Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kanada’da bu konuda uzmanlaşmış bir yayınevi tarafından basılan ve başta sadece meraklılarının bildiği, daha çok çizgi romanlara ilgi duyanlara hitap eden bir kitap olarak kalacaktı “Sabrina.” Sonra bir anda en prestijli edebiyat ödüllerinden Booker’a aday oldu ve çizeri Nick Drnaso’nun hayatı değişti.

        Zadie Smith, “Sabrina”yı son yılların herhangi bir formda yayımlanan en önemli kitabı ilan etti ve yayınevi baskı yetiştiremez hale geldi.

        İşte tam da bu patlama sırasında kitabın peşine düştüm. Ne Amazon, ne Barnes & Noble… Hiçbiri fayda etmedi. İkinci el almaya çalıştım, günlerce bekledikten sonra sipariş verdiğim kitap hiç gelmedi. Bildiğim bütün (ve sayıları çok az kalan) kitapçılara uğradım, zar zor iki tane bulduğumda başkasına ayrıldığını öğrendim.

        En sonunda en başta yapmam gerekeni yapıp “Sabrina”yı e-kitap olarak satın aldım ve okudum. Başladığım gece iPad kucağımda uyuyakalmasaydım o an bitirecektim, zira gözlerimi açar açmaz kaldığım yerden okumaya başladım ve bitirdiğimden beri de bir sonraki kitaba geçmek için beklemem, “Sabrina”yı sindirmem gerekiyordu.

        Size de öyle olur mu? Mükemmel bir kitap okuduktan sonra bir sonrakine geçmekte zorlanıyorum. Bazen birkaç gün hiçbir şey okumadan geçiyor.

        YALAN HABER ETKİSİ

        “Sabrina”, hakkında koparılan fırtınaları hak edecek bir grafik roman. Küçük bir şehirde, küçük insanların yaşadığı bir trajedinin Trump Amerika’sında değişen insan ilişkileri ve medya kültüründe nasıl çığırından çıktığını sorguluyor. Yer yer göndermeler fazla kör göze parmak, ama dünyanın şu anda bulunduğu durumda birçok sanatçı kasten bunu tercih ediyor. İnsanların uyandırılmaları, kendilerine gelmeleri, yaşadıkları dönemi fark etmelerinin ivediliğini vurguluyor.

        “Sabrina” kitabın ortadan kaybolan görünmeyen karakterinin adı, hikaye ise eski erkek arkadaşı ve ailesinin bu kaybı nasıl atlatmaya çalıştıkları üzerine yoğunlaşıyor. Yer yer ön planda, yer yer de fonda sosyal medyadaki komplo teorileri, Trump’ın ve kendi seçmeninin dinlemeye bayıldığı yalancı radyo programları ve zamanın durduğu Amerikan taşrasının kendine özgü dingin hayat temposu var.

        Asıl mesele ise “yalan haber” çağında küçük insanın dünyasının nasıl kararabileceği. Zaten “Sabrina”nın bir anda kıyameti koparmasının nedeni de bu.

        ***

        …Ve izlemeniz gereken tek film

        Spike Lee çok uzun zamandır adeta yaşayan bir sinema ölüsüydü. Yaklaşık 10 yıldır belgeseller dışında kayda değer bir film yapmıyordu. En çok gişe yapan ve çok beğenilen filmi “Inside Man” bile ana akıma fazla hitap ediyor ve başyapıtı “Do The Right Thing”le kıyaslandığında tüy sıklet kalıyordu.

        Geçen Mayıs ayında Cannes Film Festivali’nde dakikalarca ayakta alkışlanmadan önce de “BlackKklansman”i merak ediyordum. 70’lerde Colorado’da beyaz üstünlüğünü savunan ve resmen terör örgütü olarak adlandırılmasalar da eylemlerinin başka bir açıklaması olmayan Ku Klux Klan’a sızan bir siyah polis hakkında. Kulağa ilk başta imkansız gibi geliyor ama Ron Stallworth’un anılarından uyarlanan film gerçek olaylara dayanıyor.

        Stallworth’un kitabını Spike Lee’ye öneren “Get Out”la Oscar kazanan Jordan Peele’miş. Neden Spike Lee’ye bu kitabı önerdiğinin yanıtı ise belli: Bu hikayeyi ondan başkası çekemezdi çünkü.

        Şimdiden ödül sezonunun en iddialı filmlerinden biri “BlackKklansman” ve Spike Lee’nin kendisiyle özdeşleşen damgalarını taşıyor. Kimi zaman eğlenceli, kimi zaman fazla ağdalı ve didaktik, bazen karikatüre varacak kadar abartılı anlatımı.

        Ama tam da yaşadığımız zamandan dolayı normal şartlarda göze batacak unsurları bu filmde yerli yerine oturmuş ve bir şekilde işliyor. Spike Lee de geçmişten bir hikayeyi günümüze dair göndermelerle doldurmuş, yer yer biraz kalabalıklaştırmış da. Ama hiçbiri göze batmıyor.

        Denzel’in oğlu John David Washington mükemmel, Adam Driver ise bugüne kadar oynadığı bütün rolleri unutturacak kadar kendini dönüştürmüş, adeta parlıyor.

        Spike Lee epey bir zamandır siyah olmayan yönetmenlerin siyah meselelerine eğilmelerine tepki gösteriyor. Kamuoyunda en fazla tartıştığı isimse arka arkaya siyahların adeta beyaz perdede sözcülüğünü yapan ve bu konuda en önemli sözleri söyleyen dahi yönetmen Quentin Tarantino. Bu film, kaderin garip bir cilvesiyle iki sinemacıyı aynı kayıkta buluşturuyor. Sadece ortak tema değil, iki sinemacının sanatlarına olan aşkı da ortak.

        QT “Inglorius Basterds” filminde İkinci Dünya Savaşı’na alternatif bir tarih yazarken aslında sinema sevgisini anlatıyordu. Bütün film beşinci sanata bir aşk mektubu gibiydi alttan alta. Spike Lee ise 70’lerde geçen filmi tıpkı 70’lerin sinema diliyle çekmiş. Gerilim unsurları “The Conversation” veya “Three Days of the Condor” gibi en sıradan anlarda insanı nefes nefese bırakacak gibi. Arabaların patlaması, helikopterlerin birbiriyle yarışması ya da Tom Cruise’un uçaktan paraşütle atlaması gerekmiyor gerilim için. Tam da Hitchcock’un meşhur masanın altında patlamaya hazır bomba örneği gibi kuşku ve tansiyon giderek artıyor.

        TERÖRÜN YILDÖNÜMÜ

        Filmin ABD’de 11 Ağustos’ta vizyona girmesi de bilinçli bir tercih. Normal şartlarda Ağustos ayı Hollywood’un elinde kalan filmleri çöpe atma mevsimi olarak değerlendirilirdi, Eylül’de başlayan ödül sezonundan önce.

        Ama Spike Lee özellikle geçen yıl beyaz ırkçıların Charlottesville’de masum bir insanın ölümüne yol açan gösterisinin yıldönümünde filmini vizyona soktu. Zaten filmin sonunda da (“spoiler” değil) bu saldırının gerçek kamera kayıtları ustaca kullanılmış. Tıpkı “Do The Right Thing” bitip ekran karardıktan sonra beliren ve birbiriyle çelişen Malcolm X ve Martin Luther King, Jr. alıntıları gibi izleyeni yerine biraz daha sabitlemek, biraz daha rahatsız etmek ve kendini sorgulaması için kasten yerleştirilmiş.

        “BlackKklansman” korkunç bir Türkçe çeviriyle “Karanlıkla Karşı Karşıya” adıyla 28 Eylül’de Türkiye’de vizyona giriyor. Bir zamanlar televizyonlarda gösterilen “Yalan Rüzgarı” dizisi “The Young and the Restless” ve YR logosuna uygun olarak bulunmuştu. “Karanlıkla Karşı Karşıya” da Ku Klax Klan’in kısaltması “KKK”i çağrıştırsın diye… Oysa bazen bu gibi çeviri oyunlarına girmeye, fazla yaratıcı olmaya gerek yok. Mesela “Brokeback Mountain” bir ara korsanda “.bne Kovboylar” diye çevrilmişti. “BlackKklansman” de buna benzer bir şekilde “Trump’ın Askerleri” ya da uygun bir küfürle vizyona girebilir, net ve açıklayıcı olur.

        ***

        Madonna düzeltmesi

        Madonna’nın 60. yaş günü vesilesiyle eski defterler yeniden açıldı, yıktığı tabular teker teker yine hatırlandı. Bunlardan biri de kuşkusuz Katolik betimlemelerin sık sık kullanıldığı ve zamanında büyük tartışmalara neden olan “Like a Prayer” videosuydu. Geçenlerde kendini Madonna uzmanı sanan bir zavallının da köşesinde gördüm, Madonna’nın o videoda “Siyah İsa” kullandığını yazıyordu.

        Üzerinden yıllar geçtikten sonra bile bu yanlış ısrarla yapılıyor. Zaten videonun zamanında tartışılmasının nedenlerinden biri bu yanlış anlamaydı. Videoda stigmatadan kilise korosuna kadar birçok gönderme var ama Siyah İsa yok. Hz. İsa sanılan aslında bir aziz. St. Martin de Porres (beyaz olmayan insanların azizi) olduğu ya da ondan esinlendiği üzerinde uzlaşılan gerçek.

        Bu arada Hz. İsa’nın müzelerde gördüğümüz kumral mavi gözlü bir erkek olduğu da tartışmaya açık. Ortadoğu’da hangi marangoz sarışın mavi gözlüydü o yıllarda?

        Bugün artık yaygın kabul edilen bir gerçek, beyaz adamın Hz. İsa’yı kendine göre zihninde yeniden yarattığı ve gerçekle ilgisi olmayan o “imajın” sanat tarihiyle birlikte yayıldığı. Kimi araştırmacılar peygamberin gerçekten neye benzediği üzerinde çalışmalar yaptı. Ortaya kara saçlı, kara gözlü, teni de koyu biri çıkıyor.

        Madonna sahiden “Siyah İsa” kullanmış olsaydı bile bu kadar tepkiyi hak etmiyordu; gerçeğe daha yakındı.

        ***

        Bayram özel yayını

        Hala var mı bilmiyorum, bir aralar televizyonlar bayramları çok önemser ve buna göre özel eğlence programları düzenlerdi. Hayat kopmuş, gündem durmuş, gazetelerin içi boşalmış günlerdi. Türkiye’nin yer yer böyle gerçeklikten kopma anlarına ihtiyacı var.

        Ben de mümkün olduğu kadar bu hafta bayram özel yayınına geçiyorum. Çoktandır biriktirdiğim şarkıları, filmleri, kitapları paylaşmak istiyorum.

        Dolarsız bir hafta geçirebiliriz umarım…

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar