Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tarkan’ın 9 Eylül İzmir'in işgalden kurtuluşunun 100'üncü yılı nedeniyle verdiği ücretsiz konser iki milyonluk katılımla "En kalabalık ücretsiz konserler" listesinde dünyada 5'inci sıraya yerleşti.

        Tarkan popüler müziğin başarısı tartışılmaz isimlerinden biri. 80’ler jargonuyla ‘Türk popunun taçsız kralı’. Tarkan konser verirse, hele hele bu konser ücretsiz de olursa elbette yoğun katılım olur.

        Ancak yine de bu ‘katılım’ ve ‘coşku’ pek de spontane değildi.

        Kendiliğinden ve doğal olmaktan ziyade, bir tepkinin, bir ‘savunma’nın izlerini taşıyordu.

        Seküler üst sınıfın snob etkinlikleri AK Parti döneminde pek sekteye uğramamıştır. Defalarca Formula 1’e ev sahipliği yapıldı, dünya çapında teniz turnuvaları düzenlendi vs diyerek listeyi piyano resitallerinden Cemil Topuzlu’da ağırlanan dans tiyatrolarına kadar uzatabiliriz. Ancak hem alt orta sınıf, hem de kısmen muhafazakar Anadolu’da yaşayan sekülerler kendilerini sık sık ‘müdahaleye maruz kalmış’ hissediyor. Taşrada güruhun egemenliği ağır basıyor, imza toplayıp, şikayet dilekçesi yazıp etkinlik iptal ettiriyorlar. Yasaklanan festivaller, konserler, alkollü içeceklere uygulanan ‘almayın’ vergisi, sosyal medyada maruz kalınan imam videolarından sızan rahatsız edici ifadeler, okulların bir bir İmam Hatiplere dönüşmesi, TikTok’ta yapılan esprili videolara bile soruşturma başlatılması gibi olgular hayat tarzı endişesinin pek haksız olmadığını, hatta küçük tatlı yaramaz bir neşenin bile tepesine binilebileceği durumlar olduğunu kanıtlıyor.

        REKLAM

        İnsanlar kendilerini sadece tehdit altında hissetmiyorlar, yaklaşan seçimlerde nihayet muhalefetin kazanacağı varsayımı ile artık "Ben varım ve buradayım"ı gösterme ihtiyacı içine de giriyorlar. Tarkan konserindeki coşku ve yoğun katılım bu ihtiyacın da yansımasıydı.

        Tarkan her ne kadar siyasi slogan atılmasına izin vermese de, konser haberlerinin “Yolla ile başladı, ‘Geççek’ ile bitirdi” şeklinde olmasına da, konser coşkusunu artırmak için ‘öteki’nin mutsuzluğunu garanti altına almaya çalışan "Kudurun!” tweetlerine de engel olamadı, bu ülkede, bu şartlarda olamazdı da zaten.

        KUTLAMALARINI MAHALLELERE BÖLÜŞTÜREN ÜLKE

        İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer yaptığı konuşmayı CHP klişelerine bulamasaydı da, bu konser bir yanıyla ‘politik’ olacaktı.

        Durum ‘zaten’ böyle iken, Tunç Soyer’in içinden ‘hıyanet’lerin, ‘dalalet’lerin geçtiği konuşması tepki çekti.

        9 Eylül İzmir konserindeki ‘heyecan’ sadece İzmir’in kurtuluş günü heyecanı olmaktan çıkıp, ana muhalefet partisinin saray iktidarından kurtuluşunu temsil eden bir katharsise dönüştü.

        Oysa 9 Eylül sadece İzmir’in kurtuluşu değil. Daha doğrusu İzmir’in kurtuluşu milli mücadelenin en önemli aşamalarından biri, Kurtuluş savaşının son safhası ve bütün ülkenin kurtuluşunun günü.

        Ancak geçmişi hiç bilmeyen biri Tunç Soyer’in konuşmasına bakarak İzmir’in Yunan’dan değil Osmanlı’dan kurtarıldığını düşünebilirdi.

        Hayır, kimilerinin “Cumhuriyet mitingine benzedi” şeklindeki benzetmelerine hiç katılmıyorum. Bu itham büyük haksızlık.

        REKLAM

        Ancak şu var: Normal şartlarda herkesin beraberce kutlaması gereken gün ve anmaların nasıl da mahalleler hatta şehirler tarafından bölüşüldüğünü belki de ilk kez bu kadar net gördük.

        Malazgirt Zaferi kutlaması bir tarafın, 9 Eylül diğer tarafın.

        Kuttul Ammare bir tarafın 10 Kasım anması diğer tarafın.

        Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i bir tarafın, 10. Yıl Marşı diğer tarafın…

        “Altılı masa” ile muhalefetin daha çoğulcu bir görünüm arzettiği şu günlerde oysa, bu ‘bölünmüşlük’ görüntüsünü aşma fırsatı vardı.

        Nasıl mı?

        1) Mevzuyu bir CHP etkinliği olmaktan çıkarıp, muhalefetteki bütün partilerin liderlerini davet ederek. Ali Babacan, Temel Karamollaoğlu ve Ahmet Davutoğlu’nun İzmir’in kurtuluşunu kutlayan bu etkinliğe davet edilmesiyle,

        2) Tunç Soyer’in o türden “Saray hıyanet içindeydi” türü bir konuşma yapmaması ile.

        SALTANAT SEVDASI DA SAÇMA, ‘HIYANET’ RETORİĞİ DE…

        O konuşmanın AK Partili, MHP’li sosyal medya hesapları tarafından kullanılma biçimi de elbette sorunluydu. İnsan "Bu ne hanedanlık sevgisi ve özentisi kardeşim?" diye düşünmeden edemiyor.

        Osmanlı dönemine ışınlansa, her şeyin yönetici bir aileye ait olduğu düzlemde hiçbir şeye sahip olmamaya, elli yılda bir yaşadığı yere bir çeşme bir imaret gelirse öpüp başına koyması gereken tebadan biri olmaya beş dakika tahammül edemeyecek insanlar fütursuz bir saltanat sevdası içinde. İnsan geçmişe duyduğu özlemi abartırken bugünkü beklentilerinden ne kadar uzağa düştüğüne de biraz dikkat etmeli.

        REKLAM

        Öte yandan cumhuriyeti parlatmak için Osmanlı’yı karartan klişe ithamlar da bir ergenlik haline tekabül ediyor. 100 yaşına merdiven dayamış, olgunlaşmış bir cumhuriyete yakışmıyor.

        Şunun bilinmesinde fayda var: Vahdettin muhafazakar milliyetçi kesimde aslında hiçbir zaman bir Fatih, bir Kanuni, bir Abdülhamit gibi övülen, yükseltilen bir padişah olmadı. Bu kesimdeki Vahdettin savunması, Bir Osmanlı padişahının bu kadar çok alçaltılması ve hakarete maruz bırakılması ile ilgili bir refleks.

        Soyer’in o gece yaptığı konuşmadan ziyade, daha sonra belediye meclisinde yaptığı açıklamada ısrarla üstelemesini yadırgadım. “Evet ayrıştırma yapıyoruz, atalarımız arasındaki hainlerle kahramanları ayırıyoruz. Vahdettin haindir, ilkokul 2. Sınıf bilgisi” mealinde cümleler kurmasını.

        Gerçekten çok garip. Tunç Bey, ilkokul 2’den bu yana merak edip İlber Ortaylı okumamış, Murat Bardakçı’nın yazılarına kitaplarına hiç bakmamış belli ki. Dahası kendisiyle aynı düşünce dünyasından gelen Bülent Ecevit’in neden “Vahdettin hain değildi” dediğine de kafa yormamış. Üstelik bununla övünüyor.

        Vahdettin büyük hatalara imza atmış, talihsiz bir padişahtı. İngilizlere direnemedi. Ama cumhuriyeti kuran milli mücadele kadrolarına karşı da direnmedi. Maiyetindekiler ve onun ‘halife’ hüviyetine anlam yükleyenlerle beraber saltanatın ilgasını takip eden günlerde bir İstanbul direnişi başlatabilir, genç cumhuriyeti başka bir kırılmaya maruz bırakabilirdi, bunu yapmadı. İngiliz zırhlısı ile kaçması büyük bir stratejik hata. Ancak gitmeyenlere ne oldu? Kendisinden sonra halife seçilen Abdülmecit de birkaç hadise mazeret edilerek sürülmedi mi? Sadece o değil hiçbir hanedan üyesinin ülke sınırları içinde yaşayamayacağına dair karar alınarak bütün hanedan üyeleri sürülmedi mi?

        REKLAM

        Bu tarih çok su kaldırır ve dileyene dilediği malzemeyi verecek kadar büyük bir torbadır.

        İNGİLİZLER VIII. EDWARD’I HAİN OLARAK MI ANIYOR?

        İngiliz demişken ve Kraliçe 2. Elizabeth ahirete intikal etmişken insanın aklına ister istemez bazı detaylar geliyor.

        II. Elizabeth görev azmini, sorumluluk duygusunu, makamını en iyi şekilde temsil etme dirayetini hiç kaybetmemiş bir şahsiyetti. (III. Charles döneminde bunu herkes daha iyi anlayacak diye düşünüyorum). Ancak aile öyle değildi. Windsor’ların skandalları meşhurdu. Biri de dul bir kadınla evlenmeyi seçerek kraliyet tacını kardeşine yani Elizabeth’in babasına bırakan, Elizabeth’in amcası 8. Edward idi. Edward’ın Hitler’le ve yakın şürekasıyla oturup kalkmayı sevdiği biliniyordu ama yakın zamanlarda daha fena detaylar ortaya çıktı. Meğer 8. Edward Nazilere epey kucak açmış, bazı gizli kapaklı pazarlıklara bile girişmiş.

        Ancak İngilizler halen yaşayan bir kurum olan kraliyete saygı gereği yatıp kalkıp 8. Edward’ı dillerine dolamazlar ve hanedan üyelerini bu detayla taciz etmezler.

        Ya da pasifisitliği ile Hitler’in Avrupa’yı ezmesine çanak tutmuş, Winston Churcille’e "Hitler’le iyi geçinirsek bize bir şey yapmaz, tuzsuz aşım ağrısız başım" çizgisiyle muhalefet etmiş ve günün sonunda feci halde haksız çıkmış eski başbakanlarından Neville Chamberlain’i ‘hain’ diye anmazlar. Biraz küçümserler o kadar.

        Sözün özü, insanların birbirini sürekli 'hıyanet' 'dalalet' diye suçladığı ülkelerde pür-i pak bir cumhuriyet olsa da hakiki bir demokrasi olamıyor.

        İngiltere bir monarşidir, ama parlamentosunun hakkını veren ideal bir demokrasi örneğidir. Türkiye monarşiyi radikal bir tutumla söküp atmış bir cumhuriyettir ama demokratik bir ülke değildir, olamamıştır.

        Tunç Soyer, tarihe “siyahlar şuraya, beyazlar buraya” tasnifçliği ile bakmanın mümkün olmadığını görebilecek, bilebilecek donanıma da sahip ama işte siyaset popülizmi yapmak günün sonunda maalesef daha cazip geliyor.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar