Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜSİAD’dan beş bin kat daha büyük bir organizasyon düşünün, karşınıza dünyanın en büyük şirketlerinin yöneticilerinin dahil olduğu “Business Roundtable” çıkar. Pazartesi günü aralarında Apple, American Express, Walmart, JP Morgan Chase ve Amazon’un olduğu 181 şirketin CEO’su “Şirketlerin sorumlulukları üzerine bir bildiri” yayınladı. Sıradan bir kağıt parçası değil bu, Amerikan kapitalizminin işleyişini tersine döndürecek bir manifesto.

        Büyük şirketler bugüne kadar sadece hissedarlarının çıkarlarını ön planda tutan, var olma amaçları da her koşulda karlılığı artırmak olan kuruluşlar olarak yer ettiler. “Business Roundtable” CEO’ları bu alışkanlığın aksine kurumlarının artık daha geniş sorumlulukları olması gerektiğini söylüyor. Tedarikçiler, çalışanlar ve faaliyet gösterdikleri çevre ilk kez hissedarlardan daha önem kazanıyor. Mal aldıkları muhataplarıyla etik ticari faaliyetler yapmak, çalışanlarını rahatlatacak haklar vermeleri gerektiğini söylüyorlar. Tabii bütün bunu söyleyen CEO’lar da hala yönettikleri şirketlerdeki ortalama maaşın yüzlerce katını kazanıyorlar.

        FRIEDMAN DOKTRİNİ ÖMRÜNÜ TAMAMLADI

        “Business Roundtable”ın bildirisindeki vaatler uygulanıp sosyal sorumluluk ön plana çıkarsa karlılık azalacak. Örneğin bir çalışana sağlık sigortası temin etmek ya da vergi kaçırmamak karlılığı düşürecek. Bu da çağdaş kapitalizmin yıldızı 70’lerde parlayan en önemli figürü Milton Friedman’ın öğretilerine ters. Friedman topluma karşı şirketlerin değil devletlerin sorumluluğu olduğunu vurgulamış, şirketlerin tek önceliğinin de karlılık olduğunu altına çizmişti. Tam da Friedman’ın yükselişiyle eş zamanlı olarak büyük şirketler karlılığa ibadet etmeye başladı.

        Onun da parçası olduğu Chicago okulundan ekonomistler şirketlerin karlılığının zamanla toplumun alt kademelerine de yayılacağına inanmışlardı. Daha sonra Ronald Reagan’ın da benimsediği bu “trickle-down economics” Amerikan kapitalizminin dinamosu oldu. 1980’lere bu anlayıştan yola çıkan “Wall Street” filmindeki Gordon Gekko’nun “Açgözlülük iyidir” cümlesi damgasını vurdu ve gümüş tepsilerdeki kokain dağlarıyla birlikte şirketlerin karlılığı da artıkça arttı.

        Friedman regülasyona karşı olduğu gibi regülasyon isteyenlerle de alay eder, onları küçümserdi. Donald Trump’ın da Başkan seçildikten sonra ilk yaptığı şirketleri rahatlatmak, zenginlere vergi indirimi uygulamak, zenginleri daha da zenginleştirmek oldu.

        Ancak bu açgözlülük zaman içinde Chicago Okulu’nu özellikle solun düşmanı haline getirdi. 90’larda Seattle’dan Bologna’ya uzanan anti-küreselleşme hareketleri, 2000’lerdeki #Occupy hep kapitalizmin sureti şirketleri hedef aldı. Özellikle ABD’de büyük şirketlere güven gittikçe azaldı. Şirketlere yönelik güvensizlik giderek kapitalizmin de sorgulanmasına neden oldu. Özellikle 2008’deki ekonomik krizden sonra gelir adaletsizliği daha fazla göze batmaya, CEO maaşları daha fazla tartışılmaya başlandı.

        “Business Roundtable” işte şirketlere güvenin neredeyse dibe vurduğu bir dönemde bu bildiriyi yayınlıyor. Kimileri kuşkuyla bakıyor, bir PR çalışması olarak yorumluyor bu adımı. Hiç vergi vermemenin yolunu bulan şirketlerden General Electric gibi birkaç büyük firma daha baştan bu bildiriye imza atmadı bile.

        SOL RÜZGARLAR ETKİLİ

        181 CEO’yu imza atmaya zorlayan şartlardan biri de Demokrat Parti’nin içindeki adaylık yarışı. Epey bir zamandır sol ve solun daha da solu politikaları partiye egemen olmaya başlıyor. Baştan Bernie Sanders ve Elizabeth Warren zenginlerden daha fazla vergi alınmasından, regülasyondan yana. Warren ayrıca Facebook, Apple, Google gibi firmaların bölünmesini de savunuyor. Birkaç sene önce hadi canım sen de denebilecek bir gelişmeyle sosyalizm, ya da sosyalizmin 2019 ABD yorumu gençler arasında epey popüler şimdi.

        “Business Roundtable” bildirisi sosyalizmin kenara itilecek, görmezden gelinecek bir moda ya da dalga olmadığını göstermesi açısından da önemli. Şirketler açık açık kapitalizmin zayıflıklarını, artık talebe yanıt vermediğini görmeye başlıyor. Nitekim kapitalizmin ve büyük şirketlerin yılmaz destekçileri Wall Street Journal ve Bloomberg hemen bildiriyi eleştiren başyazılar yayımladı.

        İşte bu yüzden Türkiye’de de epey bir süredir gerçek bir sol hareketin çıkmasını önemsiyorum. Otel inşaatını, çevre katliamını dolduracak, adil ticaretten sosyal sorumluluğa topluma faydası olarak politikaları benimseyecek olan gerçek bir sol siyasettir. Böylesi bir sol siyaset mevcut siyasi düzende ne yazık ki yok bizde. Çıkar mı, bilmiyorum. Ama çıkmak zorunda oluğunu biliyorum.

        REKLAM

        ***

        Ülkeyi bölen sandviç

        Amerika’nın bir numaralı gündemi ne dersiniz? Trump’ın kendisini “seçilmiş” ilan etmesi ya da Grönland’ı satın almak istemesi mi?

        Hayır hayır…

        Sokakta konuşulan New York Times’a, New Yorker’a, radyolara da ulaştı ve herkes aynı şeyden bahsediyor. Tavukçu fast-food zinciri Popeyes’ın yeni çıkardığı sandviç. Hemen Popeyes’ın Türkiye’deki mönüsüne baktım, bir sandviç gözüküyor. Ama bahsedilen bu değil.

        Bir süredir fast food zincirleri arasında kıyasıya bir kızarmış tavuklu sandviç rekabeti yaşanıyor. Pazarın lideri kuşkusuz Chick-fil-A ama aşırı dinci bu kuruluş önce anti-gay kuruluşlara bağışlar yapmıştı, şimdi de Trump’ı destekliyor o yüzden insan her sandviç yediğinde vicdanı sızlıyor. Ne yalan söyleyeyim, adamlar dinci ama tavuk iyi.

        Kızarmış tavuk rekabetine hamburgerleriyle ünlü Shake Shack zinciri de girdi ve epey yol aldı. Onların yaptığı da Chick-fil-A’yi anımsatıyor ama biraz daha rafine ve vicdan azabından muaf.

        Ve şimdi de en iyi kızarmış tavuğu yaptığında hemen herkesin hemfikir olduğu Popeyes devrede. Kısa bir süre belli şubelerde test edilen bu sandviç bütün ülkeye yayıldı ve tam anlamıyla bir çılgınlık yaşanıyor.

        Bir kere firmalar Twitter üzerinden kendi aralarında dalga geçiyorlar bu yarışla. Mesela Wendy’s’in twitter hesabı “Şu anda hepiniz en iyi ikinci sandviç hangisi onu mu tartışıyorsunuz?” diye kavgaya girdi.

        Birçok Popeyes şubesinde sandviç bitti, birçok yerde de uzun kuyruklar var. Hem acılı hem acısız satılıyor, New Yorker’ın yemek yazarı acılıyı tercih etmiş benim gibi.

        Dün Dallas’tan bir arkadaşımla konuşuyordum, şehirde sandviçi bulamamaktan yakınıyordu.

        Ben de koşa koşa gittim ve denedim tabii ki. Güzel, gayet güzel. Ekmeğinden çok memnun kalmadım (bu konuda Twitter’a baktığımda yalnız olmadığımı görüyorum) ama fiyat-lezzet dengesi açısından mükemmel diyebilirim. Daha detaylı bir inceleme yapmayı da düşünüyorum.

        Bizde ne zaman satışa sunulur acaba?

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar