerleşmiş. Mehmet Ekin, aylığı 70 lira civarında olan ucuz kiranın da birçok işyerinin orada olmasının da yoksul halkın tercihinde önemli faktör olduğu inancında. Salih Bozdağan ise “çekçek” denilen iki tekerli büyük el arabalarıyla toptancıların merkezindeki mahallede hamallık yapıyor, çoğunluk yoğun emek verilen işlerde çalışıyor.

OTELLER BİR AYDIR KAPALI

Bazıları da kuruyemişçi Cezayir Esen gibi atadan dededen mahallenin eşrafından... Diyarbakır turizminin merkezi semte giriş çıkış kısıtlanınca bölgedeki banka şubeleri dahil hepsi kepenk kapatmış. Binaların arasından süzülüp gelen kış güneşinin altında çevreye yayılmış çöplerden yükselen kokuya aldırmadan yan yana dizilmiş dertleşirken buldum Ekrem Kaya’yı... Kaya, bölgedeki 20’den fazla otelden biri olan Kaya Oteli’nin sahibi olduğunu söyledi. Bir aya yakın süredir kapalı olduğunu, tek müşterisinin kalmadığını belirtti. Mahmut Uygun, “Ben de otel sahibiyim” deyip karşımızdaki Derya Oteli’ni gösterdi. Ferhat İnal ise kepengi kapalı olan elektrik-elektronik malzemesi satan dükkânını başıyla işaret etti, “Kontrol için geldim” dedi.

TOPTANIN KALBİ

Ticarethanelerin de yer aldığı, sokağa çıkma yasağı ilan edilen alan sadece Diyarbakır’ın değil, bölgenin tekstil, giyim, toptan gıda, ayakkabı, terlik toptancılarını barındırıyor. Ayrıca, çok sayıda kadın giyim atölyesine de sahip. Hepsi kapanmış, birçoğu içerdeki mallarını polis gözetiminde çıkarıp başka alanlara taşımış. Deposunda çok daha fazla malı olanlarsa öylece bırakmış. Çatışma azaldıkça parçalar halinde gelip almaya çalışmış. Kuruyemiş dükkânı sahibi Cezayir Esen, “Bir aydır derdimizi anlatmadığımız yer kalmadı, ama çare bulan yok” diye söze girdi. Anlattığına göre, terör tazminatıyla ilgili girişimleri olmuş, hükümetin vergi ve sigorta ödemelerini öteleyen kararını da dikkatlice dinlemiş. Ancak Sur’da esnafın beklentisi bunun ötesinde mağduriyetlerini giderecek adımların atılması.

ÇATIŞMAYA ADRES TAŞIYANLAR

Esnaf hem psikolojik hem de maddi sorunla kıvranıp derdine çare ararken, bundan faydalanmak isteyen fırsatçılar da türemiş. Valilik kaydına göre daha önce bölgede Vergi Dairesi’ne kayıtlı 1100 kadar ticari kuruluş varken, son dönem bu sayıda dikkat çeken artış olmuş. Esnafa yüksek miktarda yardım yapılacağını vergi, sigorta borçlarının kaldırılacağını duyan bazı kişilerse işyeri adreslerini kâğıt üzerinde sokağa çıkma yasağının uygulandığı, çatışmanın yoğun yaşandığı mahalleye taşımış. Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Başkanı Ahmet Sayar, ‘fırsatçı’ davranışların sadece vatandaştan değil, bankalardan da geldiğini belirterek, “Bankalar risk bölgesi görüyor, bankalardaki nakit karşılığı kullanabileceğimiz kredi limitini dahi kullandırmıyor. Malımızı çok düşük değerden ipotek ediyor” dedi.

KAPANAN İŞYERLERİ

Bölgedeki 361 işyerinin kapatma kararı bildirdiğini, 56’sının kapandığını söyleyen Sayar, “7 Haziran öncesi bir ihtimal yazın deselerdi, bugün gelinen noktayı hiçbirimiz öngörüp yazamazdık” deyip ekledi: “Herkes birbirini barışı bozmakla suçluyor. Eğer TBMM’de bir gözlem heyeti oluşturulmuş olsaydı bunlar yaşanmazdı. Bugün gelinen noktada hendek ile özyönetim istenmesi de bunun üzerine devletin sokağa çıkma yasağı koyup bariyeri yükseltmesi de yanlış. İki yanlış ile doğru bulunmaz.”

TEPKİ ARTIYOR...

DOĞU ve Güneydoğu’daki işadamları ve sanayicileri bir çatı altında toplayan DOGÜNSİFED Yönetim Kurulu Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu bugüne kadar Ankara’da 3 kez hükümet yetkilileriyle bir araya geldiklerini aktardı. Bankaların ipotekler ve krediler başta olmak üzere bölgedeki tüccara ve işadamlarına acımasız davrandığını, mallarını yok fiyatına ipotek ettiğini, hakları olan kredileri vermediğini vurguladı. Sokağa çıkma yasağının devam etmesi halinde tepkinin artacağına dikkat çeken Bedirhanoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Örgüt hendek ve çatışma ile hükümeti müzakere masasına çekmeyi hedefliyor. Suriye’de elde ettiklerini buraya yansıtıyor. Biz diyalog kapılarını açarak bir zemin yaratmak istedik, olmadı. Bunun bir süre sonra uluslararası etkileri de olur.” Şehirleri çatışma alanına döndüren bu sürece nasıl gelindiği, PKK’nın hedefinde olanlar ve devletin güvenlik perspektifini değiştirip buna göre örgütlenmesi süreçlerine yarın değineceğiz.

YAZI DİSİZİ 2

PKK, ‘şehir savaşı’ için şehirdeki militanlarını, çatışmayı bilen ve özellikle Kuzey Suriye’de DAEŞ’e karşı savaşmış militanlarıyla tahkim ederek çatışmaları yükseltti. Devlet de güvenlik perspektifini buna göre yapılandırdı. Piyade birlikleri komando tugaylarına dönüştürüldü. Sur halkı ise “Burada hayat perişanlık içinde... Hâlâ var olan barış havası uçup gitmeden, bir çare bulunmalı” diyor

Dolambaçları nedeniyle, on adım arkada kalanın, önünde yürüyeni kaybedeceği; yöreye özgü kömür rengi taşlarla döşenmiş ince dar sokaklar... Diyarbakır’ın, yaz günlerinin kavurucu sıcağında esintisine doyum olmayan, her daim serin mahallesi... Bir sokak ilerimizden yükselen makineli tüfek ve patlama sesleri arasında, izinsiz, korumasız, ilintisiz dolaştığım Sur’da, semt sakinlerinin neredeyse tamamını 20 yıl önce köyleri boşaltıldığı için buraya göç edenler oluşturuyor.

SYKES- PICOT’TAN 100 YIL SONRA

Anlaşılıyor ki, PKK’nın terör için Sur’u tercih etmesi durduk yerde değil. Yeni örgütlenmesini başlattığı 2005 yılına, hatta ondan 10 yıl daha eskiye dayanıyor. Hedefinde de 1916’da bölgedeki sınırları çizen, İngiltere ve Fransa’nın imzaladığı, ancak Rusya’nın çekilmesiyle bozulan Sykes-Picot Anlaşması yatıyor. PKK, kendi deyimiyle, “Ortadoğu’da ülke sınırlarının yeniden çizildiği bugünkü süreci, 100 yıl önce olduğu gibi bir daha kaçırmak istemiyor”. Koma Komalen Kürdistan (KKK) olarak 2005’te başlayan, ardından Koma Civaken Kürdistan- Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) adını alan PKK’nın yeni yapısı, “özyönetim” diye tanımladığı konfederatif yapıya ulaşmayı amaçlıyor. Bugün şehirde terör estiren sürecin yol haritası da bütün detaylarıyla, örgüt liderlerinden Duran Kalkan’ın 2012’de yazdığı ve konfederalizmi hedefleyen “Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı” kitabına dayanıyor.

ŞEHİRDE TERÖRÜN ‘YAZILI’ KODLARI

Duran Kalkan, PKK’nın çatışma alanını kır destekli olarak şehire taşımasının gerisinde yatan nedeni, kitabında şöyle özetliyor: “Köye dayalı yaşam, ağır kayıplara neden oldu. Çünkü ortada köy kalmamıştı, aslında tasfiye edilmişti. Geriye kalan köyler de düşman tarafından örgütlenmiş köylerdi. Birer tuzaktılar. ‘Halk desteği sürdürüyoruz’ diye, düşmanın tuzağına düştük, avlandık. Pasif savunma içinde, coğrafyanın en derinine üslenip mevzilendik. Bu kez de kitleden, köye dayalı yaşamdan koptuk. Savaş yeniden gündeme gelince savaşmaya hazır olamadık.”

PKK da “4. Stratejik Dönem” adını verdiği bu yeni konsepte, Kalkan’ın kurallarını çizdiği “kıra dayalı şehir savaşı”nı başlatma kararı aldı ve bu kararı 17 madde olarak uygulamaya koydu. Ancak 2012’de ilk adımını attığı başkaldırı (serhildan) hareketini halka yaptıramadı, ağır darbe yedi. Bunun üzerine Hakkâri, Muş, Van, Diyarbakır, Mardin ve ilçelerinde “kıra dayalı şehir savaşı” için hazırlık yaptı. PKK, hem devletin hem de örgüte yakın olanların açıkça söylediği gibi, usul ve yöntemleri 17 madde halinde sıralanan “şehir gerillacılığı”nda kullanmak üzere, “çözüm süreci”ndeki çatışmazlığı fırsat bilip mühimmat depoladı.

‘ROJOVA’ ÖĞRETİSİ

Rojava adı verilen Kuzey Suriye’de Kürt grupların oluşturduğu YPG ile DAEŞ’in çatışması da aynı döneme rastladı. PKK, çoğu üniversite çağında ve maceraya düşkün gençleri, inşaat işçisi görüntüsüyle önce Kuzey Irak’taki kamplara götürdü. Suriye iç savaşının başlamasıyla da 6 ay eğitim verdiği gençleri bu kez çatışma bölgelerine sevk edip 2-3 ay içinde onlara “şehir gerillacılığı”nın tüm inceliklerini uygulamalı öğretti. Kimilerine göre 5, bazılarına göre de 10 bin kadar genç bölgeye taşındı. PKK, bu dönemi, 3 bine kadar inen militan sayısını, hedeflediği 50 bin rakamına çıkarmak için de fırsat bildi.

TAK’TAN YDG-H’YE

Bunlar yaşanırken, 24 Haziran 2013’te Cizre’nin Nur Mahallesi’nde yüzleri kapalı, PKK bayraklı, Öcalan posterli 87 genç “Yeni özgür yaşamı inşa etmenin ilk ve temel ayağı öz savunmadır” diyerek “YDG-H’yi (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) kurduklarını, öz savunma gücü oluşturduklarını” açıkladı. Diyarbakır’ın Fiskaya semtinden de benzer açıklama geldi. Bölge halkı için bu gençler tanıdıktı. 1990’lı yıllarda Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) adı altında kurulmuş, 2005’teki Kuşadası patlamasının da arasında bulunduğu eylemlere imza atmış, PKK’nın “Bizden değiller” demesine ve birçok eylemini tasdik etmemesine karşın örgüt adına iş yapan lümpen, goşist (aşırı solcu, ihtilâlci solcu) ve maceracı gençlik örgütlenmesiydi... Dün itibarıyla adını YPS (Sivil Savunma Birlikleri- Özyönetim Birlikleri) olarak değiştiren YDG-H üzerine çalışmaları bulunan bölgedeki bir devlet yetkilisinin de vurguladığı gibi, “Bu gençler başlangıçta uyuşturucu ve kaçakçılıkla mücadele eder göründükleri için, devlet güçleri de üzerlerine gitmedi, çözüm sürecindeki ‘Dokunmayın’ talimatları onları cesaretlendirdi”. Başlangıçta esnaftan ve halktan, hatta PKK’nın bileşenlerinin önde gelenlerinden, “14-16 yaşındaki çocuklar ekmek parama ve yaşamıma karışıyor” veya “Hendekle, silahla çözüm bulunmaz” diye tepki yükselirken, sokağa çıkma yasağı ve ardından gelen yoğun çatışma ortamında bu sesler de duyulmaz oldu.

CİZRE’DE 300, SUR’DA 200 ‘KIRSAL MİLİTAN’

PKK, sivil toplum kuruluşlarını içine alan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) aracılığıyla, 15 Ağustos günü 13 yerde “özyönetim” ilanında bulundu. Örgüt, gece başlayıp sabaha kadar bir ilçeyi, mahalleyi ele geçirme planları yaptı. Ancak Sur, Silvan, Cizre ve Nusaybin’deki ilk denemeleri sonuç vermedi; ağır kayıpla karşılaştılar. 1 ay sonra, şehir militanlarını çatışmayı bilen kırsal militanlarıyla tahkim ederek çatışmayı yükselttiler. Güvenlik birimlerine göre kırsaldan gelen militanların sayısı Cizre’de 300’e, Sur’da da 200’e çıktı. DAEŞ’e karşı çatışmalarda tecrübe kazanmış ve “şervan” denilen militanlar ağır silahlarla donatıldı. PKK, bununla da kalmayarak eylemini metropollere taşıyabilmek için, birbirini tanımayan, en çok 4 kişiden oluşan, vur kaç veya suikast yöntemiyle eylem yapma yetisine sahip yapılar kurdu.

HEPSİNİN GÖZÜ CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’DA

Sur’un sokağa çıkma yasağı ilan edilen 6 mahallesinden göç eden nüfus 23 bini buldu. Geriye, çoğu yaşlı veya çok yoksul, bin 500 kadar insan kaldı. Sur halkının, sözün bir yerinde muhakkak vurguladığı gibi, “Burada hayat perişanlık içinde... Hâlâ var olan barış havası uçup gitmeden, bir çare bulunmalı”. Hemen hepsi de çareyi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bekliyor.

2. VE 3. ORDU’YA ‘ÖZEL’ EĞİTİM

PKK, örgütlenmesini “kıra dayalı şehir savaşı” şekline çevirirken; devlet de boş durmadı, güvenlik perspektifini buna göre yapılandırdı. Terör örgütünün hem kırda hem de şehirde amacına “istediği gibi kısa vadede” ulaşamamış olmasının gerisinde de bu yatıyor. Ancak devlet görevlilerinin de altını çizdiği bir nokta var ki sosyal ve ekonomik projelerle kısa vadede desteklenmezse, sadece güvenliğe dayalı mücadeleyi yürütmenin zorluklarıyla karşılaşılması an meselesi. Özellikle de Diyarbakır’da... Jandarma ve polise, “siviller arasındaki teröristle savaşı” yürütebilecek kabiliyete kavuşmaları amacıyla, “toplumsal olay görünümlü terör eylemlerini durdurma” yöntemleri öğretilmiş. Son olarak 14-16 Ocak’ta Malatya’daki 2. Ordu, 20- 21 Ocak’ta da Erzincan’daki 3. Ordu buna yönelik eğitimden geçmiş. Bununla da kalınmamış, piyade birlikleri komando tugaylarına dönüştürülmüş. Yakın zamana kadar Isparta Eğirdir, Kayseri ve Bolu’dan bölgeye sevk edilen komando birlikleri, bölgede yaşayanlarla değiştirilmiş. Siirt’teki komando tugayına, piyadeden dönüştürülen Tatvan, Bingöl, Bitlis tugayları eklenmiş. Ayrıca benzer şekilde, Denizli’deki gibi Batı illerinde de yeni tugaylar oluşturulmuş. Toplamda hedeflenen ise sayının 13 komando tugayına çıkarılmasıymış. Konunun uzmanı bir güvenlik görevlisi, bölgeyi “antibiyotik tedavisi uygulanan kişiye” benzetiyor: “Daha önce kutudaki 8 antibiyotik yerine sadece 3’ü kullanılıyor, vücut kendine gelince de ilaç kesiliyordu. Ancak virüs, tam ölmediği için güç kazanarak tekrar ortaya çıkıyordu. Şimdi antibiyotik, virüs yok edilene kadar uygulanacak.”

TSK DA ‘MİT KALKANI’ İSTİYOR

Şehirde terörle mücadelede askerin de devreye sokulmasına dönük yeni güvenlik perspektifinin yaşama geçirilmesi ise 2 hafta önce pazar günü Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan toplantıda karara bağlanmış. Güvenlikle ilgili bakanların, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ın, kuvvet komutanlarının, valilerin, bölgedeki komutanlar ve polis şefleriyle bürokratların katıldığı toplantıda, terörle mücadele kapsamında, valilerin çağrısıyla tank ve topçu birliklerinin devreye girmesi kararlaştırılmış. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), bütün bunlara karşın, MİT için bir süre önce çıkarılan yasaya benzer bir kanuni koruma istiyor. Askerin bundaki gayesi, tank ve topların kent merkezlerinde kullanılmasıyla ilgili ileride karşılaşabilecekleri olumsuzluklar.

KADIN SNIPER’LAR

Güvenlik güçlerinin aktardığına göre, örgüt, mahallere girişin engellenmesinde etkin olan keskin nişancıları, “iyi nefes tuttukları ve ellerini sabit halde uzun süre tutma yetisine sahip oldukları için” kadınlar arasından seçiyor. Bir görevli, havada dolaşan 2 helikopteri gösterip “Daha önce yukarıdan güçlü kameralarla, bulundukları yeri tespit edip yakalıyorduk. Şimdi çatılara ve sokak aralarına çarşaf gererek gizleniyorlar. Çoğu da evlerin üst katlarında açtıkları küçük deliklerde saklanıyor” diyor.

DOÇKA ŞEHİRDE

Güvenlik güçlerini zora sokan bir diğer durum ise teröristlerin Kobani’de öğrendikleri yöntemleri acımasızca uygulamaları ve çocuk denecek yaşta gençleri öne sürmeleri. Bir de Suriye ve Irak’ta kamyonetlerin arkasında gördüğümüz Doçka adı verilen ağır makineli tüfekler ve evlerin üst katlarına yerleşmiş sniper’lar (keskin nişancı) var tabii...

YAZI DİZİSİ 3

Çatışmaların sürdüğü Diyarbakır’da, sivil toplumun ve iş çevrelerinin ne arabuluculuk yapabilecek takatleri, ne de bir zamanlar rahat hareket ettikleri zeminleri kalmış. Bu psikoloji içindeki şehirde, tüm tarafların sivil toplum örgütleri ve siyaset kurumları ile konuştum...

“İKİ ay önce, ‘Olacaklarla ilgili tahminde bulunun deseler, bugün yaşadıklarımız hiçbirimizin aklına gelmezdi...”

Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Ahmet Sayar gelinen noktayı böyle özetledi.

Tek başına Sayar değil, bölgede sohbet ettiğim tüm siyasiler ve sivil toplum örgütleri, sokaktaki halk da aynı görüşü taşıyor.

Haksız da değiller, iki ay önce seçim nedeniyle geldiğim Diyarbakır’da Sur içinde yaşayanlar dahil kimse bugünleri öngörmüyordu, tam tersine hendek siyasetini eleştiriyordu; o günler geride kalmış, kaybedilmiş.

Ayrıca sivil toplumun iş çevrelerinin ne arabuluculuk yapabilecek takatleri, ne de bir zamanlar rahat hareket ettikleri zeminleri kalmış...

İki ay önce “Hendek siyaseti çok şey kaybettiriyor” diyen PKK bileşenleri de suskunluk sarmalına girmiş, söylem değiştirmiş.

“ÖZYÖNETİM NEDİR Kİ?”

Dikkat çeken ise tarih kokan şehrin, barut kokusuyla dolmasına neden olan “özyönetim” konusunda kimsenin net fikri yok, fil tarifi gibi herkes kendine göre bir tanım yapıyor.

Biri konfederatif yapılanmayı anlatırken, diğeri Avrupa Özerklik Şartı’nı tanımlıyor, bir diğeri ise İsviçre kantonel modelinden söz ediyor.

Sur içindeki çaycı Mahmut, “Özyönetim nedir ki? Bir şeyin özüdür; he öyledir?” diye soruyor, her kafadan çıkan ses karşısında ise başını sallayıp bardaklara çayını dolduruyor.

Bu psikoloji içindeki şehirde tüm tarafların sivil toplum örgütleri ve siyaset kurumları ile konuştum.

İşte Diyarbakır Sur’da kendini bulan meseleye bakışları ve sorunun çözümü konusundaki önerileri:

HDP CEPHESİ

HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, silahların bir kenara bırakılarak meselenin ele alınması gerektiğini söyledi. “Hendekle, barikatla, ben açıkladım yapılacak yaklaşımıyla olur mu?” diye sordum, “Hendek tartışmasının çok ilerisine geçildi” yanıtını verdi.

HDP Milletvekili Prof. Dr. Mithat Sancar ise “Özerk yönetimin, siyasi yetki devrini de kapsayabildiğine” dikkat çekip ekledi: “Avrupa Özerklik Şartı idari yetki devrini öngörüyor, siyasi yetki devrini getirmiyor. Siyasi yetkinin devredildiği modeller de var. Bir de Almanya’da da olduğu gibi eyaletlere bölünmüş federal sistem var. Fransa da siyasi özerkliğin kapısına dayandı. Şu aşamada bu konunun ucu açık. Bizim modelimiz, İspanya, İtalya’da olduğu gibi... Merkezi sistem hâkimiyeti kalkmalı, vali, kaymakam da seçimle işbaşına gelmeli, vergiler yerele bırakılmalı.”

Bütün bunların çatışma ortamında nasıl sağlanacağı soruma Prof. Dr. Sancar’ın yanıtı şöyle oldu:

“Savaş devreye girince, özyönetim bir anda öz savunmaya sıkışıp kaldı... Sykes Picot’un Ortadoğu’nun Kürdistan meselesi, onun gizli ruhu olduğu niye görülmüyor? Enerji bölgesinde Kürtler neden 4 parçaya ayrıldı? O nedenle Türkler ile Kürtler bu bölgede birlikte hareket ederek meseleyi çözer. Yoksa mezhepsel Sünni bakışla çözülmez.”

Özyönetim üzerine kitabı da bulunan eski HDP Muş Milletvekili Demir Çelik de “Kürtler ne zaman dört ülkeye parçalandı Ortadoğu sorunu olmaya başladı” deyip ekledi: “Devlet bir etnisitenin eline teslim edilince demokratikleşmiyor. Önemli olan ulus devletlerin katı merkeziyetçi yapılarını değiştirmek, ret ve inkârdan uzaklaştırmak. Onun için demokratik özerklik diyoruz. Türkiye’yi ortak vatan kabul ediyoruz.”

“Hangi modelin örnek alınmasını hedeflediklerini” sorduğumda Sancar’ın aksine Çelik, “kantonel İsviçre modeli”ni gösterdi.

ÜÇ PARTİLİ BAKIŞ

AK Parti, CHP ve MHP’nin bakışı aslında özünde birbirinden farklı değil.

AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, Cizre’de ilk hendek kazıldığında “Yanlış yapılıyor” diye eleştirenlerin bugün tam tersini savunduğunu belirtip devam etti: “HDP özerklik konusu tartışılacaksa, ‘Muhatabı halkın oyunu alan bizler tartışırız’ diyemiyorsa, onların peşine takılıyorsa, hakkında soruşturma da açılır, dokunulmazlığı da gündeme gelir.”

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu da iki ateş arasında kalan halkın açmazına dikkat çekti, 16 Ağustos’tan bu yana 124 sivilin çatışma arasında kalıp evinde öldürüldüğü, bölgede “duygusal çöküşün yaşandığı”nı söyledi. Kısa süre önce hendeğe tepki gösteren halkın, sokağa çıkma yasağının gelmesiyle “Devlet de beni cezalandırıyor” algısına kapıldığını belirten Tanrıkulu, üçüncü bir yolun devreye girmesi, çözümün de TBMM’de üretilmesi gerektiğini vurguladı.

MHP Milletvekili Doç. Dr. Ruhi Ersoy ise 1821’de Mora isyanı sonrası Rusya ile yapılan 1829 Edirne Antlaşması ile Yunanistan’ın kurulduğunu, 1876 Batak isyanı sonrası da yine Rusya ile yapılan Berlin Antlaşması’yla Bulgaristan’a özerklik verildiğini anımsattı. Aynı Anlaşma ile getirilmek istenen Doğu’daki 17 ile yerel yönetim hakkı verilmesi talebinin uygulanmaması sonucu da Ermenistan’ın batıya genişlemesinin engellendiğini belirtip ekledi: “Sykes Picot Antlaşması’nın 100. yılında benzer durumun yaşanması an meselesidir! O tarihte ‘cetvel ile çizilen’ sınırların bugün yine aynı cetvelle ama değişik bir taktikle çizilmesi planlanmaktadır!”

‘GERİDE YIKIK KENTLER KALIYOR’

Eğitim Bir Sen Şube Başkanı Yunus Memiş ise bu noktaya gelinmesinin nedenini çözüm sürecinde gösterilen müsamahaya bağladı. Memiş, “Uyuşturucu ile mücadele ediyorlar diye göz yumuldu, öğrenci yurtlarında hâkimiyet bırakıldı. Bunlarla mücadele yöntemi İslami hayatın öğretilmesinden geçer. Devlet mustazaflar (bölgedeki İslami yapı) ile PKK mücadelesini sürdürmeli” dedi.

Tahir Elçi’nin öldürülmesi sonrası Baro Başkan Vekilliği’ni üstlenen Ahmet Özmen de “Tarafların gittikçe sertleşmesi kaygı verici” dedi. Çözüm süreci’ne dönülmesini bekledikleri sırada çatışmanın geldiğini anımsatıp ekledi: “Biri, ‘Kendi başıma özyönetim ilan ettim’ diğeri de ‘Egemenlik alanımda buna müsaade etmem, seni buradan atarım’ diyor. Gerisinde ise yıkık kentler kalıyor. İnsan hakları yönünden ihlalin en üst düzeyi yaşanıyor. Çatışma ortamı sorunu çözmez, tam tersine derinleştirir. Uzun süredir halk özyönetim nedir diye soruyor, herkes kendi bulunduğu açıdan tarif yapıyor. Kürtlerin en büyük sorunu aşırı politikleşmesi.”

İnsan Hakları Derneği Şube Başkanı Raci Bilici de çatışma sürecini kaygıyla izlediklerini vurgulayıp sözlerini sürdürdü: “Mesele Kürtlerin statüko talebidir, kırsalın devamı olarak şehir yapılanmasıdır. PKK bu savaşı ülkenin her yanına yayabilir. Çatışmayı bu noktaya taşımadaki amacı diyaloğu yeniden başlatmak gibi görünüyor. Halk ise çaresizlik içinde göç ediyor. Mesele hendek değil statü talebidir.”

‘ÜÇÜNCÜ TARAF TÜKETİLDİ'

DOĞU ve Güneydoğu’daki sanayici ve işadamlarının üst örgütü TURKONFED Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu Ankara’da hükümet yetkilileri ile birkaç kez görüştüklerini belirtti, “Hendeğin yarattığı olumsuz hava, sokağa çıkma yasakları nedeniyle farklılaştı” dedi.

Örgütün Suriye’de öğrendiklerini Türkiye’de denediğini vurgulayan Bedirhanoğlu, ticaretin sıkıntılı olduğunu ve yeniden ayağa kalkmasının da çok zaman alacağını bildirdi. Bankaların fırsatçı davrandığını da belirterek, çözüm için alternatif bir diyalog ortamı yaratılması gerektiğini söyledi.

DİTAM Başkanı Mehmet Kaya ise soruna farklı yaklaştı, “Çözüm sürecine dönülür diye beklenirken ikisi bir araya gelemez oldu” deyip ekledi: “Çözüm üretecek üçüncü taraflar da artık arabulucu olmaz. Hendeğe karşı olan halk devlet tarafından da sokağa çıkma yasağı ile kolektif cezalandırıldı. Sur bölgesinde tüccarın yarattığı ticari başarı yok edildi. AKP 1990’lı yılları eleştirerek işbaşına geldi, ama benzer yönteme başvurdu. Buradan orta sınıfı kaçırıyor. Orta sınıfın gitmesi çölleştirir, PKK’nın işine gelir.”

‘BİRİNE KAPATIN, DİĞERİNE ÇIKIN’

Bölgede son dönem ağırlığını hissettiren Hüda-Par’ı kuran, bugün Genel Başkan Yardımcılığı’nı yürüten Hüseyin Yılmaz ise iki tarafa da tepkili. Sur içinde evinin önünde hendek kazılan, çatışma çıkınca da bölgede kalan bir üyesini çatışma ortamında evinden çıkardığını, Cizre’de bir üyelerinin evine jandarma karakol kurmaya kalkınca da “terk edin” tepkisini koyup boşaltmalarını sağladığını anlattı. “Çatışmazlık sürecinde insanlara gereğinden fazla umut verildi” deyip devam etti: “Hükümet ve örgütün çatışmazlıktan anladığı ve taraflarına aktardığı aynı değildi. Halkın beklentisi de ikisinden farklıydı. Örgüt fırsat bildi, alan hâkimiyetinin kendilerine teslim edileceği yapılanma kurdu. PKK 1990’lı yıllarda devlet zulmünden kaçıp gelmiş, HDP’nin yüksek oy aldığı yerlere yerleşti, milislerini ve silahlarını yığdı. Türk solundan kişileri de yanına alarak Kobani’de eğitim gördü. Sur bölgesine Doçka soktu. Örgütün ancak silahları meşrulaştırıldığında, silah bırakmış sayılacağı anlaşılmadı.”

EŞBAŞKANLARIN GÖZYAŞI

BÜYÜKŞEHIR Belediyesi önünde toplanan kalabalığa polisin göz yaşartıcı bomba ile müdahale ettiği saatte randevuya gittiğimde Büyükşehir Eşbaşkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı gözyaşları içindeydi.

Her iki eşbaşkan da hendek siyaseti ile sorunun çözülmeyeceğini vurguladı.

Anlı, özyönetimi tartıştırmak isteyenlere devletin tepkisinin gözaltı ile geldiğini ve çatışma ortamının tetiklendiğini belirtirken, Gültan Kışanak, “Çatışma arttıkça hendek derinleşti, barikat boyu yükseldi. Savaş kendi retoriğini yaratmaya başladı” dedi.

Çatışmanın bu şekilde devam etmesi halinde daha da yaygınlaşacağına dikkat çeken eşbaşkanlar, hendek siyasetinin ötesinde bir aşamaya geçildiğini de belirtti. Her ikisi de tarihi miras olan Sur bölgesindeki tarihi eserlerin çatışmalar dolayısıyla zarar görmesine tepki koydu. Yanlarından ayrılırken kapı önünde gaz bombalı, taşlı çatışma devam ediyordu.

DEVLET KARARLI

DEVLETIN şehirdeki önde gelen isimleriyle de konuştum. Şu kadarını söylemeliyim ki devlet başlattığını bitirmekte kararlı. Uzunluğu bin, genişliği 600 metre kadar olan bir bölgede çatışmanın neden bu kadar uzadığını sorduğumda hemen hepsinden aynı yanıtı aldım: “İstesek bir günde bitirirdik. Ancak içeride yaşayan insanlar var. Onlara zarar vermeden meseleyi halletmeye çalışıyoruz.” Gecikmenin gerisinde PKK’nın yoğun bomba tuzaklaması ile keskin nişancılarının yattığını da belirttiler.

Terör örgütünün çocuk yaştakileri öne sürdüğünü, profesyonellerini ise geride tuttuğunu vurgularken, verdikleri bir örnek dikkat çekiciydi: “Çatışmada çocuk yaşta biri ölünce gidip almamızı, ambulans göndermemizi istiyorlar. Ama lider kadrolarından biri ölünce gizlice gömüyorlar. Çünkü Silvan’da örgütün lideri ölünce dağıldılar. Sur’da kalmaları da imkânsız.”

Devletin yaptığı yardımdan yararlanmak için Sur bölgesine ev ve işyeri adreslerini taşıyan fırsatçıların olduğuna dikkat çektiler. Sur’un üçte ikisinin teröristlerden arındırıldığını geri kalan bölümünü de yakında temizlemekte kararlı olduklarını da belirttiler. “Uzarsa başka sıkıntıların doğacağının da farkındayız” dediler.

Diyarbakır’dan ayrılırken çatışma sesleri hâlâ geliyordu, insanlar ise gittikçe kanıksadıkları bu durumdan nasıl çıkılacağını öngöremiyordu...