Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gidip gezeli bir hafta oldu. Bugün yazayım yarın yazıyorum derken araya savaş girdi.

        Lakin ipin ucu zaten kaçtı ve “Nedir yani, daha ölmedik” direnciyle davranacağım ve bu yazımı geleneksel çerçevesinden dışarı fırlamaya çalışan; böyle yaparken aslında tam olarak kendisi olan bir sergiye ayıracağım.

        Geleneksel Türk sanatlarındaki ilk kırılma hat, tezhib gibi sanatların ‘çerçeve’ içine alınmasıydı.

        Bu sanatlar daha önce bir kitabı varetmek ve süslemek için kullanılırdı. Orijininde, hepsinin bir arada olması esastı. Bir kitap talik nesih ve celi sulûs ile yazılır, etrafı tezhible döşenir ve zaten kağıdı da ebrulanmıştır vesaire.

        Onları alıp ayrı ayrı ya da ikili üçlü çerçeve içine koyarak duvara astığımızda ise başka bir şey oldular.

        Çerçeveler bir takdim yöntemi olmaktan ziyade duvar oldular, bahçe çiti oldular, hatta belki dikenli tel oldular. Dikkat bu alana giremezsiniz. Ya da tam tersi. Dikkat, buradan çıkış yok.

        Yeditepe Bienali kapsamında Nuruosmaniye Cami’nin altında yer alan ve ‘Mahzen’ olarak bilinen bir yeraltı güzelliğinde sürmekte olan bir sergi ise eserleri çerçeve dışına taşırarak, başka sanat türleri ile konuşturarak yeni bir şey yapıyor.

        REKLAM

        Aslında geleneksel sanatların başlangıçtaki akışkanlığına dönmenin nasıl bir şey olacağını hatırlatıyor.

        “Çerçeve içi, Çerçeve dışı” olarak adlandırılmış sergi, geleneksel sanatları sözgelimi video art gibi disiplinlerle kaynaştırırken, harflere üçüncü boyut verirken son derece modern bir tavır alırmış gibi görünse de, işin esasında bu, bir hat yazısının, bir taş ya da ahşap oymasının, bir tezhibin, ebrunun en baştaki fonksiyonuna dönme çabası. Geleneğin kendi iç mesajına kulak veriliyor, ama modern/postmodern formların birlikteliği eliyle.

        Serginin mekan tema birlikteliği daha adımınızı attığınız anda başka bir evrende olduğunuzu duyuruyor size. Nuruosmaniye Cami’nin Kapalı Çarşı’ya bakan kapısından çıkıp bir süre boncukların, feslerin, heybelerin arasında yürüdükten sonra daracık bir demir kapının içine geçip loş ama ferah feza bir yeraltı sarayına giriş yapıyorsunuz.

        Üzerinize uyuşmaya benzer bir büyülenmişlik hali çökmüşken, burnunuza düşen bir damla suyun ‘şıp’ sesi ile kendinize geliyorsunuz. Derken ayaklarınıza sular yürüyor.

        TAHRİP OLARAK ‘TAMAM’ OLAN ESER

        “Müsbit” diye bir yerleştirme yerden göğe, Rab ve kul ilişkisini temsil eden dev bir avize gibi dikiliyor karşınıza.

        Müsbit
        Müsbit

        “Zikir” hem duvara hem yere aksettirilmiş virdin gölgeleriyle, Allah’ı anarak dönen ve deveran ederek tazelenen kainata tutulmuş bir ayna.

        Dar ve yarı aydınlanmış koridorlarda yürürken karşıma Aslı Bugay’ın “Yeknesak” isimli enstalasyonu çıkıyor ki, bence serginin en yaratıcı çalışmalardan biri.

        Yeknesak
        Yeknesak

        İç içe geçmiş sayısız minyatür yansımasından oluşan resim, bir yanıyla çerçevenin dışına uzanırken bir yandan mekanla kurulan ilişkinin bağlayıcılığına teslim oluyor. Bu teslimiyetin açılımında, eserin kendi varlığını ömrünün bitimli olmasına hatta ‘birkaç güne bitiyor’ olmasına bağlaması var.

        Genç bir erkeğin yer aldığı bu minyatür kesitlerinin sergilendiği mekan yani ‘Mahzen’, tavanından hafifçe su akan bir yer ve ‘Yeknesak’ damlaların altında yavaşça tahrip oluyor. Ancak eserin finali ve belki de tekamülü, tam olarak tahrip olmasına kayıtlanmış.

        İnsan dediğimiz eser de, ancak tahrip olarak ve en sonunda ölerek ‘tamam’ oluyor ve böylece asla ölünmeyen yere yolculuk hakkı kazanıyor.

        Her minyatürde görebileceğimiz bir erkek yüzünü, yani bu kadar klasik bir formu, içinden genç bir midilli gibi atlayıp zıplayan düşüncelere neden olacak kadar değiştirebilmek ve -işe bakın- bu düşüncelerin insanı fani olana değil, baki olana yaklaştırması, kesinlikle yeni bir ‘durum’.

        IŞIK, ATEŞ VE GÖLGE

        Gevher-i Kân ise bu serginin aynı zamanda tasavvufun kavram ve temalarını etlendiren, kanlandıran, duyumsanıp dokunulur hale getiren boyutunu temsil eden diğerleri gibi. İçinde bir gazelin yazılı olduğu ışıklı bir cam toptan, Mahzen duvarlarına yansıyan ışık, ateş ve gölge oyunlarından oluşuyor eser.

        Gevher-i Kân
        Gevher-i Kân

        Nur suresi 35 şöyle der: “Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır, Bu kandil doğuya da batıya da ait olmayan, yağı ateş dokunmasa bile ışık veren mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Nur üstüne nur.”

        REKLAM

        Denilir ki, bu ayetteki nuru tanımlamak ise, edebiyat tarihinde Nesimi’ye nasip olmuştur. Nitekim “Gevher-i Kân” isimli eser üzerine kazınan da Nesimi’nin “Bende sığar iki cihân ben bu cihana sığmazam” gazeli.

        İlginçtir, serginin en emekli, en yenilikçi ve büyüleyici eserlerinden biri ama, sanatçının adı hanesinde ‘no name’ yazıyor.

        Eserin sahibi; “İlk sahibi de son sahibi de Allah’tır, işaret edilen de O’dur, ilham veren de O’dur” diye mi düşündü?

        Demek duvarda yalazlanan o alev bir dervişin gölgesi.

        Yeditepe Bienalinin ikinci senesi.

        İlk başladığında "İslam sanatlarından bienal olur mu?" gibi sorular, şüpheler oluşmuştu.

        İslam sanatlarının durağanlığı ve katı kurallarıydı buna sebep.

        Bienalin sürdüğü diğer mekanlarda da birbirinden değerli ve her yönüyle ‘geleneksel’ her yönüyle ‘klasik’ sanat örnekleri var. Biri de Süleymaniye’ye bağlı Darüüziyafe’deydi.

        Geleneksel sanatların ‘çerçeveli’, teamüllere uygun formu yaşamalı ve yaşayacak. Zaten müşterisi de var seveni de.

        Ama itiraf edelim yeni nesil sanatçılara ve sanata ilgi duyan gençlere çok fazla bir şey söylemiyor bu form. Bir geleneği sürdürme istidatı da saygıya değer ama daha çok belirli bir kuşağın, dekorasyon anlayışıyla satın alıp ev ya da ofislerinin duvarlarını süsleme ihtiyacına karşılık geliyor.

        Mahzen’de gördüklerim ise daha yeni, kıpırdayan işler.

        Üç cümleyle özetlemek zorunda kalsam şunu derdim: Meğer geleneksel Türk - İslam sanatları, devingenliğe ne kadar yatkın, harekete geçmeye ne kadar ‘hevesli’ imiş. Bu tarafınızı hiç görmemişim ey hât, ebrû ve tezhîb. Mahcup oldum ve tanıştığımıza memnun oldum.

        REKLAM

        *

        Sergi 13 Mart’a kadar uzatıldı.

        Görmenizi tavsiye ederim. Çünkü ben bu kadar beğeneceğimi tahmin etmiyordum.

        Beklenti yükseltip hayal kırıklığına neden olmak istemem ama muhtemelen siz de aynı tatlı sürpriz duygusunu yaşayacaksınız.

        Şu eli sopalı, nükleer günlere bir sanat şoku yapın derim.

        Hala vakit varken…

        NOT: "Çerçeve içi, Çerçeve dışı" sergisi 13 Mart’a kadar, Nuruosmaniye Cami’nin altında yer alan Mahzen adlı galeride görülebilir.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar